Kâinatın sahibine hamd ile, kâinatın kalbine salât ile…
Allah’ım, Sen âlemlerin Rabbisin.
Yâ Rasulallah (asm), Sen, kâinatın kalbisin.
Kalbi yaratan Allah, kalbin içinden geçenleri bilmez mi?
Sen bize hem yârsın, hem yadigârsın.
Yaratanımızdan armağansın.
Mübarek adını annemizin dilinden bildim ilk defa.
Ninniler ve ilahilerle işlendi ruhumuza mübarek adın.
“Adı güzel, kendi güzel Muhammed” diye diye
Yûnusça söylendi kulağımıza güzel adın. Kulağımızdan geçti, kalbimize işledi silinmemek üzere.
Dünyamıza bahar Seninle geldi. Hayatımıza hayat katan ne varsa, Seninle geldi ve Seninle düştü rahmet.
Sen, evvelki peygamberlerin müjdesiydin. “Gel ey evlât” diye seslenen Hz. Âdem’in ilk müjdesiydin. Asırlar asırları izledi.
Her peygamber gelişini bekledi ve Seni müjdeledi.
Senden bir önceki nebî, İsa Aleyhisselâm da Seni müjdeledi. Dahası, ümmetinden olmayı diledi Rabbimizden.
Kabul buldu duâsı.
Ârifler, muvahhidler, nice ruşenzamir zatlar hep Seni müjdeledi.
Onlardan biri de Senden yedi yüz yıl önce yaşamış olan Şair Ebû Kerid el-Hımyerî idi. Zamanının muvahhid bilginlerindendi. Bir şiirinde Sana ne güzel de işaret etmişti:
“Şahitlik ederim varlıkları yoktan var eden Allah’a.
İman ederim onun göndereceği rasule, yani Ahmed’e.
Ona yetişseydim, çağdaşı olma mutluluğuna erebilseydim, Yardımcısı olurdum onun ve de amcası oğlu.
Savaşırdım kılıncımla düşmanlarına karşı.
Düşmanları, düşmanlarım olurdu.
Siler, yok ederdim yüreğindeki elemleri, kederleri.
Gereken ne ise yapardım mutlu olması için.”
(Kâmil Miras, Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarîh tercümesi ve şerhi, Ankara, cilt: 4, s: 45.)
Evet, bu mısralar onun iman sahibi olduğuna işaret sayılmış ve Sen bir hadis-i şerifinde ondan “ehl-i tevhid” olarak söz etmiştin.
Geçmişe dair en büyük müjdeyi Sen vermiştin. “Benim adım, Tevrat’ta Ahyed, İncil’de Ahmed, Kur’an’da Muhammed” (Bediüzzaman, Mektûbat) diye müjdelemiştin.
Sende bir sır var. Kâinatın ruhu, hayatı var.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Sende saklı bir sırrı var, rahmetinin en parlak tecellisi var. Seninle bilindi ve değerlendi her şey.
Sen ki, kâinatın fahrisin.
İki cihanın güneşisin. Âlemlere rahmetsin.
Sen olmasaydın, olur muydu insanlık, olur muydu dünya, olur muydu kâinat? Bizler olur muyduk acaba?
O kadar saf ve berrak bir ayna idin ki, Sende özünü gördü bir kere Sana o gözle bakanlar. Bilenler bildi, görenler gördü. Sendeki sırrı ilk elden sahabelerin çözdü.
Risaletinin güneşinden perdesiz süzdü. Nurundan kana kana içtiler, nur olup gittiler. Bir yudum içenler, beş dakika sohbetinle müşerref olanlar, dünyanın en uzak köşelerine gittiler, Senden aldıkları nuru yaymak için, müjdeyi ulaştırmak için.
Sende bir sır vardı. O sırrı bilen bildi. Önce Hz. Hatice (ra), sonra Hz. Ebubekir (ra) bu
sırra vâkıf oldu. Sanki daha önce hiç doğmamıştı o çorak topraklara, o kızgın çöllere böyle bir güneş. Güneş sönük kaldı yâ Rasulallah (asm) Senin nurunun yanında…
Sen ki, canlı bir güneştin; yakmayan ve kavurmayan…
İçimizi ısıtan…
Anlayanlar anladı, bilenler bildi Seni. Ne mutlu, o mübarek gözler dünya gözüyle gördü Seni, sevdi Seni.
Sevmek ne kelime? Canlar verildi uğruna. Uhud’da mübarek bir dişin kırıldı diye, elleriyle kendi sağlam dişlerini kırdı Seni sevenler. Her şeyde, her hareketlerinde Senden aldıkları dersi, o kutlu mesajı yaymak için mesafeleri hiçe saydılar, ölümü göze aldılar. Yeter ki getirdiğin nur bilinsin diye, kalplerini ayna yaptılar bâtıla tapanlara, karanlıkta kalanlara. Kalplerindeki ışığı açtılar; mazlumların, mâsumların ve muhtaçların üstlerine saçtılar. Kısa zamanda dünyanın dört bir yanına yayıldı nurun.
Gölgesi olmaz ki nurun.
Sana benzemek istediler. Seni öyle sevdiler, ölesiye, canlar veresiye… Ama Sen, yaşatmak için vardın. Düşeni tutar, kaldırırdın. Rahmetin tecellisiyle dolu dolu yaşardın. Coşkun ve derin akardın.
Geçtiğin yollar, güller kokardı. Oradan bilirdi sahabelerin hangi sokaktan geçtiğini. Kolaydı yolunu izlemek…
Kâinatın tarihi yeniden yazıldı Seninle.
Dünyada yeni bir hayat başladı gelişinle. Kâinata yeni bir ruh üflendi sonsuz rahmetin Sendeki tecellisiyle.
Her şeyin bir gayesi vardı. Kâinatın, hayatın ve yaratılışın gayesi Seninle tamamlandı.
“Rahmeti gazabını geçmiş” bir Rabbin son elçisiydin, sonsuza dek elçiliği sürecek son rasulü ve nebisiydin.
Dağ, taş, deniz, yıldız, insan ve melek, ne varsa, cümle yaratılmış Seninle bir mânâ kazandı yâ Rasulallah (asm). Sen kâinatın ruhusun, hayatısın. Bir bedende hayat ne ise, bu kâinatta Senin de yerin o. Sen hayat-ı kâinatın nurusun, ruhusun ve şuurusun.
Sensiz hayatlar anlık.
Sensiz ülkeler karanlık.
Sensiz ömürler değersiz.
Sensiz her şey renksiz.
Sensiz kâinat eksikti. Geldin, tamam oldu. O ilahî rahmetin sonsuz tecellisi Sende karar buldu. Getirdiğin nurdan habersiz olan insanlar, başıboş sularda çırpınıp durdu, dünyaya geliş gayesini unuttu. Geldin ve hatırlattın nereden gelip nereye gittiğimizi ve ne olduğumuzu.
Yokluk karanlıklarından ziyâdar varlık âlemlerine yolcu olduğumuzu bir bir bize Sen ders verdin. Kur’an’ın âyetleriyle aydınlattın kararmış kalpleri. Felsefe çöplüğünde gerçeği bulmak adına kaybolan akılları Sen aydınlattın.
Ey rahmeten-lil-âlemîn olan Sevgili Peygamberimiz (asm), Sen aydınlattın. Mum, güneşin yanında ne ise, nurunun yanında sönük kaldı ruhsuz fikirler, insanlığa yön vermeye kalkan düşünceler.
Seni sevmek o kadar kolay ki… Yeter ki sevdirebilelim, tanıtabilelim, anlatabilelim… Hayatı seven, Seni de sevebilir. Seni seven, Allah’ı da sevebilir. Gülü seven, gülü yaratanı da sevebilir. Sevmeyi bize Sen ders verdin. Sevmeyi Kur’an’ın âyetleriyle bize Sen öğrettin.
Çünkü Sen, rahmet peygamberiydin.
“Anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibâret kalır.” (Sözler, Bediüzzaman) hükmünce, en büyük öğretmen Sen oldun. Mânâ-yı harfî ile baktın ve baktırdın. Yani güneşten güneş için değil, onu ışıklandıran zat için bahsettin. Asırlar sıralarında oturan insanlara ders verdin. Rahmetinle, şefkatinle kucakladın bütün asırları ve ümmetin olmaya namzet insanları.
Doğduğunda “ümmetim” diyen Sendin; mahşerde de “ümmetim” diyecek olan sadece Sensin. Madem ümmetinden olmakla şereflendirdi Rabbimiz bizi, şefaatinle de kucakla ey şefkatli Nebî, ey refetli Rasul (asm) bizi! Büyüdük, okullara gittik. O zamanlar oralarda adın
anılmıyordu. Okuduğumuz kitaplarda adın yoktu. Onu da öğrendik, onu da bildik.
Hangi hakikat gizli kalabilir ki gerçeğin güneşi doğunca?
Sen bizim hayatımızın canlı güneşisin yâ Rasulallah (asm)! Can nasıl yaşayamazsa nefessiz, biz de Sensiz olamayız. Hayatımız bir an Sensiz olamaz yâ Rasulallah
(asm)…
Hayatımıza hayatsın. Kâinat kitabını Kur’an ile ders veren en yüce öğretmensin.
Ey mübarek Rasul (asm), Sen olmasaydın biz olur muyduk, kâinat olur muydu, hayat olur muydu? Nurunla başladı, yaratılışınla başladı her şey. İlk adım, ilk safha. Ve risaletinle tamamlandı Rabbimizin o engin rahmeti, ey rahmeten-lil-âlemîn olan sevgili peygamberim
benim (asm)…
İlk olduğun için sonda geldin. Ne varsa her şey, kâinatın sırları Seninle bilindi, Seninle keşfedildi. Seninle açıldı, Seninle duyuruldu her asra. Ne olur, bizi yirmi birinci asrın karanlık dalgaları içinde yalnız bırakma. Rahmetinle kucakla, nurunla ruhlarımızı aydınlat ne olur. Biz ki, Seni sevmeye, yolunu ve dâvânı izlemeye çalışanlardanız.
Ölümün üzerindeki dehşetli örtüyü de Sen kaldırdın, ölümün siyah peçesini Sen açtın. Ölümün güzel yüzünü bize Sen gösterdin. Yokluğa değil, ebedî bir âleme yolcu
olduğumuzu bize Sen ders verdin. Sen, hayatınla da güzel, ölümünle de güzeldin.
“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”
Necip Fâzıl Kısakürek
Mehmed Âkif Ersoy’un o güzel şiirinde ifade ettiği gibi, medyundur, borçludur insanlık Sana, hem de ilelebet borçludur…
“Medyun Ona cemiyyeti, medyun Ona ferdi.
Medyundur o mâsuma bütün bir beşeriyet
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!…”
Sen ki, hasretini çekenlerin, saadet devrine yetişemeyenlerin, Sana ulaşamayanların da peygamberisin.
Unutma bizi bu dünya gurbetinde, unutma bizi. Vahşetin ve cehaletin çöllerinde unutma bizi.
Zaman zaman bulutlar perdelese de, nurunu gizlese de; sönmedi, ebediyen sönmeyecek, parlayacak nurun, parlayacak ışığın. Rahmetin bu asrı da inşaallah tutup kucaklayacak.
Her ülkenin, her insanın Sana ihtiyacı var.
“Göklere giden yolu bulmak isteyenler, Allah’ın elçisinin
yerdeki ayak izlerini takip etsin…”
Selahaddin Şimşek
Keşke anlatabilsek neler getirdiğini. Ellerimizle kararttığımız dünyamıza ne nurlar serptiğini bir bir anlatabilsek tüm dünya insanlarına. Kendi dilleriyle dillendirebilsek bu hakikati. Bu rahmet müjdesini onlara da ulaştırabilsek. Elmas yerine cam toplayanlar uyanacaklar birden, dirilecekler yeniden. Teselli bulup yeniden doğacaklar rahmetinin esintisinden. Dünyanın her
yerinde işitiyoruz bu müjdeleri. Sendeki nur, Allah’ın ebedî nuru.
Sen ki, insanlığın son sığınağısın. Sen ki, rahmetenlil-âlemînsin. Senin elinde parlayan o ilahî nur Senden değil, Rahman ve Rahim olan Rabbimizden. Onun için Seni sevenler şaşırmıyorlar, yanlış yollara sapmıyorlar.
Doğruların adresi, Sensin. Huzurun kaynağı Sensin. Sen ki nurunla her yeri kuşatan rahmeten-lilâlemînsin. Bu asrın garip çocukları olan bizler de Seninle beraber olmak istiyoruz…
Kalbimizin duâsı ne de çabuk kabul oluyor. Kalbi yaratan Allah, kalbin içinden geçenleri bilmez mi? Sen, hepimizin duâsısın. Sen, kâinatın iftiharısın, kâinatın duâsısın. Sen, kalplerimizin en hayatdar ve en temiz duâsısın. Rabbimizin her asra armağanısın. Hediyene
layık olmak duâsıyla, kabul buyur efendim…
Kalbi yaratan Allah, kalbin içinden geçenleri bilmez
mi?
Allah’ım, Sen âlemlerin Rabbisin.
Yâ Rasulallah (asm), Sen, kâinatın kalbisin.
Kalbi yaratan Allah, kalbin içinden geçenleri bilmez mi?
Ey kalbimizin sahibi olan Rabbimiz, her kalp, Seni sevmek, Seni bilmek, Seni tanımak için yanıyor, tutuşuyor.
Bazen yanlış adreslerde kayboluyor. Hakkı ararken bâtıla sapıyor. Bizi doğruya yönlendir. Bizi yanlış yollardan ve günahlardan muhafaza eyle…
Yâ Rabbî, Habib-i Ekrem’e dünyada, âhirette, kabirde,
mahşerde ümmet eyle… Onun şefaatini nasip eyle…
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasulallah…