Kendinden yine kendine kaçıyor. Kendi şüphesinden kendi imanına, kendi karanlığından kendi aydınlığına, kendi zulmünden kendi merhametine, kendi anlamsızlığından kendi anlamına. Durduğu yerlerde gözlerini gözlerine dikmiş umutsuz bir boşluk, manasız bir uçurum. İçinde kezzap misali fokurdayan bir ateş, ondan kurtulmak için dışındaki her şeye sarılıyor ama nafile, çaresi yok. “Hakikat ama kime göre hakikat?” sorusuyla yüzleşince hiçbir kıymeti kalmıyor hakikatin. Zira öznelliğe yazgılı bir şey mutlak bir inancın alakasına değmiyor. Mutlak bir duygu ile izafi bir şeye inanmak akıl karı mı?
Abdurrahman Arslan, "İslam’da kadın erkek eşitliği yok, çünkü İslam adalet dinidir, eşitlik dini değil" diyor. Eşitliği bihakkın temin etmeyen bir adalet nasıl adalet olabilir ki? Adalet kime göre, neye göre? İzafi adaletler bugüne kadar insanlığın hangi derdine derman oldu ki! Mottolar kelimelerde cazip, gerçekte anlamlı hiçbir karşılığı yok. İnsanlık bu söyleme kulak verseydi bugün kadınların sahip olduğu hiçbir özgürlük olmazdı. Kadınların bugün sahip olduğu özgürlük mutlak manada iyi mi peki? Evet diye kolayca cevabı verilemeyecek müşkil bir soru bu. Nerden baktığına bağlı olarak değişir bunun cevabı. Baktığı yerin tek doğru yer olduğundan nasıl emin olabilir insan, daha doğrusu böyle bir eminliği neden ısrarla ister insan?
Seküler diye küçümsediğimiz yaşam dindarlıktan daha mutlu gibi. İslam ülkelerinde o kadar çok namaz, dua, ibadet var ama batıya nazaran insanlar daha mutsuz, daha huzursuz. Batıda gününü gün etme, zevk, eğlence, sefahat var. Ama sadece bunlar mı var? Liyakat, ehliyet, hakkaniyet, insana ve insan haysiyetine saygı da var. Bu son saydıklarım İslam dünyasında olması gereken ve nedense hiçbir zaman olmayan hususiyetler. Zamanımızı birbirimizi yemekle ve İsmet Özel, İslamoğlu gibilerinin saçmalıklarını konuşmakla harcıyoruz. Oysa ilgilenmeye layık o kadar bambaşka bir dünya var ki! Bilmiyorum, biz dindarlar mı çok kötüyüz dünya mı kötü? Dünya kötü diyenlerin kendileri ne zaman iyi oldu ki!
Aydınlanmaya kadar dünyanın hep kötüye doğru gittiği söylenirdi, aydınlanmadan sonra dünyanın hep giderek iyiye doğru gittiği söylendi. Hangisi doğru? Bütün genellemeler hatalıdır. Her kaidenin bazen o kaideden daha bol bir istisnası var. Artık şu bir gerçek ki hiç kimse modern dünyanın mevcut imkanlarını bırakıp geriye dönmek istemiyor. Doğalgazlı evi bırakıp köydeki harabede yaşamak isteyen kaç kişi gösterilebilir? Onun için “yeni bir medeniyet tasavvuru” tarzı romantik söylemlerin birçoğunun muallakta kalması mukadderdir. Okuyucunun biri “kalemini serbest bıraksan çok daha güzel ve özgün tespitler çıkacak, içinden geleni yazmıyorsun, seni tutan anlamsız bazı şeyler var, rahat bırak kendini, düşüncelerini açıkça ifade et” diyor. Ne zaman bunu yapmak istese içinden bir duygu frenler onu.
Doğru anlamak için kimsede bir çaba yok. Herkes anlamak istediğini anlamak derdinde. İnsanların derdi çoğunlukla üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek. Herhangi bir ideolojiye angaje olmamış rûşen-fikir bir zihin bulabilmek o kadar zor ki! İnsanlar ne dediğine bakmıyor, nerden dediğine bakıyor. Hakikati arama iştiyakı yerlerde sürünüyor. Hakikat adı altında yürütülen tartışmaların hiçbiri hakikat için yapılmıyor, hizbini-ideolojisini kurtarmak için yapılıyor. Mesela adam "Allah gaybı bilmez iddiasını ispat için yüz Kur'an ayeti getirseniz de yanlış. Çünkü Allah gaybı bilir" diyor. Sırf bunu dedi diye adam müşrik ilan ediliyor. Herkesin elinde tekfir kılıcı ve bu kılıcın kesmediği kelle yok. Tekfir kılıcının bu kadar faal olduğu bir diyarda özgür düşünce nasıl yeşerebilir ki?