17 Aralık'ın ertesinde bir yazı yazmıştım. 23 Aralık'ta RisaleHaber'de de yayınlanmıştı: "Fitne mümkün olmayanı isteme sanatıdır!" Şener Aktürk Hoca'nın Türkiye'nin Kimlikleri kitabında geçen "Siyaset mümkün olanın sanatıdır!" cümlesinden mülhemdi başlık. Ve FETÖ'nün 17 Aralık operasyonuyla (25 Aralık henüz gerçekleşmemişti) dörtbir koldan oluşturmak istediği atmosferi eleştiriyordu. Yazım o dönemde FETÖ'cülerden çok tepki almıştı. Çünkü onların sözde yolsuzluk üzerinden ürettikleri argümanları Risale-i Nur'dan aldığı bir mantıkla çürütüyordu.
O mantığın yaslandığı metin de şu idi:
"Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiatına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi—Allah etmesin—bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi sûretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü't-tahrip ile, o sûreti bozmaya çalışacak. Şu halde, böylelerin fena zannettikleri Jön Türklerin nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşçı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilâl ve fesattır."
Münazarat'ta geçen bu metin, FETÖ'cülerin, AK Parti hükümetinin yolsuzluğa karıştığı ve bu nedenle meşruiyetini yitirdiği yönündeki argümanlarına cevap niteliğindeydi. Bize, Şener Aktürk Hoca'nın da zikrettiği üzere, 'siyasetin mümkünün sanatı' olduğunu hatırlatıyordu. Fertleri günahsız yaşayamazken hükümetler bunu nasıl başarabilirdi? İnsaflı olan hükümete de insan gibi bakmaktı. İyiliğinin kötülüğüne fazlalığı/azlığı noktasından analizde bulunmaktı. Fazlaysa iyiydi. Azsa kötüydü.
Bunun dışında, ancak vahiyle korunan peygamberlerden beklenebilecek bir ismeti hükümetlerden ummak, aslında 'mümkün olmayanı' istemekti. İsterse adalet namına istensin. İstenilen şey mümkün olmadığında yapılan şey anarşiye dönüşüyordu. İşte tam da bu yüzden yazımın başlığı; "Fitne mümkün olmayanı isteme sanatıdır!" idi.
Şimdi, aynı metni hükümetin FETÖ soruşturmaları kapsamında da hatırlamanızı istiyorum. 15 Temmuz gibi dehşetli bir hadiseyi yaşayan hükümet veya devlet, ne derseniz deyin, elbette ardından yürüttüğü bütün soruşturmalarda tam bir adaletle hareket edemiyor. Belki bazı temiz isimler de süreç içerisinde soruşturmaya uğruyor, görevinden atılıyor veya başka şekillerde mağdur oluyor. Bunların hepsi oluyor. İnkâr edemeyiz. Ancak şunu da hatırda tutmaya devam etmeliyiz: "Seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir." Hiçbir hükümet, hele böylesi bir fitneyle karşılaşmış bir hükümet, mutlak adaleti gerçekleştiremez. Yahut da adalet arayışının her aşamasında masumlara mutlak selameti sağlayamaz. Olamaz bu. Tarihin hiçbir döneminde başarılamamış birşeyi AK Parti hükümetinden beklerseniz, bu büyük bir hatadır.
Durumu netlikle ortaya koyalım: Bireylerinin kendisini gizlemesinden güç bulan bir fitneye karşı uyuşturulmuş devlet mekanizması harekete geçirilmeye çalışılıyor. Henüz hiçbir kurum tastamam temizlenebilmiş değil. Savcılar bile tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. 15 Temmuz'da şaşkınlığa uğramayanımız var mıydı ki, devlet de şaşkınlığa uğramasın. Devlet bizden hariçte, bizden başka, bizim gibi olmayan birşey değil. Bizden kurulu birşey.
"Hiçbirşey yapmayın!" demiyorum size. Tanıdığınız mağdurların haklarını elbette arayabilirsiniz. Hatta mağdurlar adına dernek kurup hak davasını sürdürebilirsiniz. Fakat ne olursunuz, 17 Aralık'ta FETÖ'cülerin düştükleri hataya düşmeyin, 'iyiliğin kötülüğe tereccuhu' mizanını kaybetmeyin.
Hükümetin FETÖ'ye karşı mücadelesinde eğer iyiliği kötülüğünü geçerse, hükümet başarılıdır. Kötülüğü iyiliğini geçerse, hükümet başarısızdır. Sürecin bir veya birkaç mağduru olmakla hükümet yerin dibine batırılmaz. FETÖ operasyonları çöpe atılmaz. Bu mücadele meşruiyetini yitirmez. Dev bir yapı, üzerindeki akreplerden dolayı şaşkınlıkla silkinirken, hiçbir masum çiçeğin incinmeyeceğini düşünen hata yapıyor. Çünkü bu mümkün değil.