1) “Tüm bu dualar olmasaydı da gene aynı şekilde mi sonuçlanırdı?” Bu sorunun cevabı insanlar tarafından kesin olarak bilinen bir şey değildir. Bunun nasıl olacağını kesin olarak bilmemize imkân yoktur. Bu kadar çok ve sürekli yapılan dualar, elbette duaların makbul olmasının önemli bir vesilesidir.
Buna göre denilebilir ki, Filistin hakkında yapılan bu dualar olmasaydı, belki bu sıkıntılar çok daha fazla olacaktı.
Şu andaki durum, yapılan duaların makbul olmadığını göstermez. Çünkü, “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer verir ki.” (Furkan, 25/77) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, dua bir kulluk nişanesidir, bir ibadettir, bir kulluktur. İbadetlerin asıl neticesi ahirete bakar. Dünyadaki faydalar da söz konusu ise bu ayrıca ilahi bir ikramdır.
Dua etmek bir ibadet olduğuna göre, namaz gibi yaptığımız bir ibadetin kabul edilip edilmediğini bilmediğimiz gibi, duanın da kabul edilip edilmediğini bilemeyiz.
Kaldı ki, ibadet ve duanın makbuliyeti -diğer bazı kabul şartlarıyla beraber- o ibadet ve dua edenin Allah katındaki makbul bir insan olup olmamasıyla orantılıdır.
Bugünkü Müslümanların fiili dua olan güç ve kuvvete, teknik ve teknolojiye sahip olmamaları, helali haramla karıştırmaları, gece gündüz Allah’a karşı saygısızlık etmeleri, isyan etmeleri inkâr edilemeyen bir gerçektir.
Bu isyankâr ağızlardan çıkan duaların makbul olmasını beklememek gerekir. Kabul edilirse bu Allah’ın bir lütfu; kabul edilmezse ilahi adaletin bir tezahürü olur. “Bir musibet bin nasihatten evladır.” düsturunda ifade edilen bu gerçek, musibetin devamına verilen kararın önemli bir hikmeti gibi görünüyor.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ifade ettiği gibi, sözlü olarak yaptığımız duaların kabul edilmesi iki cihetledir: Ya arzu ettiğimiz isteklerimizin aynısı verilir, yahut da daha güzel bir şekilde kabul edilir.
“Mesela: Birisi kendine bir erkek evlad ister. Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. 'Duası kabul olunmadı.' denilmez. 'Daha evlâ bir surette kabul edildi.' denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. 'Duası reddedildi.' denilmez, belki 'Daha enfa' (yararlı) bir surette kabul edildi.' denilir. Ve hâkeza... Madem Cenab-ı Hak Hakîm'dir; biz ondan isteriz, o da bize cevab verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. 'Tabib beni dinlemedi.' denilmez. Belki âh ü fîzârını dinledi, işitti, cevab da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi.” (Mektubat, s. 301)
“Hem, dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise semeratı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksadlar, gayeleri değil."
"Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz."
"Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani gece ve gündüzün nurani âyetlerinin nikablanmasıyla (perdelenmesiyle) bir azamet-i İlahiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenab-ı Hak ibadını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş'in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir. (Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas)
2) Şüphesiz Allah her şeyden haberdardır. Fakat Allah, insanlar için açtığı imtihanı her şeyi kuşatan ezeli ilmine göre değil, insanların kendi özgür iradeleriyle yaptıkları işlerin durumuna göre değerlendirir. Çünkü böyle olması imtihanın âdil olmasının gereğidir.
Öyleyse, Allah imtihanı kazandıran işlerin yapılmasına izin verdiği gibi, kaybettiren işlere de izin verir. Eğer, Allah katilin elinden tutsa, hırsızın elinden tutsa; dedikodu yapan, gıybet eden, fitne fesadı teşvik eden insanların ağzına kilit vursa, bu takdirde açılan imtihanın kaybedeni olmaz ve imtihan olmaktan çıkar.
O halde, güzel işler yapan kimselere fırsat verildiği gibi, kötü işler yapan kimselere de fırsat verilmesi adaletin gereğidir.
Ancak şunu da unutmamak lazım: Küfür devam eder zulüm devam etmez. İsrail zulmü elbette bir gün bitecek ve zalimler cezasını çekecek.
Sorularla İslamiyet