Biz nerede hata ettik?
Galiba aynı yerde…
Belaları, musibetleri, vebaları, tokatları “Bizden öncekilere gelmişti zaten” fikriyle hikaye tadında sadece dinledik. Sanki onlardı müsabaka meydanı için planlananlar, biz ise cennet beleşçileriydik. Unuttuk… Cennet ucuz değildi! Allah mutlak Âdil’di!
Bize dokunmaz hiçbir fenalık, bize gönderilmez hiçbir afet zannettik. Hepsi geçmiş zamanın denizindeydi helâka müstahak olanlar. Ve gark oldular bitti, gitti. Biz ise hatasız olan kullardık. Gaflete düştük… Cehennem de lüzumsuz değildi! Allah gazap sahibiydi!
İmanımıza güvendik, birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olamayacağımızı hep okuduk ve de dinledik, sözde aklımız da yerindeydi ama kendimizden haberimiz yoktu çünkü cehl-i mürekkep ile boyanmış, kirlenmiştik. Hata ettik… Cennet temizlerin yeriydi! Allah El-Kuddüs’tü!
İş, güç, çoluk-çocuk, torun-torba sokaklarında kaçan mutluluk kovalamacasında ebe olan hep bizdik. Uğruna alemlerin yaratıldığı Habibullah Efendimiz (asm) sanki onu burada kovalamış gibi amel ettik. Haddimizi aştık. Burası hak etme yeriydi, hakiki saadet ve lezzet kabrin arkasındaydı. Acele ettik… Cennet günleri yakındı! Allah El Va’d idi!
***
Bu meşakkatli günlerden geçerken hasar tespiti yapabilmemiz için birçoğumuz evvela sefine-i hayatımızın nerelerden su aldığını görmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Görüp de, incecik ağaçların kayaları delen ipekvâri dokunuşlarındaki sır misillü, kısacık ellerimizle dağ gibi acizliklerimizden ancak O’nun adıyla işe koyulmamız gerektiğini düşünüyoruz.
O’nun adına sığınacak yüzümüz olsun diye önce her şeyi itiraf edip yüzümüzü eğerek tövbe etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Düşünüyoruz da… Biraz uzaklara dalarak düşünüyoruz. Sahi, biz nerede hata etmiştik? Yine aynı yerde galiba. Oysa ikram ve ihsanlar için “Sen” demekti yakışık alan. Kusur ve hatalar için “Ben” demekti müstahak olan. Evet o adam idi… Nefsini ıslah edemediği için bir türlü başkasını da ıslah edemeyen o idi…
Peki kimdi o meşhur adam?
O adam benden başkası değildi.
Demem o ki; hal-i hazırda mecburiyetlerimiz var. Madem durum böyle; öyleyse şimdi gün, önce kendine bakma günü olmak mecburiyetinde. Gazabını celbettik orası besbelli… Sokaklardan yuvalarımıza mecburi avdet ettirildiğimiz gibi, birbirimizin nefsini ayıplamaktan da, kendi nefsimizin kusurunu görmeye dönmek mecburiyetindeyiz. “Başımıza taş yağar tabi! Şu milletin haline baksana!” ötekiciliğinden sıyrılıp, “Bu musibette, kimsenin bilmediği ve de bilemeyeceği, kimsenin görmediği ve de göremeyeceği şahsi hata ve günahlarımın payı çok büyük! Derhâl istiğfar edip vazgeçmeye mecburum!” şuuruyla nefsimizi izole edip arındırmak mecburiyetindeyiz. Bu sadece maddi bir mikrop gibi görünebilir belki ancak vazifeden paydos ettirilmesi, her birimizin, tek tek şahsi alemlerimizdeki manevi mikroplar hükmünde olan günahlarımızdan temizlenip, ruhumuzu dezenfekte etmemizle de pek yakından alakadar olduğunu idrak etmek mecburiyetindeyiz.
Tüm bunları elbette ki sadece kısacık dünya hayatımızı tehdit eden bir mahluktan kurtulmak niyetiyle değil, ebedi hayatımızı tehdit eden manevi mikroplarımızdan arınmak ve cennete layık bir hâl almak niyetiyle yapmak mecburiyetindeydik zaten. Demek yapmamışız. Şu gözümüzle göremediğimiz mahluk belli ki buna bir kamçı olmak için vazifelendirildi. Allah bu! Bir mikroba bile nice faydalar takar. Hikmet sahibi El-Hakîm o!
Allah temizdir ve temizleri sever. Öyleyse haydi bahar temizliğine! İçimiz pırıl pırıl olsun ki rahmete liyâkat kesbedelim. Rahmete vâsıl olalım ki, dışımız da pırıl pırıl olsun. Nasip olur da bağlara, bahçelere çıkarsak eğer, sadece yıkanıp paklanmış sokaklardan değil, ruhumuzdan da etrafa saçılan misk gibi temizlik kokusunu ciğerlerimize doyasıya çekmek… Ne nezâfet!