RİSALEHABER
Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-3 kitabından naklen
Halil Yürür Ağabey Anlatıyor:
1960 ihtilalı sırasında Ceylan Çalışkan Ağabey, Mehmet Fırıncı ağabeye: “Biz şimdi ihtilal var diye neşriyata ara verirsek, bir daha ne zaman başlayacağımızı bilemeyiz” dedi.
Bunun üzerine, Fırıncı ve Mehmet Birinci ağabeylerle beraber beş bin adet Uhuvvet Risalesi bastırdık. Kitapları Fırıncı ağabeyin üstünde gösterip, önceden Cağaloğlu Basın Polisi’ne de verdik. Vermeye mecburduk zira polis adım adım takip ediyordu, yoksa basamazsın.
İzin aldık güya, fakat ‘60 ihtilalı havasında depoyu bastılar. Kitapları Yedikule’de Üzeyir Şenler’in babasının boya fabrikası vardı, oraya koymuştuk. Bu fabrikada ben aynı zamanda cep aynası yapıyordum. Eski filimleri beyazlatıyor, cep aynası kenarı yapıyordum onlarla.
Polisler geldiler, kitapların bulunduğu odayı ve içerdeki kitap kasalarının tamamını tek tek mühürlediler. Orası küçük bir odaydı…
1960 ihtilalının en kasavetli günlerinde gizli olarak basılan Uhuvvet Risalesi ile bundan 56 sene sonra Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle basılan aynı risale...
ÇATIDA BENİ TAKTILAR İPE AŞAĞIYA SALDILAR
Kitapları kurtarmamız lazımdı, bir plan düşündük: Önce aynı kâğıttan aynı şekilde matbaada kestirdik, yazısız boş kâğıtlar... Üzeyir’in babasına: “Bugün sabaha kadar filim yıkayacağım, anahtarları ver” dedim.
Vakit gece… Atölyenin çatısında beni taktılar ipe... Kitapların bulunduğu deponun penceresine kadar aşağıya saldılar… Pencereden depoya girdim. Sandıkların çivilerini mühürleri bozmadan birer birer penseyle çektim. Sandıktaki kitapların yerine o beyaz kâğıtları aynı şekilde yerleştirdim. Çivileri de yeniden aynı şekilde eski yerlerine çaktım. Beş bin kitabı oradan ta fabrikanın tavanına kadar çektik. Omuzlayan bir yerlere taşıdı kitapları. Çorumlu Rıdvan vardı, bilhassa kitapları dağıtma işinde çok faydası oldu.
KARAKOLUN ARADIĞI KİTAPLARI KARAKOLDA MUHAFAZA ETTİM
Ben kitapları bavullara koydum, Tekirdağ’a gittim, garajda indim, gittim doğru karakola. Dedim: “Hemşerim şu bavullar biraz şurada dursun, ben bir yere uğrayıp geleceğim.” Biz İstanbul çocuğuyuz ya… Polisler: “Tamam kardeşim, şöyle koy” dediler.
Postanede bir kardeş vardı, Allah rahmet etsin Ziver vardı, Zübeyir ağabeyin adaşı. Ona gittim, dedim: “Kardeş kitaplar geldi, nereye koyacaksın?” “Nerde kitaplar?” dedi. “Karakolda” deyince; “Ne!” diye bir çığlık attı. “Kardeşim, sen ne yapacaksın sen” dedim.
Geldim kitapları aldım karakoldan, polislere de teşekkür ettim. Karakolun aradığı kitapları karakolda muhafaza etmiştim…
Üç sene sonra mahkemesi oldu bu kitapların. Açmışlar depoyu, polisler bir bakmışlar kasalarda hep beyaz kâğıtlar... “Ulan bu nurcular var ya…” demişler o zaman.