Bediüzzaman Hazretleri, vefatına yakın yıllarda yapmış olduğu bir Ankara ziyaretinin mühim sebepleri arasında Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması için yetkililer ile görüşmek ve bu önemli konuya verdiği önemi bir kez daha iletmek olduğunu şu ifadelerle açıklamaktadır:
“Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyet’e ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyet’in kahramanı olan Adnan Bey’e ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikati söylemektir ki: “Hem Demokrat’a Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâm’ı, hatta bir kısım Hıristiyan Devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı müzahrefattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Ben ise; bu mesele için, otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim.”(1)
Burada Bediüzzaman Hazretleri çok önem verdiği üç önemli hususa vurgu yapmakta ve adeta bunların bir emanet olarak takip edilmesini tavsiye etmektedir. Bunlardan birinci husus, ezanın yeniden aslı gibi okunması hususudur ki, Adnan Menderes ve Demokrat Parti hükümeti, bütün husumet ve tepkileri üzerine çekmek pahasına, ilk icraat olarak bunu gerçekleştirmiş ve bu milletin gönlünde kıyamete kadar muhabbet ve duaya vesile olmaya devam edecek şekilde bu büyük icraata imza atmıştır.
Risale-i Nur’ların serbestisinin resmen ilan edilmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilmesi hususu da Bediüzzaman Hazretlerinin önem verdiği ve takip ettiği ikinci önemli konu olarak dikkati çekmektedir. Bu konu için talebelerinden Isparta Milletvekili Tahsin Tola’yı görevlendirmiş ve O da Başbakan Adnan Menderes ile görüşerek bu hususu kendisine iletmiştir. Başbakan Adnan Menderes, Diyanet İşleri Başkanı Eyyüp Sabri Hayırlıoğlu ile görüşmesi için Tahsin Tola’yı görevlendirmiş, yapılan görüşmelerde konu müzakere edilmiş, o zamanlar devlette çok etkili konumlarda bulunan mason zihniyetin engellemeleri sonucu Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu neşriyat gerçekleşememiştir. Fakat yine bu dönemde Tahsin Tola’nın da büyük desteği ile bütün Risale-i Nur Külliyatı Ankara’da matbaada basılarak serbest bir şekilde milletimizin istifadesine sunulmuştur. (2)
Risale-i Nur Külliyatında suç unsuru olmadığı hususu, TBMM’nde resmi olarak ilk defa Merhum Turgut Özal hükümetinin Adalet Bakanı Necat Eldem tarafından 1985 yılında ilan edildi. 12 Eylül hükümetinde Adalet Bakanı olarak görev yapan Milliyetçi Demokrasi Partisi Kahramanmaraş Milletvekili Rıfat Beyazıt’ın, 19 Ocak 1985 tarihli Milliyet’te çıkan “Kararı Siz Verin” başlıklı Risale-i Nur ilânı üzerine Başbakan Turgut Özal’ın cevaplaması talebiyle sunduğu soru önergesine cevap veren Adalet Bakanı Necat Eldem, “Risale-i Nur’da suç unsuru yoktur.” diyerek resmen serbestiyetini ilan etmiş oldu.
Risale-i Nur’ların devlet eliyle neşri hususu, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatta olan talebelerinin 2012 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptıkları görüşme esnasında gündeme gelmiş, Başbakan Erdoğan’ın verdiği talimat sonucu, o zaman Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Mehmet Görmez’in de büyük gayretleri sonucu Risale-i Nur Külliyat’ına dâhil olan bazı kitaplar Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında neşredilmiştir.
Bilindiği gibi 1991 seçimlerinin ardından Süleyman Demirel başkanlığındaki DYP ile Erdal İnönü başkanlığındaki SHP koalisyon hükümeti kurdular. İşte bu dönemde Ayasofya ile ilgili olarak ilginç bir gelişme yaşandı. DYP Isparta Milletvekili Ertekin Durutürk, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması için Meclis’e bir kanun teklifi verdi. Ama bu kez karşısında Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümet, teklifi gündeme bile almadı.
DYP-SHP hükümeti adına, Meclis’te verilen soru önergelerine verilen cevaplarda Ayasofya’nın neden camiye çevrilemeyeceği şöyle açıklanmıştı: "Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş olup, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümlerine göre de korunması gerekli kültür varlığıdır. Eski eser olması itibariyle, özelliklerinin bozulmaması için, halen restorasyonu yapılan Ayasofya Camiinin iç duvarlarında eşsiz değerde freskler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında badana ile kapatılan bu freskler, müze olarak kullanmaya başlanılacağı sırada, uzmanlar tarafından yapılan dikkatli ve titiz çalışmalar sonunda tekrar ortaya çıkarılmıştır. İbadete açılması halinde -İslam Dinine göre- fresklerin yeniden kapatılması, korunması gereken değerlerin bir daha ele geçemeyecek şekilde yok olmasına neden olacaktır. Camilerin bol olduğu İstanbul'da, çok sayıda turistin yurdumuzu ziyaret etmesine ve Hıristiyan âleminin geniş ilgisinin çekilmesine neden olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, İstanbul Şehrine ibadet yönünden hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, korunmaya değer özelliklerin de kaybolmasına neden olacaktır."
Fakat Isparta Milletvekili Ertekin Durutürk konunun peşini bırakmadı. 1994 yılında ülke yerel seçimlere doğru giderken bir kere daha Ayasofya’nın cami olarak açılması ile ilgili teklifi Meclis’e getirdi. Demirel Çankaya’da, Genel Başkan Çiller ise ABD gezisindeydi. Teklif, ANAP, DYP ve Refah Partili milletvekillerinin desteğini alarak sürpriz bir şekilde Meclis gündemine alındı. 1934’den sonra Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılmasına en çok yaklaşıldığı an buydu. Ama destek sayısı 150’de kaldı. Eğer 9 milletvekili daha destek verseydi, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi teklifi kabul edilecekti.
Son yıllarda Ayasofya konusu yeniden hararetli bir şekilde gündeme gelmeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26.03.2019 tarihinde İstanbul’da düzenlenen Trabzonlular Buluşmasında yaptığı konuşmada, Ayasofya’nın Cami olarak açılabileceğinin işaretlerini vermiş ve şu ifadeleri kullanmıştı: "Dediler ki Ayasofya ile ilgili olarak, hala ücretli olarak mı girilecek?' Ben de kendilerine dedim ki... Hayır Ayasofya'ya girişi ücretsiz hale getirebiliriz. Ve sadece ücretsiz hale getirmek değil. Seçimlerden sonra Ayasofya'yı tekrar aslına rücu ettiririz. Bu ne demektir? Yani Ayasofya'yı müze olmaktan çıkarıp Ayasofya'yı cami ismiyle müsemma hale getiririz.’’
İstanbul’un Fethinin 567. Yıldönümü münasebetiyle Ayasofya’da kutlamalar esnasında Fetih Suresinin okunması ve ardından mealinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından aktarılması, bu konuda yapılacak çalışmaları adeta ateşleyen bir konu olarak kamuoyunun gündemine oturdu. Bu kutlamalar vatandaşlarımızın büyük bir ekseriyeti tarafından takdir ve tebrik ile karşılanırken, Yunanistan tarafından gösterilen şiddetli tepkiler de dikkati çekti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, katıldığı bir TV programında bir soru üzerine Yunanistan’ın tavrına sert tepki göstererek şu ifadeleri kullandı: “Ayasofya Türkiye Cumhuriyetinin mülküdür ve fethedilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinde ezanın ya da Kur’an-ı Kerim’in nerede okunacağına biz başka birine mi soracağız?”
Osmanlı Devletinin Avrupa ve Balkanlar’dan çekilmesi ile birlikte geride bıraktığı cami, ibadethane ve medreselerin akıbeti, Avrupa devletlerinin bu konuda hiçbir şekilde söz söyleme haklarının olmadığının açık bir göstergesidir. Bu sürecin ardından bu ülkelerde bulunan binlerce Cami ve ibadethane ya yıkılmış, ya Kiliseye dönüştürülmüş veya başka amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır. Selanik başta olmak üzere Batı Trakya’da çok sayıda caminin başına gelen hazin akıbet, çok önemli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Osmanlı bakiyesi olan topraklarda, çok az sayıda Cami bu vasfını koruyabilmiş ve bunlardan önemli bir kısmı da son yıllarda yapılan çalışma ve restorasyonlar ile yeniden asıl hüviyetlerine döndürülmüştür.
Avrupa’da bu şekilde tahrip edilen veya başka şekillere dönüştürülen camilerle ilgili olarak bazı çalışmalar da yapılmıştır. Bu geniş konuya burada değinmemiz mümkün değildir. Ancak çok önemli bir örneği burada belirtmekte fayda görüyoruz. İspanya’da Endülüs Emevileri tarafından yapılan Kurtuba Camisinin, Müslümanların buradan ayrılmasından sonra başına gelenler, tam bir utanç sayfası olarak tarihe geçmiştir. 785 yılında temeli atılan ve bir yıl içinde ibadete açılan Kurtuba Cami, daha sonraki yıllarda defalarca genişletildi ve yeni bölmeler eklendi. Dünyanın her tarafından en kıymetli malzemeler getirilerek şaheser bir hale getirildi.
Yirmi kapısı bulunan caminin önünde özel portakal bahçeleri kurulmuş, her tarafta bahçeler, havuzlar, fıskiyeler, çeşmeler, Müslümanların abdest alabilmesi için pek çok şadırvan yapılmıştı. İşlemeler ve çok nefis yazı motifleriyle kaplı olan camiye giren insanlar hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Geceleyin binlerce gümüş kandillerden, fışkıran renkli ışıklar camiyi aydınlatıyordu. Camiyi aydınlatan 7425 kandilin yarısının senenin normal günlerinde; tamamının ise Ramazan ve bayram günlerinde yandığını, bunun için 24.000 okka zeytinyağı sarf edildiğini; ayrıca camiye güzel koku vermek için, her sene 120 okka amber ve ödağacı yakıldığını kaynaklar bildirmektedir.
Hıristiyan İspanyollar, 1492 (H. 897)’de Endülüs Devleti’ni yıkıp, Kurtuba’ya girince, ilk iş olarak bu camiye saldırdılar. Atlarıyla girip, buraya sığınan savunmasız Müslümanları acımasızca katlettiler. Bu mabette sergilenen vahşetin sonucu, caminin kapılarından kan akmaya başladı. Daha sonra altın minber ile fildişinden yapılmış rahleleri paylaştılar. Sonraki günlerde camide bulunan bazı bölümleri tamamen yıkarak burayı bir katedrale dönüştürdüler. Bugün bu eşsiz yapı, büyük bir tahribata uğratılmış bir şekilde Cordoba Katedrali olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. O dönemde sadece Kurtuba’da 600 civarında cami bulunuyordu ve hemen hemen tamamı, bu büyük vahşetten nasibini aldı. Bu çarpıcı örnek tek başına, Ayasofya için gösterilen özen ve hassasiyet de göz önüne alınınca kimsenin söz söylemeye hakkının olmadığı açık bir şekilde ortaya sermektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 4 Haziran 2020 tarihinde yapılan Ak Parti MYK Toplantısında, Ayasofya ile ilgili olarak çalışma yapılması talimatını verdi. Bu arada Danıştay, Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesi ile ilgili olarak alınan Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılan davayı gündemine alarak 2 Temmuz’da görüşme kararı aldı. TRT’de katıldığı bir canlı yayın programında Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konu ile ilgili olarak görüşlerini şu şekilde ifade etti: “Biz bir hukuk devleti olarak Danıştay’ın vereceği kararı bekliyoruz. Danıştay kararını verdikten sonra atılması gereken adımlar atılır.” Şimdi gözler 2 Temmuz’da Danıştay’ın Ayasofya ile ilgili olarak alacağı karara çevrilmiş durumda. Belki Cumhurbaşkanı, bir kararname ile Ayasofya’yı yeniden asli hüviyetine kavuşturabilir ve bugünkü yönetim sistemi ile bu da mümkündür. Fakat konunun bir mahkeme kararının ardından alınmasının çok daha doğru olduğu da şüphe götürmez bir hakikattir.
Bu mübarek mabedin yeniden cami olarak müminlerin hizmetine sunulması, ülkemize musallat olmuş şer şebekeler ve dehşetli komiteler ile birlikte, manevi musibet ve belaların def edilmesi için manevi bir kalkan vazifesi göreceğine olan inancımızı ifade etmek istiyoruz. Bugüne kadar milletin önüne prangalarla konulmuş ve zincirlenmiş birçok kapının açılması için büyük bir cesaretle kararlar alan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetimizden böyle bir icraatta bulunmalarını istemek, bu ülkeyi seven ve mümin olan herkesin de bir vazifesidir. Müslüman milletimizin de dualarla beklediği en büyük hasretlerinden birisi, bu şekilde gerçekleşecektir.
Hatta bu açılışın 15 Temmuz günü gerçekleşmesi halinde, FETÖ’yü kullanarak bu milletin iradesine el koymak isteyen ve geleceğimizi karatmak emelinde olan, milletimizin azim ve iradesi karşısında büyük bir şamar yiyen bu millet ve bu devletin düşmanlarına karşı, bu aziz milletin mükemmel, kalıcı ve hakiki bir cevabı olarak tarihteki muhteşem yerini alacaktır. Belki de Ayasofya’dan Kudüs’e doğru uzanacak bir büyük fütuhat dalgasının da başlangıcını teşkil edecektir.
Biz de bu vazifenin ehemmiyet ve manevi büyüklüğünün idrakinde olan vatandaşlar olarak Ayasofya’nın bir an önce manevi zincirlerden ve bu elim hüzünden kurtarılmasını istiyor ve bekliyoruz.
1-Emirdağ Lahikası II, Sayfa:236
2-Ali İhsan Tola, Nesil Yayınları, Sayfa:54-55