Bismillahirrahmanirrahim
Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder. Ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır. Ve mahlûkatın netice-i hilkatleri takarrur eder. Ve masnuatın kıymetleri bilinir. Ve bu âlemdeki makasıd-ı İlâhiyye vücud bulur. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatları ve sırr-ı îcadları tezahür eder.
Ve bu dehşet-engiz tahavvülât içinde
kahhârâne fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında
rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri görünür.
Ve fenâ ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir.
Ve kâinat baştan başa gayet mânidar bir kitab-ı Samedânî
ve mevcudat ferşten Arşa kadar gayet mucîzane bir mecmua-i mektubat-ı Sübhaniye
ve mahlûkatın bütün taifeleri gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbânî
ve masnuatın bütün kabileleri mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyârâta kadar Sultan-ı Ezelinin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi
ve her şey, aynadarlık ve intisap cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları
ve "Seyl-i mevcudat ve kafile-i mahlûkat nereden geliyor ve nereye gidecek ve niçin gelmişler ve ne yapıyorlar?" diye halledilmeyen tılsımlı suallerin mânâları ona inkişaf etmesi, ancak ve ancak sırr-ı tevhid iledir.
Yoksa, kâinatın bu mezkûr yüksek kemâlâtları sönecek ve o ulvî ve kudsî hakikatleri zıtlarına inkılâp edecek.
İşte şirk ve küfür cinayeti,
kâinatın bütün kemâlâtına
ve ulvî hukuklarına
ve kudsî hakikatlerine bir tecavüz olduğu cihetledir ki,
ehl-i şirk ve küfre karşı kâinat kızıyor
ve semavat ve arz hiddet ediyor
ve onların mahvına anâsır ittifak edip,
kavm-i Nuh (aleyhisselâm) ve Ad ve Semud ve Firavun gibi ehl-i şirki boğuyor, gark ediyor.
“Neredeyse öfkeden parçalanacak!” (Mülk Sûresi: 67:8.) âyetinin sırrıyla, Cehennem dahi ehl-i şirk ve küfre öyle kızıyor ve kızışıyor ki, parçalanmak derecesine geliyor.
Evet, şirk kâinata karşı büyük bir tahkir ve azîm bir tecavüzdür. Ve kâinatın kudsî vazifelerini ve hilkatin hikmetlerini inkâr etmekle şerefini kırıyor. (Şualar Sh. 17)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
SIRR-I VAHDET : Birlik gerçeği. Allah'ın birliği hakikatı.
KEMÂLÂT : Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.
TAHAKKUK : Delil ile ispat edilme, gerçekleşme.
MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar.
NETİCE-İ HİLKAT : Yaratılışın neticesi.
MASNUAT : Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar.
MAKÁSID-I İLÂHİYE : Allah'ın kâinatı yaratmasındaki maksatlar.
HİKMET-İ HİLKAT : Yaratılış hikmeti ve sebebi.
TEZÂHÜR : Görünme, belirme, ortaya çıkma.
DEHŞET-ENGİZ : f. Çok dehşet verici. Çok korkutucu.
TAHAVVÜLÂT : Bir halden diğer hâle geçmeler, değişiklikler.
KAHHARÂNE : Kahredercesine. Üstün gelerek.
FENÂ : Yokluk, yok olma
ZEVAL : Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek.
ÂLEM-İ ŞEHÂDET : Şehâdet âlemi, gözle görülen âlem, dünya, kâinât.
MÂNİDAR : Bir mânâ ifâde eden, nükteli, ince mânâlı.
KİTÂB-I SAMEDÂNÎ : Herşeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'ın yarattığı ve bir kitap gibi mânâlar ifâde eden dünya, kâinat.
FERŞ : Yer, yeryüzü.
ARŞ : Kürsü, taht, yüce makam; en yüksek gök; Allah'ın kudret ve saltanatının tecellî yeri.
MECMUA-İ MEKTÛBÂT-I SÜBHÂNİYE : Bütün kusur ve noksanlıklardan uzak olan Allah'ın mektuplarının mecmuası, toplamı.
SEYYÂRÂT : Gezegenler. Bir yerde durmayıp yer değiştiren şeyler.
GERGEDAN : Burnu üzerinde boynuzu bulunan ve file benzeyen vahşi bir hayvan.
İNTİSAB : Bağlanma, emrine girme, mâiyetine girme.
SEYL-İ MEVCUDAT : Akıp giden, değişen ve gelişen mevcûdat.
TILSIM : Herkesin bilip çözemediği gizli sır; fevkalâde kuvvet ve tesire sahip olan şey. Sihirli söz.
SIRR-I TEVHİD : Allah'ın birliğinin sırrı.
GARK : Batmak, boğulmak.
ŞİRK : Allah'tan başka ilâh tanıma, Ona ortak koşma.
TAHKİR : Hakaret etme, horlamak, aşağılamak.
AZÎM : Büyük.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
HİLKAT : Yaratılış, doğuştan gelen vasıf.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.