Sathî nazar (yüzeysel, öylesine bakış) zulûmatlıdır (çok şeyleri gizler), anlamaz. Baktığına veya okuduğuna muhatap olmaz. Bu bakış, ömrünü veya vaktinin çoğunu eritir. Sendeki hikmeti boşaltır. İnsanı bir nevi serseri yapar.
Tahkikî iman için im'an-ı nazar (dikkatli ve inceden inceye tefekkür) şart. Özellikle bu asırda. Çünkü iman da elbise gibi yıpranıyor. Tamire ve bakıma ihtiyacı var. Bu ihtiyacın anlık, günlük, aylık periyodik yapılması elzem. Onun için, imandan önce ilim; imandan sonra da ihlas farzdır, deniliyor. İbadetin, ahlakın, muamelatın, hizmetin inkişafı, ancak ilim üzerine bina edilen imanın gelişmesine bağlı bir bakıma. Aklın istikameti, fevkalâde önemli. Kalbe de kuvvet biraz akıldan gidiyor.
İmandaki şek ve şüphelerin kalkması da önemli. Hani bir televizyonda görüntü bazen karıncalanır, netlik gider, görüntü kalitesi düşer. İşte imanın inkişafı, görüntü kalitesinin netleşmesi gibidir. İman inkişaf ettikçe, görüntü netleşecektir. O zaman da hakikat âlemini daha net, pürüzsüz ve aynıyla görürüz. Bunun için de hakikat avcısı olmak icab ediyor. Tabloyu görüp ressamı fark edemeyen gafilden farkımız kalmaz yoksa.
Rabbimizi bize tanıtan üç külli tanıtıcıyı tanırken, incelerken, okurken dâima uyanık ve gavvas (dalgıç) vaziyeti, bize epeyce pencereler açacaktır.
Risaleleri okurken, üstadın hep böyle bir gavvas halinde olduğunu görüyoruz. Anlayabildiğimiz kadarıyla, nurların cümlelerinde Kur'an'ı Hakîmin rehberliği ve Peygamberimizin (Aleyhisselam) tarz-ı tefekkürü hep kendini belli ediyor. Üstad hazretleri bu tefekkürünü bazen "Gece vakti, garibane dağlarda; sessiz sedasız, yalnız ağaçlarını hemhemeleri içinde" yaptığı gibi bazen de "feza-yı kâinatta süratle seyahat eden pek büyük bir geminin (yani dünyanın) yüksek bir mevkiinde" mevcudatın pencerelerinden Vacib-ül Vücuda bakarak ve baktırarak yapıyor ve yaptırıyor bu tefekkürünü.
Büyüklerin hâlleri, hâllerin büyükleri oluyor ya. Gerçekten âcizane bunları okurken bizim tefekkürsüz ve tezekkürsüz geçen dakika, belki saat ve günlerimize yanmamak, onlar için iç geçirmemek mümkün değil. Halbuki yaratılış hikmetimiz, varlık gayemiz her zaman, her dakika Halıkına iltica ve yalvarmak hamd ve şükür etmek değil miydi? Bunların tahakkuku ve izhârı da güçlü bir tefekkürle mümkün.
İşte bu mânaları okuyup âleminize yerleştirmenin en güzel vakitleri, geceler. Hususen gecenin seher vakitleridir. Üstad da bu zamanlarını sünnet-i seniyeye ittibaen hem tefekkür hem tezekkür hâlinde geçirmiş ve bunun ehemmiyetini anlatmış ve yollarını göstermiş.
Bu uzun girişi yapmama sebep olan 25. Söz'deki başlığın da içinde geçtiği ve Güneş'in vazifelerinin sıralandığı "Sanat-ı Rabbaniyenin intizamına bir zemberek ve hilkat-i Rabbaniyenin nizamına bir merkez ve Nakkaş-ı Ezelinin gece gündüz ipleriyle dokuduğu eşyadaki sanat-ı Rabbaniyenin insicamına bir mekik vazifesini yapıyor" cümlesi. Kur'an'ın üslûbundaki harikalığı, farklılığı anlatmak için, Nuh Suresinin 16. âyetinin izahında geçiyor bu cümle. Âyette Güneş bizzat ışık kaynağı olarak yaratıldığı için siraç, Ay ise sadece yansıttığı için nur kelimesi ile anlatılıyor .
25. Söz'deki Güneş ile ilgili uzun, izah cümlelerinden sadece bu cümle bile edebî sanat derslerinin konusu olmaya sezadır. "...Gece gündüz ipleri ile dokunan eşya..." ne harika bir benzetme değil mi?
Güneş, ışığı ve karanlığı zemin kafasına sırayla sarıyor ve böylece beyaz ve siyah iki ip ortaya çıkıyor. Güneş bu iplerle mekik dokuyor. Mekik dokudukça eşyadaki sanat-ı Rabbaniye yaratılıyor yani ortaya çıkıyor. Halının iplerle dokundukça, nakışların ortaya çıkması gibi anlıyorum âcizane bu cümledeki anlatılanları. Güneş bir mekik gibi gece gündüz iplerini sırayla çektikçe, ilim dairesindeki eşyanın üzerinden adına zaman dediğimiz bir büyük mürekkep geçmiş oluyor. Bu mürekkep, sırası gelen eşyanın görünür kılınmasına vesile oluyor. Eşya göründükçe de biz, şu kadar zaman geçti diyoruz. Hareket dursa, iplerle mekik dokunmaz olsa, zaman da duracak. O hâlde yaratılmanın zamana bağlı olmadan bir anda olacağı Kudret âleminde zaman da mekik de gece ve gündüz ipleri de olmayacak. Zaman kelimesi de kullanılmayacak. Zamanın, müddetin olmadığı, her şeyin bir anda olduğu o ebed âlemini zaman kaydı altındaki bu aklımızla anlamak mümkün değil.
Üstad, gece ve gündüz için kullandığı bu harika ip kelimesini memeler için tulumbacılık, meyveler için yuvarlak tatlı köfteler tanımını kullandığı 22. Sözde, ağaçlar ve dalları için de kullanıyor. Aynı estetik tat burada da var. Mevzuun devamındaki "Bu ipler uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar" denilirse, "O vakit her ipe padişahlık mânasını vermek lazım" cümlesi ise aynı sözün özetini veriyor.
Kur'an'da gece ve gündüzün değişmesini, birbiri arkasından gelmesini Cenab-ı Allah, kudretine ve hikmetine delil olan iki âyet olarak gösteriyor, örnek veriyor. Bu örnekler elbette akıl sahipleri, yani düşünenler için. Aklını kullanmayanları ise, pislik içinde bırakacağını bildiriyor.
Fakat bunlardan daha önemlisi, bu gece ipinin çekildiği dönemin yani gece vaktinin çok iktisatlı, meyvedâr kullanılması. Evlerin ıslahı, gecelerin ıslahına bağlı biraz diyebiliriz. Bir odadan bir odaya geçiş, hicret değeri kazanabilir. Kur'an tilaveti ve zikir için en elverişli dilim geceler. Gündüz, meşguliyet zamanı olarak seçilmiş. Gece ise, insanın âyette geçtiği şekilde istirahati için sanki fıtri bir örtü. Fakat bu örtüyü bazen delmek bazen de kaldırmak gerekiyor. Zira Cenab-ı Allah "Gece vakti yataklarından kalkarlar, korkarak ve ümit ederek dua ederler" buyuruyor. Sadece dua mı? "Kabir gecesinde, berzah karanlığında çok lüzumlu bir ışık" için de birkaç dakikasını ayırırlar belki.
"Rabbimize yalvararak, gizlice dua ederler" ihbarının belki de en güzel ve münasip vakti de gecenin sonuna yakın olan seher vakitleri değil midir? Şairin belki de bu mânalardan habersiz fakat intak-ı bilhak yazdığı:
"Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: "Nerdesin?"
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Aşıkıyım beni çağıran bu sesin" mısralarını çok sever ve sınıflarda sıkça okurdum.
Geceleyin bir sesle uykumun bölünmesini çok isterim. Sayılı zaman dakikalarımın gaflet anlarını bölecek sesi bu âciz de yıllardır arıyor. O dost sese âşık olunmaz mı?
Nur hizmet tarihinin müstesna mekânlarından Rize'nin Hisarlı köyünden Ceylan abinin damadı zarif, nâzik insan Ömer Kadir abinin uykusu biraz ağırdı. Birlikte kaldığımız dönemde onu kaldırmak için sabah namazında suyun kaldırma gücünden faydalanırdık. Ama sonrası mühim. Kalkar bizi tebrik eder, bize dua ederdi. Çünkü biz onun âşık olduğu çağıran sesi oluyorduk.
"Kusurları örtmede gece gibi ol" demiş Mevlâna. Sadece kusurları mı? Geceler, çok şeyi örttüğü gibi sessizliğin, bilinmez ve görünmezliğin de en güzel zamanlarıdır. Sadece Rabbine ayan olan kalbî yöneliş ve cehrî sızlanışların dâima açık olan rahmet kapısına en seri ulaştığı bu anlar, birer hazine değerinde. Diğer 'an'lar gibi her gece, bir defa yaşanıyor. Kıymetini bilelim. Yoksa kaçar.
Evet dostlar, bir ip benzetmesi bizi nerelere götürdü? Kâh vücudumuzu saran bir örtü kâh da gözyaşlarımızı saklayan bir perde olan geceler, bir ip de olsalar; hem tevhidin parlak bir delili hem de bizim kurbiyet perdesini delip ilerlememizde birer asansör durumundalar. Bizi nâzikçe sarıp sarmalayan bu zeminler kaçırılmamalı.
Selam ve dua ile.