Fırka, grup ve cemaat anlamına gelmektedir. Siyasette ise parti ve hizip anlamını ifade eder. Kelamda ise itikadî görüş ve akım anlamını taşımaktadır. İslam tarihinde itikadi ve siyasi sahada ortaya çıkan akımlara, düşünce ekollerine genel olarak “mezhep” denmekle beraber, sadece itikadi yönü ile bakıldığı zaman bu gruplara “fırka” adı verilmiştir.
Fırka’nın çoğulu “Firak”tır. Mezhep, Arapça “Z-H-B” kökünden türemiş “bir amaca veya bir yere gidilen yol” anlamında bir kelimedir. Dindeki ıstılah anlamı ise, “inanç ve düşünce ekolu” olarak isimlendirilmiştir. (Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Selçuk Yay. İst. 1980, s.1) Kur’anı ve hadisi anlama ve yorumlama konusunda farklı anlayışlardan kaynaklanan ve fikir ve düşünce hürriyetinin en geniş şekilde uygulanmasından kaynaklanan farklı görüşlerin ve düşünce sistemlerinin ürünü olan mezhepler konusunda peygamberimiz sav şöyle buyurmuşlardır: “Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların biri dışında hepsi ateşte olacaktır. Kurtulan (Fırka-i Naciye) ise biri olacaktır; o da benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir.” (Tirmizi, İman,18; İbnu Mace, Fiten, 17; Ebu Davud, Sünne, 1)
İslam’da itkadî mezhepleri anlatan ve düşüncelerini ortaya koyan kitaplar genel olarak “El-Fark-u Beyne’l-Firak” isimleri altında yazıldığını görmekteyiz. Bu konuda en meşhur eser Abdu’lkâhir el-Bağdâdî’nin (v. 429/1037) El-Fark-u Beyn’l-Firâk” (İstanbul–1979) isimli eseridir. Yoldan çıkmış ve hakikati bulamamış fırkaların başlıcaları “Havaric, Şia, Mutezile, Kaderiye ve Cebriye” fırkalarıdır. Kelam bilginleri bunların aralarındaki ekolleri de sayarak sayılarını 73’e tamamlamaya çalışmışlardır. (Özler, Mevlüt, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Nun Yay. İst. 1996, s. 29–39)
Gayet tabiidir ki 73 fırkadan her biri kendini "fırka-i naciye" yani kurtulan fırka olarak kabul eder. Hiçbir insan bile bile yanlış bir yolda gitmez. Çünkü “insan fıtraten mükerrem olduğundan daima hakkı arar, ancak bazen hak yerine batıl bir fikre sarılır ve hak diyerek koynunda saklar.” Günümüzde de her görüş sahibi kendi görüşünü doğru kabul ederek müdafaa ettiği bir gerçektir. 73 fırka hadislerinde geçen "biri dışında hepsi ateştedir" ifadesi ile Hz. Peygamber biri dışındaki fırkaların görüş ve düşüncelerinin yanlışlığına dikkat çekmiştir. Şatıbî, aynı meselede şuna dikkat çeker: "Biri dışında hepsi ateştedir" ifadesi, zahirde tehdid hükmünü iktiza eder. Cehennemde ebedilik veya ebedi olmayış "meskutun anh"dır, yani belirtilmemiştir. Dolayısıyla cehennemde ebediliğe bu ifadede bir delil yoktur. Çünkü cehennemle tehdid kâfirlere yönelik olabildiği gibi, asi müminlere de yönelik olabilmektedir." (Şatıbî, Ebu İshak, el İtisam, Beyrut, 1995, s. 413)
Bediüzzaman, “Mucizat-ı Ahmediye Risalesi”nde mezkur hadisi zikrettikten sonra, kurtulan fırkayı "Fırka-i naciye-i kamile, Ehli Sünnet ve’l-Cemaat" tabiriyle ifade eder. (Nursi, Said, Mektubat, Yeni Asya Neş. İst. 2001, s. 106) Yani kamil manada kurtulan bir tanesi olacak,o da Ehl-i sünnet ve’l-Cemaat mezhebi olduğunu belirtir. Diğerlerinin ise az veya çok haktan ayrılarak cehenneme gideceğini ifade eder.
Hz. Peygamber yere bir çizgi çizer, "işte bu doğru yol" der. Sonra bu çizginin sağına soluna başka çizgiler çizer. "Bunlar da başka yollar... Bunlardan her biri üzerinde o yola çağıran bir şeytan vardır" buyurur ve En’am suresi 153. ayeti okur: "İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyunuz. Başka yollara uymayın ki, sizi Allah’ın yolundan ayırmasın." (İbnu Kesir, Tefsir, Kahraman Yay. İst. 1985, III, 360)
Bediüzzaman bu meseleyi izah ederken şu hususlara dikkat çekmiştir: “Malumdur ki iki nokta arasında en kısa mesafe, doğrudur. Bunun dışında yer alan eğriler, az veya çok doğrudan inhiraf etmişlerdir. Mesela, Allah’ın sıfatları konusunda, o sıfatları inkar eden muattıla tefrit, onları mahlukatın sıfatlarına benzeten müşebbihe ifrat etmişlerdir. "Allah’ın bizce keyfiyeti meçhul sıfatları vardır" diyen ehli sünnet ve cemaat ise, istikameti yakalamışlardır. Keza, kader meselesinde kaderi inkar eden mutezile tefrit, insanın hür iradesini reddeden cebriye ifrat etmiştir. "İlahi kader vardır. Fakat insan cüzi ihtiyari sahibidir, dolayısıyla mesuldür" diyen ehli sünnet ve cemaat istikameti ifade etmiştir. (Sözler, 431 ; İ. İ’caz, 29, 77 ; 215)
Bu iki misal gibi, 73 fırkayı meydana getiren ekoller, ya ifrat veya tefrit ucunda yer almışlardır. İstikametli yorum ise ehlisünnetin olmuştur. Ehl-i Sünnet böylece peygamber (sav) in ve sahabenin yolundan giderek kurtuluşa ermiştir. Elhasıl, Ehl-i Sünnet dışında kurtuluş imkanı yoktur. “Muhakkikin-i Evliya, Resûl-i Ekrem (sav) in caddesinden hariç, ve onun arkasından gitmeyelerin hakiki envar-ı hakikate ulaşmasının muhal olduğunda ittifak etmişlerdir.” (Mektubat, 436)
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insanların Allah tarafından hak ve hakikati görmeleri ve anlamaları için inzal buyurduğu kitapların nazil olmasından sonra bu kitabı kabul etmeleri ve anlamaları konusunda ihtilafa düşerek fırkalara ayrıldıklarına dikkatlerimizi çekmekte ve “Kendilerine apaçık Beyyine/deliller geldikten sonra aralarında ihtilafa düştüler” (Âl-i İmran, 3:105; Beyyine, 98:4) buyurmaktadır. Bunun sebebinin de insanların mükellefiyet altına girmek istememeleri, ihlâstan ve samimiyetten yoksun olmaları, namaz kılmak ve zekât vermek istememelerinden kaynaklandığını belirtmektedir. (Beyyine, 98:5)
Kurân-ı Kerim inanları da “Toptan Allah'ın ipine sarılmaya, aralarında ihtilafa düşmemeye” davet etmektedir. (Âl-i İmran, 3:103) Bunun da ancak “Emr-i bil-maruf ve Nehy-i anil-münkeri yapan ve insanları hayra davet eden” (Âl-i İmran, 3:104) Gerçek bilginler tarafından sağlanabileceğini de belirtmektedir. Dini ayakta tutmak ve ayrılığa düşmeme konusunda uyarmakta, tefrikaya düşenlerin ise haddi aşma ve dinde aşırılığa kaçma ve düşmanlığa sapmalarından” dolayı olduğunu belirtmektedir. (Şura, 42:13–14)
Fırkaların ortaya çıkmasının tamamen yanlış olduğunu ve ayrılığa düşenlerin tamamının yanlış yolda olduğunu ve dalalete gittiklerini düşünmek ve kabul etmek çok yanlıştır. İnsan fıtratının gereği olarak Allah her insana farklı kabiliyet ve istidatlar vermiştir. İnsanların ihtiyaçları da çok farklıdır. Bu ihtiyaçlarına cevap verecek ve kabiliyetlerini geliştirmek için elbette farklı meslek ve meşreplerin ortaya çıkması zaruri ve kaçınılmazdır. Bu durumda ittifak, birlik ve beraberlik “taksimu’l-âmal ve teşrik-i mesai” yapmak sureti ile gerçekleşebilir. İnsanların ihtiyaçlarına cevap vermek amacı ile teşekkül eden farklı grup, meslek ve meşrepler konusundaki ihtilaflara “müspet ihtilaf” denilir. Kur’ân-ı Kerimin yasakladığı ve Allah'ın nehyettiği ayrılık bu müspet ayrılık değildir. Sosyal hayatı tahrip eden, insanların arasında kin ve düşmanlık tohumları atan, yardımlaşmayı ortadan kaldıran zararlı ihtilaflardır.
Amelî mezhepler dediğimiz “Hanefi, Şafii, Hanbelî ve Mâlikî” mezheplerinin hak mezhepler olduğunu bilir ve kabul ederiz. Çünkü bu mezheplerin amacı ve ortaya çıkış sebebi Müslümanların aralarını açmak ve birbirlerine düşman etmek değildir. Bilakis Müslümanların ibadetlerini kolaylaştırmak, Allah rızasını kazandırmak ve bu konudaki zorlukları ortadan kaldırmak ve ibadet konusunda Kur’an ve Hadisin anlaşılmasına yardımcı olmaktır. İtikadî mezheplerden Eş’ârî ve Maturûdî mezheplerinin çıkış sebebi ve amacı da budur. Böyle olduğu içindir ki Cumhur-u Ulemâ tarafından her altı mezhep de hak mezhep ve doğru görüş olarak kabul edilmiştir. Bundan anlaşılmaktadır ki hak bir değildir ve farklı mezheplerin farklı görüşleri de hak olabilmektedir. Hak ve hakikat insanların ihtiyaçlarına, zamana, mekâna ve şartlara göre değişmekte ve birkaç farklı görüş de hak olabilmektedir. Bu konuda taassuba düşmek doğru değildir. Bu durumda “Fırka-i Nâciye” dediğimiz kurtulan ve Allah'ın rızasına ulaştıran farklı mezhepler ve görüşler olabilmektedir.
Peygamberimiz (sav) “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, 1:64; Münâvî, Feyzu’l-Kadir, 1:210, 212) buyurması ihtilafların tamamının yanlış olmadığını ümmete yardım ve kolaylık olması ve insan ihtiyaçların cevap vermesi bakımından müspet manada ihtilafların olabileceğini ifade etmiş olmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin (ra) yorumu ile “Müspet ihtilaf, her biri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa'y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise ki, garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müspet hareket edemezler.” (Mektubat, 2004, s.451)
Fırka-i Nâciye ise, insanları cehennem azabından kurtaran ve Allah rızasına ulaştıran fırka ve grup anlamına gelmektedir. Peygamberimiz (sav) “Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaklardır. İçlerinden birisi kurtulacaktır. Kurtulan fırka ise cemaattir” buyurmuşlardır. (Ebu Davud, Sünnet, 4:197 -198, Hadis No: 4596, 4597; İbn-i Mâce, Fiten, 17, Hadis No:3991–92–94–95; Müsned-i Ahmed, 3:145)
Her fırkanın çıkış sebebi ve dayandığı bir gerçek ve haklı yönü mutlaka vardır ve bu sebeple ortaya çıkmışlardır. Bir hakikate ve haklı gerekçeye dayanarak varlığını sürdürmektedir. Tamamen batıl ve yanlış olsa asla tutunacak bir dal bulmaz ve fırka olarak devam edemez. Ama ne var ki içinde pek çok yanlış düşünce ve inancı barındırmaktadır. Bu sebeple bir doğrudan yola çıkarak yanlış istikamete götürmektedir. Yine bu sebeplerdir ki kendisini haklı bularak “kendi elindeki ile övünmekte ve sevinç duymaktadırlar.” (Rum, 30:32)
Peygamberimiz (sav) çeşitli hadislerinde “Sünnetine uymayı şiar edinen, sahabelerin yolunu takip eden, dinin konularda münakaşa etmeyerek Allah'ın emrini ve peygamberin sünnetini saygı ve hürmetle karşılayıp iman ile kabul edip gereği ile amel etmeye çalışan ve itiraz etmeyen, namaz kılarak kıbleye karşı duran mü’minleri küfür ile tehdit etmeyenlerin, Müslümanların çoğunluğunun görüşlerine saygı duyanların” kurtulacaklarını haber vermiştir. Müslümanların çoğunluğu ve ulemanın çoğunun ittifak ettiği görüşlerde yanlış olmayacağı yine hadislerde sabittir. Peygamberimiz (sav) “Ümmetimim çoğu yanılmaz ve yanlışta birleşmez” (Tirmizi, Fiten, 7) buyurmuşlardır. Bu vasıfları taşıyan fırkaya İslam bilginleri “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” adını vermişlerdir. Bu konuda taassuba ve aşırılığa kaçmak doğru değildir.