Bütün dış ve iç güç odaklarının zorlaştırıcı tutumları, yaptırımları muahezesinde Taksim Cami'nin inşasının, Cumhuriyet tarihini aşan bir geçmişinin, bir serencamının olması meselenin önceliği bir yana, önemini çarpıcı bir şekilde özetliyor olmalıdır.
Şükür, meseleye müdrik milletin iktidarının ceht ve gayretleri netice verdi, Taksim Camisi inşa edilip, ibadete açılmış oldu. (2021)
Meselenin ehemmiyetini anlamak için mevzuyu esastan ele almak gerekir. Bilindiği gibi istisnasız bütün medeniyetler bir dine dayanır ve oradan sudur eder, konumlanır, yapılanır ve vucud bulur. Dolayısıyla her medeniyet, içinden çıktığı dinin mekan, kurum, sanat, kültür, anlam ve nesne boyutlarıyla vaki sembollerini yerleşik şekilde taşır, onlarla kendini ifade eder, tanımlar, ortaya kor. Bu başat değerleriyle bulunduğu yere anlam katar ve anlam bulur, var olur, varlığını sürdürür.
Dünyada yaşayan önde gelen iki medeniyetin temsilcilerinden biri Hristiyan dünyası, diğeri İslam dünyasıdır.
İnsanlık tarihinin son bin yılı, hayat alanları kesişen bu iki medeniyetin çocuklarının yapıp etmelerine şahitlik eder. Bu iki geniş milletler topluluğunun tarihi gerek değer kümelerinin, gerekse hayat alanlarının kesişmesinin getirdiği gerilimin etkisiyle, karşılıklı yakini etkileşimle birlikte çekişmelerle, kavgalarla doludur.
Hakikatte kaynağı ve dahi mahiyetleri itibariyle ilahi dinlerin birbirleriyle her hangi bir zıddiyeti ve çatışması düşünülemez. Bırakın aralarında çatışma ve kavgayı, bidayetinde bir olan anlam amacına hizmet için vaaz edilmişlerdir. Netice itibariyle ilahi planda son gelen din ilk geleni tamamlayan bir anlam bütünlüğü taşır. Ne var ki zamanla esasın tahrifi, kutsalın araçsallaştırılması, anlamın nesneleştirilmesi, dinin dünyevileşmesi, terminolojisinin içinin boşaltılması maksadının aksi cihetlere çekilmesi, siyasallaşması, münhasıran bir iktidar davasına evrilmesi, menfaat ilişkisi ve kavga taşı olarak kullanılması noktasında ister istemez olası çatışmaları da kaçınılmaz kılmaktadır.
Üst anlamların dışında, böylesi menfaat endeksli yayılmacı anlayışın ayartması sonucu baş gösteren savaşlarda taraflar fethedilen yerleri kendi inançlarının rengine boyama, dengine getirme, alamet-i farikalarına dönüştürme yoluna giderler. Sözgelimi galip gelen Hristiyanlarsa camileri has yapısından sıyırarak konumlandırır, kendi kutsalını simgeleyen ikonları ilave eder, kiliseye çevirir, kubbesinin tepesine haç yerleştirirler. Fethin fatihi Müslümanlarsa kiliseyi caminin amacına uygun hale dönük kılmak için var olan ikonlardan, simgelerden arındırır. Kıble esasında mihrabını, minberini, kürsüsünü konumlandırırlar. Hat tezyinatını, levhaları sergenini ilave eder camiye çevirir, kubbesine hilal yerleştirirler. Böylece her millet kendi medeniyetinin anlam bayrağını dalgalandırarak hakimiyetini ilan etmiş olur.
Misalen Mimar Mehmet Emin Yılmaz'ın hazırladığı "Kiliseye Çevrilen Türk Eserleri" adlı bir kitap çalışması var. Orada Osmanlı coğrafyasında temelden Türk eseri olarak inşâ edilip Türkler çekildikten sonra kiliseye dönüştürülen mimârî yapılar incelenmektedir.
Muhtevasında Macaristan, Bulgaristan, Makedonya, Moldova, Romanya, Sırbistan, Ermenistan, Gürcistan, Hırvatistan, Karadağ, Kırım, Ukrayna Yunanistan, Güney Kıbrıs'ın yanı sıra maalesef Azerbaycan, Bosna Hersek, Cezâyir, Kosova ve Türkiye'de kiliseye dönüştürüldüğü tesbit edilen câmi, mescit, çeşme, hamam, imâret, kervansaray, han, kule, medrese, mektep, minâre, namazgâh, saat kulesi, tekke ve türbe gibi çok farklı yapı türünde 334 Türk eseri yer almaktadır. Tabiki burada münhasıran Türklere ait bir liste olsa da ki o bile eksiktir. Endülüs gibi bilinenlerin yanısıra, İslam hakimiyetinin hüküm sürdüğü diğer coğrafyalarda kiliseye çevrilen camilerin listesi uzayıp gider.
Beri taraftan Hilalin cephesinde kendi farkıyla lehte benzer bir uygulamanın olduğu malum. En bilinen örneğiyle, Bizans ve Doğu Roma'nın Merkezi Konstantina, Müslüman Türkler tarafından fethedilip, şehrin ismi İstanbul olurken, şehrin en büyük Mabedi olan kilise, Ayasofya Camii şeklinde fethin sembolü olarak camiye çevrilmiştir.(1453)
Osmanlı devletinin zayıflayıp, yıkılması akabinde Ayasofya Camisi, Cumhuriyet idaresiyle birlikte bir oldu bittiye getirilerek 1934'te müzeye çevrilmişti. Nihayetinde yaşayıp gördüğümüz gibi milletin iktidarıyla birlikte Cami hakkı tekrar iade edilmiş, Ayasofya Camii olarak ibadete açılmıştır. (2020)
Tarihi seyirde, Cami ve Kilise kıskacında aleni yapılan Hilal ve Haç kavgası, ülkemizde, özellikle Cumhuriyet döneminde, haçın lehine, kripto (saklı Haç) bir mücadele seyri izleyerek faklı bir boyut kazandığı görülür.
Radikal laisizmi referans alan Kemalist rejim yönetiminde, Cami kavramı cari hükmünü "hükmen" kaybederken, aynı zamanda fiili olarak da yıkıma uğrar. Öyle ki camiler ya ihtiyaç fazlası diye haraç mezat satılmış, yakılıp yıkılmış, maksad harici kullanımlara ve tasarruflara gidilmiş veya makus kaderlerine terkedilmiştir.
Misalen İstanbul'un tarihi yarımadasındaki Fatih ilçesi sınırları içinde bulunan 281 cami ve mescit, resmi kayıtlarda yerleri belli olmasına rağmen maalesef artık yerlerinde yoklar.
Yeni yerleşim yerleri olarak oluşturulan semtler ki Ankara bunun tipik örneğidir, beldeler, siteler müslüman toplumların cami merkezli şehir konumlamasından uzak, tamamen camiden arındırılmış "mabedsiz mekanlar", "ezansız semtler" olarak dikkat çekecek şekilde seküler kılınmıştır. Ta ki millet sahip çıkabildiği kadar sahip çıkana kadar. Bütün zorluklara ve zorlamalara rağmen şehirlerde bodrum katları, varoşlarda gecekondu camiler, bilahare çevreden şehir merkezine ilerleyen büyük yapılar şeklinde camiler inşa edilmiş, milletin iktidarıyla birlikte eldeki tarihi kayıtlardan hareketle kimi tarihi eserler var kılınma yoluna gidilmiş, gidilmektedir.
Mabedler meselesi, genel ve kimi zaman durumsal konumlarıyla matematiki bir rakam, bir parmak hesabı, dar ve afaki bir takım fikirlerin çok ötesine uzanır. Mabedler manevi misyonuyla birlikte ait olduğu medeniyeti temsil eden somut bir belge, manevi bir sembol, evet kültürel bir iktidar, bir hakimiyet göstergesi ve meselesidir de.
Böyle olmakla birlikte düşünülsün ki, bir İslam memleketinde Müslüman ahalinin de yoğun olduğu bir semtte, mesela Taksim'de ana caddeden arka sokaklara açılan, bütün görkemliliğiyle 10 kilise 14 Kadetral mevcutken, aynı mıntıkada arka sokakta bir mescit evsafında bir cami ancak yer bulabilmiştir. Belli ki meydanın ortasında duran, ihtiyaç olmasına rağmen, ihmalin büyüttüğü kocaman bir soru ve bir sorun olarak karşılık beklemekteydi. Belli ki bu hal, rüzgarını bekleyen bayrak misali duruma el atacak ilgili ve yetkili birilerini bekliyordu. Burada o el "kayıtsız şartsız" inanmışlığıyla millet ve onun iktidarı olmaktadır. Nihayetinde öyle de oldu.
Tuhaf olan şu ki zamanında "Pera bölgesi" olarak özgür bırakılan bu azınlıklar mahalli zamanla imtiyazlı özerk bir bölge aykırı bir vaziyet almaya başlamıştır. Osmanlının son döneminde durumu ve oradaki ihtiyacı farkeden cennetmekan Abdülhamid Han, cami yapmaya niyetlenince iç mekanizmalarla birlikte ta Avrupadan tepki gelir. Taraflar cihetiyle meselenin ciddiyetine bu pencereden bakmak mümkün.
Gelgelelim Rahmetli Adnan Menderes'in Taksim camisinin tapulu yerinde cami yapılması fikri (1953) ve sonraki müspet girişimler bütünüyle Batı, batılı ve batıl dış ve iç unsurların verdikleri tepkiler sebebiyle yıllarca engellendiğini hayretle öğreniyoruz.
Gerek Ayasofya Caminin açılması, gerekse Taksim Cami'sinin inşası paçayı kaptırdığımız dış güçler ve uzantısı iç unsurlardan (saklı haç) kurtarmak için ciddi bir mücadeledir. Bunun, aynı zamanda cami üzerinden Hilal'e karşı haçlı unsurlarının kavgasının izini sürmek gibi ibret verici olduğu kadar, tersten öğretici bir yanında olduğu kesin.
Ayasofya veya Taksim Cami üzerinden yapılan insaflı tartışmalar faydadan hali değildir. Amma velakin hakikatsiz bir çok beyan "abrakadabra" ibaresinden öte bir şey değildir.
Ondandır ki her konu indi mülahazayla, dar dairedeki klikle, sığ idrak ile kavranamaz, açıklanamaz. Hele seküler mantıkla eşyanın hakikati, hakikatin anlamı, anlamın ruhu, ruhun manası kat'i surette anlaşılamaz, yorumlanamaz ve açıklanamaz. Taraflı, politize olmuş peşin fikirlerin tepkici refleksleri hak getire. Gizli kimliklerin stratejik hesaplı duruşları şaibe ve fesatlıktan başka bir şey üretmez.
Hülasa, gayet cami ve ehemmiyetli bir meseleyi getirip dar bir çerçeveye hapsetmek, kısır bir tartışmaya kurban etmek en hafifinden sığlıktır, ufuksuzluktur.
Biliriz ki cami, esasta Müslümanların ibadet etmek, namaz kılmak için cem oldukları yerdir. Yine biliriz ki, caminin cem ediciliğinin yanı sıra varlık yapısı olarak temsil edici, uyarıcı, tebliğ edici, nasihat verici, irşad edici, ihya edici, belirleyici bir şahs-ı manevisi vardır.
Bu yönüyle milletin "İslambol" diye tesmiye etiği İstanbul, bir anlamda mescitler, camiler, kubbeler, minareler, manevi abide şahsiyetler şehri olarak anılır. Aziz İstanbul ceddim Osmanlı'ının payitahtı olarak zamanında İslam aleminin de Payitahtı olmuştur. Çağdaş Ecnebi tarihçi Bernard Lewes'in enfes tespitiyle "Osmanlı, İslam konusunda öylesine samimiydi ki, âdeta kendi varlığını İslam'la özdeşleştirmişti: Ükesinin adı Memalik-i İslamiye idi, Hükümdarının adı Padişah-ı İslam'dı, ordusunun adı Asakir-i İslam'dı, din adamının adı Şeyhülislam'dı."
Ne var ki bir dönem maddi manevi her bir yandan külli musibetlere maruz kalmışız. Büyük oranlarda bir yıkıma, bir çoraklaşmaya bir savruluşa düçar olmuşuz. Bu süreçte o yakıcı ve yıkıcı umumi musibetten kurtuluş için canhıraş cehd ve gayret içerisindeyiz. Millet olarak çok yönlü, büyük ruhlu, küçük adımlar atıyoruz.
İmdi bütün olup bitenler ortadayken durduğu yerden ahkam kesmek, esip gürlemek en hafifinden kadim değerler ve kültürel kimlik kıstasında şuursuzluk, kendi anlamımıza uzak olmak gibi bir yabancılaşma emaresidir.
Bu cümleden olarak bilmeyerek karşı çıkmak gaflet, bilerek karşı çıkmak hainlik, karşı çıkmayı muhalif bir eyleme dönüştürmek kripto düşmanlık, açıktan açığa aksini dava etmek ecnebi düşmanın ta kendisidir.
Daha önemlisi Hilalin Çocukları olarak bu keskin tavırlara mahal vermeden, daha iyi olmak adına, eleştiri hakkımızı da saklı tutmakla birlikte, olanı kendi bağlam ve anlamı içerisinde anlamaya çalışmak, ortak nokta-i nazarımızdan güzel görüp, güzel düşünüp, güzel eylemek, işi kolay kılmak, olası eksiği-gediği el atıp tamamlamak gerektir vesselam ve selam.