“İslam garip başladı, başladığı gibi (bir hale) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” (Hadis-i Şerif)
İslam garip olarak başladı. Ve o garipliği tatbik eden mü’minlerde sürekli garip görüldüler. Aslında bazen anormal gibi görünen durumlar normaldir. Fakat anormalleşmeler normalleştiği zaman, birçok güzel haslet garipsenir. Ve bu yüzden İslam da garip başladı…
Evvela Peygamberimiz gariplerin en garibiydi. Gâh mecnun denildi kendisine gâh sihirbaz… Çünkü akılları ermiyordu. Nasıl olurda, tek taviz vermez. Nasıl olurda bu kadar insanı karşısına alır. Nasıl olurda tek eliyle bir ayı şak eder…
Kimsenin elini taşın altına koymadığı bir cehalet döneminde hakikatleri pervasızca haykırması gerçekten garipti… Harika derecesinde bir garabet…
Ve her asırda dininin müceddidini gönderen Rahman, ahir zamanda bir garip göndermeliydi… Çünkü cehalet dönemindeki putperestliğin suretperestliğe döndüğü bir asırdayız. Taife-i nisanın metalaştırılarak pazarlandığı ve tekrar değersizleştiği bir asırdayız. Dine afyon denilip insanları uzaklaştırdıkları bir asırda bir garip gelmeliydi… Hakikatleri pervasızca zalimlere haykırabilecek şecaat sahibi olmalıydı. Hem muhakemesi hem dini sağlam olmalıydı… İslamın izzetini canından öte bilecek bir garip olmalıydı… Bir sünneti yaşamak adına her türlü sürgünü kabul edecek kadar fedakâr olmalıydı…
Garip olmalıydı…
Amcasının çorbasının içmeyecek kadar istiğna sahibi olmalıydı. On beş yıllık medrese eğitimini üç ayda tamamlayacak kadar zeki olmalıydı. Kimsenin yanında konuşmaya cesaret etmediği paşalara Allah için kılınç çekecek kadar cesur olmalıydı. Kendisiyle kavga eden ilim talebelerini jandarmaya şikâyet etmeyecek kadar mert olmalıydı…
Garip olmalıydı…
Valinin içki masasını basacak kadar cesur olmalıydı. İlmin izzetini muhafaza namına namahremin suretine bakmayacak kadar iffetli olmalıydı. Üç yıl aynı hanede beraber yaşadığı kızları ayırt etmeyecek kadar… Garip değil mi sizce?
Koskoca Rus çarının önünde kalkmayan tek Müslüman oydu. Çünkü o garipti. Çünkü o canını değil sadece İslamın izzetini düşünüyordu… Asrın sahibiydi. Normal bir mümin gibi davranamazdı. O garipti… Ankara’da Mustafa Kemal’e hakikatleri haykıracak kadar cesur olmalıydı. Dünyalık makamı terk edip dağları mesken etmişti kendine… Bu kaçışı garipti biz insanlarca. Çünkü herkesin peşinde koştuğu mal, mülk, makam ve köşkü tepip bir dağa çekilmek… Sırf İslam’a zarar dokunmasın diye. İslamdan taviz vermemek için… Garipti bizce…
Garip olmalıydı…
Sürgüne götürüldüğü zaman o azizden tek ses çıkmaması da garipti. Yardıma gelenleri reddetmesi de. Bu kadar cesur olmasına rağmen, dehşetli komutanlara itiraz etmesine rağmen, milletin selameti için kendi nefsine ve canına gelen zarara susacak kadar da feragat sahibiydi… Hatta kendisine eziyet edenlere nurlarla imanını kurutacaklarsa hakkını helal edecek kadar mertti. En cüz’i hakkımızı hukukumuzu mümin kardeşlerimize karşı haykıran, zalime karşı ise susup taviz veren bizce garipti… Hemde çok garip…
Sürgün hayatı da garipliklerle doluydu. İstiğnası bir ömür boyu sürdü. Sürgüne gönderilmesinin hikmetini ihlâsa yönelme olarak hayra yoracak kadar garipti… Her olaydaki hikmet cihetine bakıp konuşurdu. Ona mülk ve melekût âlemi beraber açılıyordu çoğu zaman… Görmediğini yazmazdı o. Garip olan aslında sadece mülk yüzünü görmekti...
Ölümü de garipti. İbrahim gibi bütün putları devirerek onun dergâhına komşu oldu… Ve kabri de garipti kaçırıldı… Ve kısaca garip yaşadı ve garip öldü. Bugün vefatının üstünden tam yarım asır geçti… Garibüzzaman daha iyi anlaşılıyor. Garipliliği devam ediyor ama. Çünkü onun garipliği her haslette harikalığıydı aynı zamanda…
Kendi nefsim için… Bazen garip olmak, herkes dışlasa da en güzeli geliyor…
Rabbim Peygamberimize layık ümmet. Üstadımıza layık talebelerden eylesin… Mekânın cennet olsun. Aziz ve garip üstadım. Ruhuna binler fatiha… Tüm kalbimle ve zerrelerimle amiin…
Bir gün herkes seni daha iyi anlayacak! İslamın sadası gür çıkacak!