Bugünlerdeki gazetelerde Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in anayasa turlarına başladığı haberlerini okumaktayız:
“Liderlerle yeni anayasa konusunda ön görüşmeler yapacak olan Çiçek, yarın saat 11’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 14’te ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi Meclis’teki makamlarında ziyaret edecek. Çiçek, muhalefet liderlerine anayasa uzlaşma komisyonu önerisi götürüp, anayasa konusundaki görüşlerini alacak.” (Basın)
Eminim bu kadar gailelerden, terörden ve kaosdan - bilhassa bir kısım uzmanların ifadesine göre 1984 yılından itibaren teröre 430 milyar dolar harcandığı dile getirilmektedir- ve halkın refahına ve ülkenin kalkınmasına gitmesi gereken milli gelirin heba edilmesinden sonra, bu defa sorunu anayasal zeminde çözmek için millet kendi hukukunu ve hakkını savunmayı sadece aristokrat ve bürokrat sınıftan beklemekle kalmayıp bizatihi kendi eli, dili olan “sivil toplum kuruluşları” ile olaya müdahil olacağının sinyallerini alıyoruz. Bir, bir buçuk asır bir gecikmeden sonra bunun doğru bir yol olduğuna ve sonuç da alınacağına inanıyoruz.
1876 dan beri demokrasiye geçmek için ciddi atılımlar yapmaya çalışan bu ülkede bir türlü sivil halk tarafından arzu edilen bir yönetim ve yasalar oluşmadı.
İstibdat, baskı ve tahakküm üzerine oturmuş meşrutî ve cumhurî yönetimler her daim varlığını sürdürdüler. Maalesef hakim güçler Üstad’ın dediği gibi; “Zulmün başına adalet külahını geçirip, istibdada cumhuriyet libasını giydirerek” baskıcı rejimlerini devam ettirmişlerdir.
Ülkemiz için bahsettiğimiz bu yönetim şekli ne yazık ki, bütün İslâm coğrafyası için de geçerlidir.
Bugün ülkemizdeki ve diğer Müslüman ülkelerdeki sıkıntının ana kaynağı despot rejimlerdir. Bir, bir buçuk asır sonra halkımızın ortaya koyduğu kıpırdanmalar, ayaklanmalar, bağırmalar, çağırmalar ve hatta dökülen kanlar, göz yaşları inşallah hak-hukuk noktasında Batı tipi gerçek bir demokrasiyi netice verecektir. Zira dilsiz ve sessiz olan, her şeyi yanlış yorumladığı “kadere” havale eden bir halk bugün demokratik bir şekilde hak talebinde bulunmakta ve bunu dünya kamuoyunu da arkasına alarak yapmaktadır. Önüne çıkan her türlü manilere, engellere, ajitasyonlara karşı şiddetle karşı koymakta ve metanetle direnmektedir.
Yapılan son kamuoyu araştırmasına göre, halkın ezici çoğunluğu (% 73’ü) artık darbe anayasasından kurtulmak istiyor.
Bu gayret, bu cansiperane mücadele elbette meyvesini verecektir. Bir zamanlar istikbalini, geleceğini “talihine bırakarak sadece yanlış bir tevekküle güvenenlere Bediüzzaman’ın dediği gibi;” Biçare talihinize siz de yardım ediniz. Bağdat dilencileri gibi olmayınız. Sizin bu teşebbüs etmeden, çalışmadan, gayret göstermeden tevekküle sığınmanız, Allah’ın kâinata koyduğu çalışma kanunlarına, sosyal kanunlara (meşiete) terstir.” Dolayısıyla zıddıyla tokat yersiniz. Yani cebir, baskı ve zulüm ile idare olunursunuz.( Münazarat)
Asrın başında Bediüzzaman’ın söylediği gibi hiç çaba ve gayret göstermeden sadece bürokratlarına güvenip tevekkülvari boyun eğenler maalesef bir asır boyunca eziyet, gözyaşı, sıkıntı ve sefalet içinde bir hayat sürdüler. Geleceğini teslim ettiği kesim saltanat ve refah içinde aristokrat bir hayat sürer iken, halk ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutuldu. Kendi öz yurdunda hakir görüldü, devlet dairelerinden tard edildi, okullardan atıldı, kamu yerleridir diye girmelerine, hizmet almalarına izin verilmedi, görev yapmalarına müsaade edilmedi, hak-hukuk göz ardı edilerek zenci muamelesi gördüler. (Elbette günü geldiğinde bu vicdanları sızlatacak uygulamaları çocuklarımız Amerikan romanları ve filmleri gibi okuyup, ibretle izleyecekler.)
Bu kadar fiili derslerden sonra halk; demokrasinin yolu kendi haklarını sahiplenmesinden, korkmadan ve çekinmeden savunmasından geçtiğini idrak etmiştir. Ancak kendisi sahiplenirse o zaman demokrasi kalıcı bir temele oturur. Batı toplumlarındaki gibi internasyonal kriterlere ancak topyekûn mücadele ile ulaşılacağını anlamıştır. Zira uğrunda Batı toplumlarının uzun bir savaş verdiği ve bugün bizim hedeflediğimiz Demokrasi altın bir tepside halka buyur edilmemiştir. Şu bir gerçek ki; kararlı ve ölümü göze alan bir mücadele sonunda aristokratik ve otokratik yönetimler yetkilerini devretmek zorunda kalmışlardır.
Şu anda Arap ülkelerindeki despot, zalim firavunların halkına reva gördüğü durum Batı’nın daha önce geçtiği aynı yoldan geçmenin yani, tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir.
Mahkemeye çıkmadan üzerine oturtulacağı kazıklar kendisine gösterilen Galileo mahkemede Psikopazlara” olur mu? Efendim! Dünya kutsal kitabımız İncil’in öngördüğü gibi düz bir tepsi gibidir” der ve affedilir. Galileo mahkemenin önünde görüldüğünde hayal kırıklığına uğrayan öğrencisi Andreas hocasının yüzüne bakarak şöyle bağırır:
“Yazıklar olsun şu halka ki; kendilerini kurtaracak bir kahramanları yoktur.”
Galileo da hocalığını konuşturur ve halka dönerek şöyle seslenir:
“Yazıklar olsun şu halka ki, sürüler gibi kendilerini kurtaracak kahramanlar ( çobanlar) beklerler.”
Büyük Fransız devriminin mimarlarından köle tüccarı Volter de bu konuda şöyle der; “kendilerinin kurtarılacaklarını bekleyenler, ummanlar ancak kölelerdir.”
Evet, kendileri kılını kıpırdatmadan, kurtarıcı bekleyen halklar, daima beyaz perdede masum genç kızı kurtaran kahramanın genç kıza yaptığı muamelenin kendilerine yapılmasından kurtulamamışlardır.
Son söz: geleceğimizi belirleyen anayasa çalışmalarında toplumun bütün kesimleri, sivil toplum kuruluşları, cemaatler, dernekler, kadın- erkek bütün sivil güçler bu defa çoban beklememeli. Kendileri çoban olup kaderine sahip çıkmalı ve yüz- yüz elli yıllık oyunu bozmalılar.
İnşallah bu defa oyun bozulacak, Bediüzzaman’ın münazarat’ta işaret ettiği gibi yüz yıl sonra ( ki, bu sözü 1911’de şarktaki aşiretleri dolaşırken Meşrutiyet ile ilgili bir soruya; yüz yıl sonra tamamen cemalini göreceksiniz, diye cevap veriyor) milletimizin arzuladığı gerçek bir anayasaya ve hakiki medeniyete kavuşmaya çok yakınız. İstikbal güzel günlere hamiledir.