▪️Resûl-i Ekrem (asm), tefekkür ile ilgili ölçüyü de şu şekilde vermiştir;
تَفَكَّرُوا فِى اٰلاَءِ اللهِ وَلاَ تَفَكَّرُوا فِى ذَاتِهِ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا
“Allah’ın nimetlerini tefekkür edin; Onun zâtını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yettiremezsiniz.”
(El-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:262-263)
İmam-ı Ali'nin (kv) de tefekkür ile ilgili bize verdiği ölçü ve insanın idraki ile ilgili yaptığı mukayese ne de ahsendir;
حَقٖيقَةُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ ٭ هُوَ الَّذٖٓى
اَبْدَعَ الْاَشْيَاءَ وَ اَنْشَاَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ
“İnsan, kendi hakikatini dahi idrak etmekten âciz iken, herşeyden önce var olan ve herşeyi ceberutiyet-i mutlaka ile hükmü altında tutan Zâtı nasıl idrak edebilir? O Cebbâr-ı Zîkıdem ki, her şeyi ilk olarak yoktan yaratmış ve inşa etmiştir; sonradan var olup can bulanlar Onu nasıl idrak etsin?”
(bk. Dîvân-u İmamı Ali, Beyrut)
▪️Resûl-i Kibriya (asm) Efendimiz şöyle buyuruyor;
كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِى النَّارِ
"Her bid'at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir."
(Müslîm, Cum'a: 43; Ebû Dâvud, Sünnet: 5)
Bu şekilde meâl verilen bu hadîs-i şerîfi, Üstâd Bediüzzaman de şu şekilde şerhli bir şekilde şöyle ifade etmiştir;
"Kavaid-i Şeriat-ı Garra ve desatir-i Sünnet-i Seniye, tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid'aları icad etmek, dalalettir, ateştir."
(Lem'alar, s. 53)
▪️Çok âlim, ulemâmız olduğu gibi; çok câhil, cühelâmız da var.
▪️"Küfre karşı ben neyim ki, ne yapabilirim ki?" dememeliyiz asla. Cenâb-ı Hak bir sinekle Nemrud'u, bir karınca ile Firavun'u mağlûb etmemiş miydi? Eğer nokta-i istinadımız Rabbimize olursa, i̇hlâs üzere bulunursak; Allahu Teâlâ da dini için bizi istihdam eder. Bizim elimiz ile küfrü tarûmar eder. Mühim olan; acziyetimizi anlayıp, yalnız Hak namına Hakikat hesabına hareket edip rıza-yı İlâhîye muvafık hareket etmemizdir.
▪️Akıl ve nakil ile ilgili bulundukları asırların Müceddidleri olan İmam-ı Gazalî ve Üstâd Bediüzzaman'ın cây-ı dikkat ifadeleri şu şekildedir;
"Akla yalancı diyen, hiç şüphesiz nakle ve şeriata da yalancı demiş olur. Çünkü şeriatın doğruluğu akılla bilinir. Aklın şahitliği olmasaydı; doğru söyleyen ile yalan söyleyeni, yalancı peygamber ile hakikî peygamberi birbirinden ayırmak mümkün olmazdı. Akıl ile nakle lâyık oldukları ehemmiyeti verenler en doğru yolu tutan, hak ve hakikat üzere olan kimselerdir."
(İmam-ı Gazalî, Kanunu't-Te'vil, s. 86-90)
İmam-ı Gazalî'nin yüzlerce yıl önce dediğiniz asrımızda şu mücmel bir şekilde Üstâd Bediüzzaman şöyle ifade etmiştir;
"Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir."
(Muhâkemat, s. 12)
▪️Sünnet-i Seniyyenin gayet ehemmiyetli olduğunu hayatı ile de gösteren Üstâd Bediüzzaman'ın şu ifadeleri cây-ı dikkattir;
"Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasâret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir."
(Lem'alar, s. 59)
Başındaki sarığına ilişen birine,
"Bu sarık bu başla beraber çıkar"
(Emirdağ Lâhikası 2, s. 19)
diyen Üstâd Bediüzzaman, dediklerini bizzat yaşayarak bize hüsn-ü misal olmuştur.
▪️Asrımızı bu denli küllî bir şekilde ve vecîz ifade eden çok nadir söze denk geldim;
"Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı..."
(Muhâkemat, s. 96)
Şu anki hâlimiz de maalesef böyle değil mi? Kavlimiz yani sözümüz var, herkes konuşuyor. Ama amele gelince, o konuştuklarımıza ne kadar uyabiliyoruz. İşte asrımızda söylenen sözler ile yapılan amel arasında uzun bir mesafe açılmış. Söylediklerimizi, yaptıklarımız tekzip eder olmuş. Akvâlimiz kavî, lakin ef'âlimiz gayet zayıf. Konuşunca mangalda kül bırakmıyoruz ama iş fiiliyâta gelince esamemiz bile okunmuyor.
▪️Üstâd Bediüzzaman'dan mükemmel bir tespit;
"Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor; safi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvanâtın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları, bir nevi taleptir, bir ücret istemektir."
(Mektubat, s. 31)
'Şefkat ile aşk arasındaki farkı bu derece vecîz ifade etmek, ancak Asrımızın Müceddidi olan Bediüzzaman'a nasip olmuş' demekten kendimi alıkoyamıyorum.