Bediüzzaman’da esaretten geldikten sonra halvet ve uzlet isteği doğar, “Halvet ve uzlet bana sohbet ve muaşeretten daha ziyade hoş geldi. Ben de boğaz tarafındaki Sarıyer’de bir halvethane kendime buldum Gavs-ı Azam (RA) Fütuhu'l-Gaybi ile bana bir üstad ve tabib ve mürşid oldu” der. (Onuncu Rica)
Fütuhu'l-Gayb 78 bahisten oluşuyor. İmamı Rabbani’nin Mektubatı şahıslara hitaben yazılmıştır, ama Fütuhu'l-Gayb temaları açıklamak tarzındadır, genel bir muhatab vardır. O da idealize edilmek istenen ekmel ahval ile donatılmak istenen mümindir. Bahislerde genel bir sıralama yoktur, zuhurat ve ilhamat tarzındadır. Adeta denemeler türünde yazılardır. Montaigne’nin denemeleri de bu tarzda kaleme alınmıştır. Orda da her bahsin sonunda “dair dair” denir, burada da. Bahisler çok farklılık gösterir. Allah ile ilgili bahisler, Allahu Teala’ya yaklaşmaya dair, Allah’ın emrine teslim olma, Allah’ın yaptığı taksime rıza, Mevla’nın kapısından ayrılmama, Allah için buğza dair, Allah sevgisine başkasını ortak kılmama, Allah’a gücenmenin nehyi, Allahu Teala’dan başkasından bir şey istememe, Allah’a yakınlaşma, Allah’tan uzaklaşmaya mani şeyler, Allah’ın rızasını taleb etme, Allah’ın vahdaniyetine delil gösterme, Allah’la birlikte olma…
Peygamberimizle (asm) ilgili bahisler, Efendimizin şüphe ettiklerinden şüphe etmediklerine dönme, Efendimizin “fakirlik neredeyse küfür olacaktı”, “meşguliyeti benim zikrim olan kimse” hadisi.
Ağırlıklı olarak müminin dine taalluk eden halleri üzerindedir. Hayrı tavsiye etme, imtihan, manevi ölüm, dünyaya iltifat etmeme, mahlukattan fani olmaya, kalbin kederini giderme, keşf ve müşahade, nefis ve halleri, şehvet, mal sevgisinden kalbi uzak tutma, korku ve ümit, tevekkül ve makamlar, şikayet etmenin nehyi, vadine bağlı olma veya cayma, hayır ve şerrin iki meyvesi, vera, dünya ve ahiret ve ikisi için yapılması gerekenler, şikak ve nifak, nimet ve bela ile imtihan, uykunun yerilmesi, kul, mahlukat, hafa, nefs, irade ve emeller, belaya rıza, nimete şükür vd…
Ahlak bahisleri, nefsin iptilaları, tehlikeleri, sosyal hayatla ilgili konular bu yetmiş sekiz bahsin muhtevasıdır. Bediüzzaman bu kitaptan çok etkilenmiş, hatta o kadar etkilenmiş ki bir ara kaldırıp bir kenara koymuş, ama müsbet tesirlerini görünce tekrar onu okumuş, ona Üstad, tabib ve mürşit olmuş. Bu kitabın Nur talebeleri dahil bütün müminler tarafından okunması vaciptir, gerçekten insanı ciddi anlamda uyaran metinlerdir. 49. bahis “uykunun yerilmesi hakkında”dır. Gavs-ı Azam anlatır: “Allah’ın razı olduğu ve razı kıldığı buyurdu. Kim uyanıklığın sebebi olan şeye uykuyu tercih ederse, daha eksik ve daha aşağı olan bir şeyi tercih etmiş olur. Bütün maslahatlardan gafil olmuş ve ölüme yapışmıştır, çünkü uyku ölümün kardeşidir. Allah bütün noksanlıklardan münezzeh olduğu için O’na uyku isnat etmek caiz değildir. Aynı şekilde melekler de Allah’a yakınlıklarından dolayı uyku onlardan kaldırılmıştır. Cennet ehlinin durumu da böyledir, en yüksek, en temiz, en güzel ve en yüce mevkilerde bulunmaları hasebiyle onların hallerinde herhangi bir noksanlık söz konusu olmayacağından onlardan da uyku kaldırılmıştır. Bütün hayır uyanıklıktadır. Bütün şer de uykuda ve gaflettedir. Kim ki hevasına uyarak yerse çok yer, çok içer, çok uyur, pişmanlığı çok uzun sürer, kaçırdığı hayır da çok olur.
Az bir miktar haram yiyen mübah olandan hevasına uyup çok yiyen gibidir. Nasıl ki şarap aklı örtüp gizlerse, haram da imanı örter ve onu karanlığa boğar, iman karanlığa boğulduğunda artık ne namaz, ne ibadet, ne de ihlas kalır. Emirle helal şeylerden çok yiyen dinçlik, ibadet ve kuvvet bakımından az yiyen kimse gibi olur. Helal nur üzerine nurdur. Haram ise zulmet üzerine zulmettir, onda hiçbir hayır yoktur. Emrolunmaksızın hevasına uyup helal yemek ile haram yemek kendisinde hiçbir hayır bulunmayan uykuyu celbeder.” (Fütuhu'l-Gayb, 672)
Nimet ve bela konusunda şöyle denir: “İnsanlar iki kısımdır, nimetlendirilenler ve Rabbi Azze ve Celle’nin hükmü ile bela ile imtihan olunanlar. Nimetlendirilen kişi nimetlendirildiği şey konusunda üzüntü ve kötülükten hali değildir. Kendisine, malına, ailesine ya da evladına isabet eden türlü bela, hastalık veya açlık sebebi ile üzülmesi mukadder ise bu zorluklara muhatab olur. Sanki hiç nimetlendirilmemiş gibidir, nimetleri ve onların tadını unutur. Şayet o malı, mülkü, köleleri ve cariyeleri ile düşmanlarından emin hiçbir belaya uğramadan mamur bir halde zengin olarak kalsaydı, dünyadayken Mevlası‘nı tanımayacaktı.” (Fütuhu'l-Gayb, 665)
Dua ve icabet konusu “Arifin Rabbi‘nden istediği her şey kabul olunmaz. Çünkü vaad edilen şeylerin tamamının yerine getirilmesi onda recanın galip gelmesine ve helak olmasına sebep olur. Her hal ve makam için havf ve recanın olması gerekir. Bu ikisi kuşun iki kanadı gibidir, iman ancak bunlarla tamamlanır. Arif istediğinin kabul edilmesini vaad edilenin yerine getirilmesini talep etmesi halinde uygun bir davranış olmaz.” (Fütuhu'l-Gayb, 664)
Mevla’nın kapısından ayrımlamamaya dair. Allah’ın razı olduğu ve razı kıldığı buyurdu; “Rabbine isyan etmekten şiddetle sakın. O’na itaatinde gayretli ol, ne mahlukata iltifat et, ne de hevana ittiba! Dünya ve ahirette bir karşılık ummaktan vazgeç, zira kul da mülkü de Mevlasınındır. Kul olduğunu ve kullukla vazifeli olduğunu bil ve hizmetlerine karşılık bir şey hak etmediğini düşün.
“Mevlanı itham etmekten haya et, bilmez misin? O’nun katında her şey belli bir ölçüye göredir. Ertelediğini öne alacak öne aldığını da erteleyecek hiçbir güç ve kudret mevcut değildir. Sen iste yahut isteme, senin hakkında takdir edilen seni bulur. Bu hususta O’na şöyle olsun, böyle olsun şeklinde yol göstermeye kalkma.
“Başkalarının elindekine özenme ve onların senin olmasını talep etme. Her ne istiyorsan ya senin ya da başkasının nasibidir. Kısmetinde olan vakti geldiğinde mutlaka sana ulaşır. Şayet de bir şey kısmetinde yoksa ne sana nasip olur ne de bir çaba ile onu elde edebilirsin. O halde terbiyeni takın. “Kadere rıza göster. Emirlerine uymak ve nehiylerinden sakınmak suretiyle Rabbine itaat et. Bu işten başını kaldırma. Ne bir başkasına iltifatın ne de başka bir istikametin olsun. Hak Taala Azze ve Celle şöyle buyurmuştur ‘Sakın pek çoklarına onları sınamak için avunsunlar diye verdiğimiz dünya hayatının parlaklığına gözünü dikme Çünkü Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (Taha, 131)
“Rabbin başkalarının elindekilere bakmaktan ve onları talep etmekten seni men etmekte, onların birer fitne aracı olarak verildikleri haberiyle seni uyararak, sana bahşedilen rızık ve nimetle yetinmeni sana emretmektedir. Bil ki payına düşenle kanaat etmen senin için daha hayırlı ve daha bereketlidir. Sen bu ölçüyü kendine hedef tayin et. Her işinde temel düsturun bu olsun Bu anlayışla her makama erer, her türlü nimet ve sürura kavuşursun. Zira Halık–ı Zülcelal buyurmuştur ki:
“Yaptıklarından dolayı mükafat onları şimdiye dek gizli kalan hangi mutlulukların beklediklerini kimse bilemez.” (Secde, 17) Beş temel ibadetin ifası ve günahların terk edilmesinden daha büyük daha mübarek, Allahu Teala’ya daha sevgili ve O’nun rızasına daha layık bir amel yoktur.
“Aziz, Gafur, Rahim, Alemlerin Rabbi, Hikmeti sonsuz Mevla hepimizi sevip razı olduğu amellere muvaffak etsin, Amin.” (Fütuhu'l-Gayb, 623)
Müminin imanı ölçüsünce bela ile imtihan edilmesine dair “Allah kulunu imanı ölçüsünce durmadan imtihan eder. Kimin ki imanı büyük çoğalır ve artar, onun belası da büyür. Resulün uğradığı bela nebinin belasından büyüktür. Çünkü onun imanı daha büyüktür. Nebinin belası abdalın belasından abdalın belası da velinin belasından büyüktür. Her birinin ki imanı ve yakini ölçüsündedir. Bu konuda Hazret-i Peygamber (asm) şu kavl-i şerifine ulaşırız. Biz nebiler topluluğu belası insanlar arasında en şiddetli olanlarız. Sonra sırasıyla faziletliler ve daha az faziletliler…”
Allahu Teala sadat-ı kiramı sürekli imtihan eder. Ta ki daima huzurda bulunsunlar ve müteyakkız olsunlar. Çünkü o onları sever, onlar da muhabbet ehlidirler ve Hakk’ı severler. Muhip asla mahbubundan başkasını tercih etmez. Bela onların kalpleri için bir çengel, nefisleri için bir dizgindir. Onları gayelerinin ve Yaratıcının dışında bir sükuna meyletmekten alıkoyar. Bela kalbi ve yakini güçlendirir, iman ve sabrı sağlamlaştırır, nefis ve hevayı ise zayıflatır. Şayet nefis ve hevan senden bir şey isteyecek olursa hemen icabet etme, aksine dur ve Allah’ın izni var mı diye düşün, böylece dünya ve ukbada inşallahuteala salim olursun. Amin.” (Fütuhu'l-Gayb, 619)
Fütuhu'l Gayb herkesin uğraması gereken bir tabib, bu yüzden Bediüzzaman onu tabib olarak almış ve okumuş. Vazgeçilmez bir gerekliliktir bu kitap. Madem Bediüzzaman’ı yeni Said yapan kitaplardan biri o halde günde üç sayfa, beş sayfa kitap okuyup kendini mutlu addetmek yok öyle bedava…
1918 ile 22 yılları Osmanlıdan cumhuriyet Türkiye’sine geçiş dönemi denebilir. Aynı zamanda Bediüzzaman’ın Eski Said’den Yeni Said’e geçiş dönemidir. Bediüzzaman önceki döneminde farklı bir dünya görüşü ve mücadele tarzı ile yaşadı, haksızlıklara karşı çıktı, Osmanlının yıkılışını durdurmaya çalıştı, bu arada da eserler yazdı. Belki hissikablelvuku ile hissetmişti Osmanlı’nın Türkiye’ye doğru gittiğini. İstiklal savaşı ittihat terakki mensuplarının önde olduğu bir hareketti ve arkalarında kuva-yı milliye ve halk vardı. Belki de Bediüzzaman’ın işin başında olanların farklı bir devlet modeli ile ortaya çıkacaklarını hissetti. Ama gerçek olan şu ki artık imparatorluk dönemi sayfasını kapatmıştı, Bediüzzaman da Eski Said sahifesini kapatmak, yeni kurulacak devletin manevi bataryalarını doldurmak için içine kapanmak halvet ile olgunlaşmak istemişti, artık eski hayatı onun istediği sonucu vermemiş, imparatorluk ve ona bağlı kurumlar tarihe karışmakta idi. Yani bu dört yıl iki yönlü geçişti biri kurulacak yeni devlete, diğeri Yeni Said’e bunlar birbirine denk geldiler. Ve halvethane bu değişimin mekanı oldu, orada değişen Eski Said artık Eski Said tarzı mücadele ile gidemeyecekti, psikolojisindeki atiklik, hakperestlik yerini daha ihtiyatlı ve zulme tahammül eden bir kişiliğe terk etmesi gerekecekti.
Fütuhu'l-Gayb ve Mektuplar bu değişimin çekirdeklerini taşıdığı gibi daha sonra eserlerinin de çekirdeklerini taşıyor denebilir. Çünkü bu kitaplara baktım, tahminen ikisi iki bin sahifeyi buluyor, herkesi değiştirecek hakikat telkinler var, onlar tabib, müşfik, enis, hoca ve daha başka vasıflarla bizzat kendi tarafından ifade edilmişler.