Gecenin tebessümü

Leyla İPEKÇİ

Gecenin sessizliğinde bir tebessüm gibi görünür ay ve yıldızlar. Göğün karanlığında unuttuğumuz bir şeyleri hatırlamaya başlarız.

Ramazan geceleri, hatırlamak için kıymetli bir imkân sunuyor. Gökyüzüne bakmanın sayısız faydası, hikmeti olduğunu söyler bize Gazzali. Sahuru beklerken, o koyu sonsuzluğa daldığımda, gökyüzüne bakmanın kalplerdeki vesveseyi, üzüntü ve kederi azaltışını, Allah'ı hatırlatışını, hasretlilere teselli verişini, sevenlere arkadaş oluşunu, ellerini semaya açanlara 'yuva' oluşunu düşünmeye başlıyorum ben de. İyi geliyor.

Çünkü yıldızı unuttu insan. Artık ne yıldızlarla yön buluyoruz karanlıkta, ne yıldızları görebiliyoruz şehir ışıklarından. Yıldızı unuttuğumuz gibi toprağı da unuttuk. Domatesin toprakta değil, markette yetiştiğini sanıyor bugünün çocukları. Bazen üzerimizdeki elektriği atabilmek için basacak birkaç milimetrekare toprağı dahi bulamıyoruz.

Yıldızı, toprağı unutan insandan kendi varoluş anlamı da çekiliyor, siliniyor hızla. Topraktan gelip toprağa gireceğini inkâr etmek, yediğin her şeyin topraktan geldiğini bilmemek, kör bir sevgisizliği getiriyor. Neyi sevdiğini de unutuyor insan. Ne için sevdiğini de.

Sevdiğini unuttukça seven ve sevileni ayırmaya başlıyoruz. Hakikat parçalanıyor, izini düşüremiyor ikiye böldüklerimize. Bir'leyemiyoruz varlığı. Tevhidden uzaklaşan insanın kendine bakışı eksiliyor. Rabb'ine bakışı eksiliyor. Böylesi bir eksilme, hayatta da sanatta da, güzel'in evrensel hali'nden uzaklaştırıyor bizi. Yücelttiğimiz bölüp pörçük ölçüler ise bizi hızla çirkin'e yaklaştırıyor. Ona rastlıyoruz yol üzerinde ve onu 'güzel' olarak tanımlıyoruz. Domatesin markette yetiştiğini sanan çocuklar misali, bakışımız şaşılaştıkça, icra ettiğimiz eserlerde de gerçeğe yaklaşamıyoruz. Ayetin hatırlattığı gibi, "Allah'ı unutan insana, Allah da kendisini unutturuyor."

Devam etmeden önce bir koordinat belirlemesi yapayım. Güzel'in tarihsel değil evrensel bir şuura delalet ettiğine vardığım bir önceki yazımla birlikte, 'korku' ana temasını sonlandırmış bulunuyorum. 'Kötülük', 'şüphe' ve 'korku' olarak belirlediğim üst başlıkların bir yenisiyle, 'unutma' temasıyla devam etme niyetindeyim sanatta güzel'in ölçüleri üzerine düşünmeye. Bu yirmi sekizinci yazımdan itibaren bir süre unutma'nın farklı biçimlerinin sanatta güzel'i ararken karşımıza çıkan tezahürlerine yaklaşmayı deneyeceğim.

Unutma'nın karanlıkla ilişkisinin üzerinde biraz daha durayım. Zira öyle karanlıklar vardır ki, büyük unutuşun nuruyla aydınlatır gecemizi. Gereksiz, faydasız, vesvese saçan, kafa karıştıran, gerçekleri perdeleyen onca bilgi, onca yaşanmışlık dağılır gider, silinir hafızamızdan. Bazen de yüce hatıra'ya yaklaştırır bizi karanlık. Neyi unuttuğumuzu hatırlatır, güneş doğar gecemize.

Kendisini unutan insanın, kendini yeniden hatırladığı, varoluşunu Rabb'ine göre yeniden anlamlandırdığı bir bilme, tanıma, anlama, şuurlanma yolculuğu olan Hac'daki bir 'gece ritüeli'nden bahsetmek istiyorum meramımı daha iyi anlatabilmek için. Müzdelife'de yaşadığım bir tanıklık bu. Orada hacıların yerine getirmesi gereken rüknün adı meş'ar'dır. Şuurlanma yeri.

Arafat'taki marifet ve bilme vakfesi gündüzün aydınlığına, Meş'ar'daki Allah'ı anma, zikir ve şuurlanma hali ise gecenin karanlığına aittir. Arafat'tan Müzdelife'ye ayette denildiği gibi oluk oluk akar milyonlarca insan. Gece gümbürdemektedir adeta. "Arafat'tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin ve O'nu size gösterdiği şekilde anın." (2/198) Ve gecenin en koyu karanlığında, bu mahşeri kalabalığın içinde, kendi sessizliğimize, kendi tenhalığımıza kavuştuğumuz o anlarda, toprağa uzanır ve hatırlamaya, zikretmeye, anmaya başlarız.

Gece açılır, yavaşlar, uzar, uzar. İnsan olma uğraşımızın en uzun gecesi! Öncesinde Arafat, sonrasında Mina. Kâbe'ye daha çok var! Görevimiz toprağı eşeleyerek taş toplamaktır. Yetmiş taşın her biri bir kusurumuza, günahımıza, hatamıza denk gelecektir. Mahşerden önce kendimizi hesaba çekme, kendi günahlarımızı bizzat belirleyip onlardan arınma fırsatıdır bu. Kendi kendimizin hastası ve doktoru, sanığı ve yargıcısı olacağızdır. Mahşer provasını berrak bir biçimde görmeye başlarız gecenin içinde.

Fakat öyle her taş olmaz. Belirli büyüklükte, belirli özelliklere sahip olanlarını arayıp bulmak gerekmektedir. Toprak, taş ve ellerin dâhil olduğu bu kadim eylem, tam bir kendine dönme, kendini hatırlama vaat eder bize. Toprağın altında binbir zahmetle aradığımız her taş, nefsimizi kazıyarak ortaya çıkardığımız, belirlediğimiz ve teşhisini koyduğumuz hataları, günahları temsil edecektir.

Gecenin karanlığında nefsten ruha doğru gerçekleşecek bir miraç için kazıma, eşeleme, arayıp bulma ameli. Tanıma, tanışma, bilme. Anlama. Vakfe. Dua. Dua... Hayatta da, sanatta da, ana tema bu değil miydi? Ne için sevdiğimizi, ne için bu dünyadan geçip gittiğimizi, neyi unuttuğumuzu hatırlamak için.


l.ipekci@zaman.com.tr 
http://twitter.com/Leyla_Ipekci 
Zaman
 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.