Ergenekon davası ile ilgili bilgilerin basına yansıyanlarından öğrendiğimize göre fişleme listeleri dikkat çekiyor.
Bir fişlenme mağduriyet hatırasını paylaşmak istiyorum.
12 Eylül 1980 günü üniversite son sınıf son ders bitirme sınavına girecektim. Ankara Etiler sitesinde bulunan dersane (talebe evi) olan arkadaşlarımın yanında geceleri ders çalışıyordum. Perşembeyi cumaya bağlayan gece geç saatlere kadar ders çalışıyordum. Saat 02 sıralarında yakınımızdan geçen Konya yolundan tankların geçişini gördük ama bir anlam veremedik. Sabaha karşı saat 05’te Kenan Evren’in ihtilal bildirisini dinledik.
Sınavlar falan güme gitti, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ertesi gün daimi kaldığım Sincan’daki dersanemize gittim. Bekleyiş sürerken bir süre sonra Sincan dersanemizi de polis asker karışımı kalabalık bir ekip bastı. Bizi 12 kişiyiz, aramızda lise talebeleri, ev sahibimiz var, jandarma karakol nezaretine tıktılar. Zaten topladıkları insanları Mamak askeri cezaevine gönderiyorlar sorgusuz sualsiz suçsuz da olsan 4 ay bekletiyorlardı.
Biz 4 gün sonra -inayeti ilahiden olacak ki – Yenimahalle jandarma bölük komutanlığına oradan da Güvercinlikteki Jandarma Tümen komutanlığına götürüldük. O zamanın tümen komutanı Hulusi Sayın.
Hulusi Sayın sonraları, Eşref Bitlis’ten önce Güneydoğu Anadolu asayiş bölge komutanlığı yapmıştı, yumuşak mizaçlı halka iyi davranan Eşref Bitlis ekolündendi o da emekli olunca Bahçelievler’de faili meçhul cinayetle öldürüldü.
Bu anekdottan sonra şimdi Tümen komutanı olarak huzuruna çıktığımızda; bize sordu “siz ne yaptınız da buraya geldiniz?”
“Biz niye geldiğimizi bilmiyoruz” dedik.
“Haydi gidin serbestsiniz” dedi. Mamak’a gitmekten kurtulduk. Bir çuval Risaleyi de sırtımıza alıp döndük şükür.
Sonra mezun olup öğretmen olarak tayinim Tokat il merkezine çıktı. Öğretmenliğimin ilk veya ikinci yılıydı Çankırı’dan bir mahkeme celbi geldi. Falan tarihte sanık olarak duruşmaya davet ediliyorum.
Sebebini anlamadım. Gittim gördüm ki, Çankırı’da Risale okuyorlar diye onlarca insanı toplamışlar mahkemeye vermişler. Aralarında benim kardeşim de lise talebesi olarak bulunuyor. Emniyette tutulan tutanakta benim de akşamları Çankırı’da yapılan risale okuma derslerine katıldığım yazılmış.
Halbuki ben taa Tokat’tayım, en az 600 kilometrelik bir mesafe var. Her gün nasıl katılayım. Devletin okulunda her saati belli derslere giriyorum.
Neyse mahkeme safahatı başladı hakim kimlik sorgulamaları yapıyor. Bana da sordu,
Dedim “Hâkim bey ben niye burada olduğumu bilmiyorum.” Kale aldılar mı almadılar mı bilmiyorum. Bizim arkadaşlar da o mahkemeden kaç duruşma sonra beraat etiler. Biz de o grubun içinde beraat etmiş olduk.
Şimdi olayın enteresan tarafına geliyoruz. Yıllar sonra görev değişikliği olarak Tokat’tan İskenderun’a kurum değişikliği ile tayinim çıktı(1985). İskenderun Demir-Çelik Fabrikalarında çalışırken Dörtyol İlçesi Emniyet Müdürlüğü Trafik şubesine Sürücü belgesi için başvurdum. Henüz sürücü okulları açılmamıştı. Sürücü belgesi sınavlarını emniyet yapıyordu.
Yazılı sınavları, direksiyon derken belgeyi almaya hak kazandık. Bir tarih verdiler, “falan tarihte gel sürücü belgeni al” dediler.
Verilen tarihte gittim, trafik biriminde görevli, hem sınavları da yapan komiser laz şivesiyle “hemşerum sen Nurculuktan fişlusun ehliyet alamazsun” dedi. Komiser, Karadenizli olmasından dolayı hemşericilik damarı ile ahbap olmuştuk. Şaka yaptı zannettim. Hayrola bu ne iştir? Ne fişi? Hayretimi ifade ettim. “İş ciddi, mahkeme kararı getirmen” lazım dedi.
Allah!!…Allah!!!. Nasıl bir iştir. Şimdi mahkemeye mi baş vuracağız fişleme listesinden adımızı sildirmek için… Devlet memuru ve yönetici olarak görev yaptım ve halen de memuriyete devam ediyorum. Nerden çıktı bu fişleme işi?
O sıra Cenab-ı Hak nasip etti bir arabamız oldu. Araba var ehliyet yok. Ne yapacağız şimdi? Ehliyet önemli değil ehil olmak önemli deyip araba kullanmaya devam ediyordum.
Sonra Çankırı’da bir grup arkadaşlarımızla birlikte adımız geçen mahkeme konusu aklıma geldi. Aynı davanın baş aktörlerinden hizmet ehli, öğretmen kardeşim, arkadaşım Ömer Ovacıklı’yı aradım. Daha başka isimler de var burada isimlerini yazsam kendi izinlerini almadan uygun görmedim. Onları bu vesile ile tebrik ediyorum.
“Ömer kardeş sizin şu yargılandığınız berat etiğiniz mahkemede belki benim de adım geçiyordur. O mahkeme kararının bir suretini gönderebilir misin?” dedim. Sağ olsun gönderdi. Kararın bir cümlesi içinde benim de berat ettiğim ibaresi geçiyordu. Emniyetin trafik birimine götürdüm ibraz ettim ve ehliyeti kurtarabildim.
Meğer ehliyete baş vurunca güvenlik soruşturması yapılıyormuş. Memleketimizin jandarma karakolundan “nurculuktan fişli” bilgisi gelmiş. Sonra öğrendim bunları.
Bu süreç 6 ay kadar zaman aldı. İşin garibi, nimet-i ilahi yönü, bu ara ehliyetsiz araba kullanıyorum, hiç trafik kontrolüne takılmadım. O kadar sıkı kontrol noktalarına rastladım, polis herkesi durdurur bana geç derdi. Hayret ederdim.
Ehliyet aldım ardından ceza almaya başladım. Ehliyete güvenince bu konudaki inayet kalktı demek ki. Hemen ardından ilk radar cezası ile tanışmış olduk.
Sözü nereye getirecektik. Katil, hırsız, arsız, her ne suçlu olursa olsun ehliyet alabilir. Nurculuktan fişli olursanız ehliyet alamazsınız. Evet bu gariplikleri de yaşadık.
12 Eylül binlerce insanı yaktı mağdur etti. 1402 sayılı bildiri mi genelge mi binlerce insan mağdur oldu. Meğer bizim fişlenmemiz, 12 Eylül sonrası, nezarete atılmamız, ve içinde olmadığım bir hizmet grubu ile adımın karışmasıymış. Çankırı’da Risale-i Nur hizmeti yapan arkadaşlar da her biri bir yerlere sürüldü. Sıkıntı çektiler. Şahsen adımın karışmasından dolayı hiç endişe etmedim. O hizmetlerde destan yazan arkadaşların içinde görünmekten dolayı iftihar ediyorum. Onları tekrar tebrik ediyorum.
Ergenekon denilen örgütün kuruluşu Bülent Orakoğlu’nun “İhanet çemberi” adlı kitabında 1978 yılına dayanıyor. Ruh olarak Osmanlı’nın son dönemlerinde başladığını yazıyor tarihçiler.
Fişleme işinin en basit mağdurlarındanım ama olayın garabetini dikkatlere sunmak istedim.