İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Zamanında “Mirzâ Bediüzzaman” Diye Biri Yoktur. Muhatap, Direkt “Bediüzzaman Said Nûrsî”dir.
Bazı şahsiyetler vardır ki bulundukları döneme damgalarını vururlar ve isimleri o tarihe kazınır. Bazıları da vardır ki; bulundukları zaman diliminde tanınmazken sonradan bilinir olurlar. Çok nadir olan büyük şahsiyetler ise; bulundukları döneme damgalarını vurup isimlerini kazıdıkları gibi yılları, çağları delerek kendilerini, fikirlerini gelecek zaman dilimlerine de taşırlar.
İsimleri, insanlığın gönülleriyle beraber zamanlara yazılan bu büyük şahsiyetlerin bir kısmı; sadece maddi alanda yaptıkları icraatları ile insanlığa katkıda bulunmuşlarken, bir kısmı ise; sadece manevi anlamdaki irşatlarıyla ışık olmuşlardır. Bu büyük şahsiyetlerden çok nadirleri ise; her iki kanatla da uçabilmiş ve insanlığın önderi olmuştur.
Bu önder insanlardan da çok özel olanları; daha dünyaya teşrif etmeden yıllarca önce, yine böylesi çok özel zatlar tarafında, gelecekleri müjdelenmiştir.
Tarihin, onu görenlerin, ondan ders alanların, bıraktığı eserlerin, örnek hayatının, mücadelesinin, hatta ona düşmanlık edenlerin de şahadetiyle; bu özel şahsiyetlerden biri Üstâd Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleridir.
Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin 1878 yılında doğduğunu kesin olarak bilmekteyiz. Bununla beraber, kendilerinin bildirdikleri;
نه ياپهيم، عجله ايتدم، قيشده گلدم؛ سزلر جنّتآسا بر بهارده گلهجكسكۡز
-“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz.”[1] ifadelerinin;
نه ياپهيم، عجله ايتدم، قيشده گلدم
-“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim”
kısmını ebced ilmiyle tahlil ettiğimizde, Üstâd Hazretlerinin doğum tarihi olan “19 Şubat 1878” tarihine ulaşmaktayız.[2] Dikkat ettiğimizde; bu tarihin de bir takvim yılı içinde, baharın müjdecisi olan ilk cemrenin düştüğü zamana rastladığını görmekteyiz. Bu tarih adetâ; Bediüzzaman Hazretleri’nin, baharın habercisi bir cemre gibi dünyaya teşrif etmekte olduğunu, bizlere müjdelemektedir.
Her yeni takvimin ilk cemresinin baharı müjdelediği gibi Bediüzzaman Hazretleri’nin geleceği muştusunu da çok evvellerde bizlere bildiren, evliyaullahtan keşif[3] ve keramet sahibi büyük velî zatlar da olmuştur.
Büyük zatların bilhassa istikbâle dâir kerâmetleri, her zaman için ehemmiyet arz etmiş, insanlığa da manevî birer ışık olmuştur.[4]
“Uzak yerde taşlar görünmez, dağlar görünür”[5] kaidesince, eskiden beri büyük zatların kendilerinden sonra gelecek mühim şahsiyetlerden haber vermeleri tarihi bir vakıadır. Mesela Mevlâna Celaleddin-i Rûmî Hazretleri’nin İmâm-ı Nakşibend’den ve Molla Ahmed-i Câmî’nin İmâm-ı Rabbânî’den (Radi Allah-u Anhum) haber vermeleri bu nev’dendir.[6]
Bu misaller gibi,
Üstâdımız Bediüzzaman Said Nûrsi Hazretleri’nden seneler önce yaşamış bazı büyük, makbul, veli zatlar; yaşadıkları asırda, “dağlarvâri bir iman hizmeti” ortaya koyan Üstâdımız ve onun kıymetli eserlerinden de haber vermişlerdir. Hazreti Üstâdımızın geleceğini müjdeleyen büyük şahsiyetlerden birisi de İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî Hazretleri’dir:
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kimdir;[7]
Asıl künyesi Ebü’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el-Fârûkî es-Sirhindî olan; Hindistan’da yetişen, meşhûr İslâm âlimi ve büyük velî, âriflerin ışığı, velîlerin önderi, İslâm’ın bekçisi, müslümanların baştâcı, müceddid, müctehid ve İslâm âlimlerinin gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî (Kuddise Sirruhû) Hicri 14 Şevval 971’de (Miladi 26 Mayıs 1564) Doğu Pencap’taki Sirhind’de (Serhind) dünyaya geldi. Hicri 8 Safer 1034’te (Miladi 20 Kasım 1624) tarihinde de Sirhind’de, Hicri takvime göre 63, Miladi takvime göre ise 60 yaşında iken vefât etti. Kâbil asıllı bir aileye mensup olup soyu, Hazret-i Ömer’e (ra) dayanır.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (ks), “rabbânî” (kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından kâmil olan âlim) ve “müceddid-i elf-i sânî” (Hicri ikinci bin yılın müceddidi) unvanlarıyla bilinir. Hazreti Ömer’in soyundan geldiği için “Fârûkî”, Sirhind şehrinde doğduğu için Sirhindî nisbesiyle de anılır. Büyük bir âlim ve ârif olan bu zat ilmiyle âmil olmasından dolayı İmâm-i Rabbânî olarak meşhur olmuştur. Ayrıca ahkâm-i İslâmiye ile tasavvufu birleştirmesinden dolayı ona “Sıla” ismi de verilmiştir.
İnsanların i’tikâd, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen İslâm âlimlerinin yirmidördüncüsüdür.
İsmi, Ahmed ibni Abdülehad ibni Zeynel’âbidîn’dir. Lakabı Bedreddîn, künyesi Ebü’l-Berekât’dır.
İlk derslerini; tasavvufa ve özellikle vahdet-i vücûda dair birkaç risâlenin müellifi olan Çiştiyye ve Kadirî şeyhi, âlim ve sufî olan babası Şeyh Abdülehad’den (Hicri 927- 1007/Miladi 1521-1598) almıştır. Küçük yaşta Arapçayı öğrenmiş, Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemiştir. Tahsili sırasında “Kadirî” ve “Çeştîyye”, “Sühreverdiyye” tarikatlarından icazet almıştır. Daha sonra Delhî’ye giderek şeyhi Baki Billah’tan Nakşî tarikatının icazetini almıştır.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri henüz altı yaşındayken, ailesinin, hayatından endişe etmesine sebep olacak derecede ciddi bir hastalığa yakalanmıştı. Kendisini, o devrin meşâyihinin büyüklerinden olan Şâh Kemal Kâdirî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne götürdüler.
Şeyh Efendi aileyi, "Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil, büyük bir âlim ve eşsiz bir velî olacak" sözleriyle müjdeledi. On yedi yaşında iken bütün İslâmî ilimlerden icâzet almıştır.
Talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emretmiştir. İlim öğrenmenin gerekleri üzerinde çok durmuş, önce itikâdı düzeltmenin, sonra fıkıh bilgilerini öğrenmenin gerekli görmüştür.
Yazdığı mektup ve kitapları ile insanları gafletten uyandırmıştır. Zamanının padişahlarını, valilerini, kumandanlarını, âlimlerini ve hakîmlerini, kendilerine gönderdiği mektupları ile dine, sünnet-i seniyyeye teşvik etmiş aynı zamanda birçok talebe yetiştirmiştir.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin irşâd hizmetinde bulunduğu devir, hayli çalkantılı bir devirdi. Siyasî ve idarî açıdan bölgeye hükmeden Babür İmparatorluğunun tahtına çıkan Ekber Şâh, çok tehlikeli bir işe girişmişti. İslâm’a bağlı olduğunu hatta tasavvuf meşreb olduğunu ve tarîkata bağlı bulunduğunu iddia edenlerin bir kısmının içerisinde bulunduğu durum da oldukça problemliydi.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri böyle bir devirde hem kelâmî konuları çözüme kavuşturarak tevhîd-i edyân (dinlerin birleştirilmesi) politikasıyla hem de ortaya atılan birtakım i‘tikadî sorunlarla ve tehditlerle mücadele etti.
Fazîlet ve bereket membaı tasavvufun içine sokuşturulmuş olan bid‘atleri yaygınlaştıranlar da İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin tecdîdi vasıtasıyla hakikatle buluştular.
İftiraya uğrayan İmâm-ı Rabbânî bir müddet hapis yatmıştır. Hapishanedeyken dahi tebliğe devam etmiştir.
Eserlerinde İslam’ın esasları ve birlik beraberlik ve Müslümanlığın yayılması hususu üzerinde hassasiyetle durmuştur
Vefâtından yaklaşık altı ay kadar önceydi ve Berâet gecesi idrak ediliyordu. İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ile hanımı arasında bir konuşma geçti. Hanımı, sene boyunca neler yaşayacaklarını bilememenin getirdiği belirsizliği dile getirince, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri: “Niçin tereddüt ve şüphe ile söylüyorsun? Ya isminin, dünyada yaşayacaklar sahifesinden silindiğini görenin hâli nice olur?” şeklinde mukabelede bulundu.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri elli üç yaşına ulaştığında yakın talebeleri ve sâdık mürdlerine:
"Benim ömrüm ve hayatım hakkındaki kazâ-yı mübremin[8] altmış üç sene olduğunu ilhâm ile bana bildirdiler" buyurdular. Gerçekten de Hicrî takvime göre 63 yaşında Rahmet-i Rahman’a ulaştılar (Doğumu: Hicri 14 Şevval 971’de - Vefatı: Hicri 8 Safer 1034).
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (ks), Ecmîr seferinde bulunduğu sırada artık son günlerinin yaklaştığına dair önemli zuhûrâtlar ve işaretler söz konusu oldu. Seferden döndüğünde yakınlarını yanına çağırdı ve bu durumdan haberdar etti. Oğullarının yoğun bir üzüntüye gark olması üzerine, kalan hizmetlerini toparlayabileceği kadar bir süre daha hayatta kalacağını bildirdi. Bu bilgi, oğulları tarafından mutlulukla karşılandı.
İmâm-ı Rabbânî (ks) Hazretleri son günlerinde inzivâya çekildi. Yanına artık hizmetinde bulunanlar dışında pek kimse giremiyordu. Hayatı boyunca insanları irşâd eden, aşırılıkların mutedil bir seviyeye gelmesi konusunda mücadele eden İmâm-ı Rabbânî (ks) son günlerinde istiğfâr ve amelle meşgul oldu; infâka yoğun bir şekilde yöneldi.
Safer ayının sonuna doğru hastalandı. Ağır hastalığı devam ederken kısa bir süre sağlık hâli geldi ve bu günlerde elbiselerini taksim etti. Son öğütlerinde; “kurtuluş sırrına” dair mühim bilgiler aktardı.
Son sözü, lafzâ-i celâl olan “Allah” oldu.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin Hazret-i Üstadımızı müjdelemesi;
İstanbul’da, Mîlâdî takvime göre, 26 Eylül 1921 tarihinden sonraki günlerdir: Muazzez Üstâdımız, sıkıntılı bir zamanındadır ve kendine bir çıkış yolu aramaktadır. O sıkıntılı, muhasebe zamanında; önce, Gavs-ı A'zam olan Şeyh-i Geylanî Radıyallahü Anh'ın "Fütuh-ul Gayb" namındaki kitabını eline alır. Sonrasında da İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin “Mektubât” isimli kitabını görür. Her iki kitabı da bir ferah bulmak gayesiyle okur.
İmâm Rabbani Hazretleri’nin Mektubât’ını eline aldığında iki defa tefeül ederek açar ve kitabın; “Mirzâ Bediüzzaman’a” başlıklı 74. ve 75. mektupları önüne açılır. Her iki tefeülünde de aynı mektup çıkınca daha bir odaklanır ve mektupların başlıkları dikkatini çeker. İki kez tefeül yapılan yerlerde “Bediüzzaman” ismi ile hitap vardır. Bu bir tevafuktur.[9]
"Mirzâ Bediüzzaman" diye geçmesi ise, bu tevafuku daha da güçlendirmektedir. Çünkü Üstâdımızın babasının adı “Mirzâ”'dır. İşte bu tevafukla Üstâdımız, o mektupları “kendine hitap ediyor gibi” kabul ederek okur.
Bu tevafukun bir diğer tarafı da o zamanda, “Bediüzzaman” ismiyle bilinen bir kimsenin olmamasıdır. Peki böyle biri yoksa mektupların muhatabı kimdir?
Hadiseyi bizzat kendilerinden dinleyelim:[10]
-On bir sene evvel,[11] Eski Said'in gafil kafasına müdhiş tokatlar indi, "El-mevtü hakkun" kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Meded istedi, bir yol aradı, bir halaskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddüdde kaldı…..
İmâm-ı Rabbânî'nin Mektubât kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe'ül ederek açtım. Acaibdendir ki, bütün Mektubâtında yalnız iki yerde "Bedîüzzaman" lafzı var. O iki mektub bana birden açıldı. Pederimin ismi “Mirzâ” olduğundan, o mektubların başında "Mirzâ Bedîüzzaman'a Mektub" diye yazılı olarak gördüm.
“Fesübhanallah dedim, bu bana hitab ediyor.”
O zaman Eski Said'in bir lâkabı, "Bedîüzzaman"dı. Halbuki hicretin üç yüz senesinde, “Bedîüzzaman-ı Hemedanî”'den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum. Halbuki İmâmın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali, benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime deva buldum. Yalnız İmâm, o mektublarında tavsiye ettiği gibi çok mektublarında musırrane şunu tavsiye ediyor:
"Tevhid-i kıble et." Yani: “Birini Üstâd tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma.”
Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm:
"Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim?" tahayyürde kaldım. Her birinde ayrı ayrı cazibedar hasiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. O tahayyürde iken, Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle kalbime geldi ki:
“Bu muhtelif turukların başı ve bu cedvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur'an-ı Hakîm'dir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en a'lâ mürşid de ve en mukaddes Üstâd da odur.”
Ona yapıştım.
Bütün bu tavafukları topladığımızda akla şöyle bir yorum geliyor;
"Acaba İmâm-ı Rabbânî Hazretleri durbin nazarıyla, kendisinden sonra gelecek bir zatı dikkate alarak bu mektubu yazmış olamaz mı? İmâm-ı Rabbânî Hazretleri 'nin bir keramati olamaz mı?"
Hemen tenkide hazır olanlar vazifelerini yapacaklardır elbette; ama böyle bir yorumun ne gibi bir sakıncası olabilir ki tenkide tabi tutulsun.
-"Başkasına hitap ediyor..." diyenlerin de yorumlarını hoş karşılamak lazımdır. Zira bu bir kanaat meselesidir. Kimse kimseyi kanaatinden dolayı yargılamamalıdır denilmekte; fakat onlar bu kanaatlerine devam etseler de bir delile dayanmamakta olduklarından dolayı bizim itirazımız var. Zira İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin bu mektupları yazdıkları zamanda “Mirzâ Bediüzzaman” diye biri bulunmamaktadır. Şöyle ki;
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin yaşadığı zamana kadar ki tarih boyunca, “Bediüzzaman” isminde üç kişiden söz edilmektedir:
- Bediüzzaman-ı Hemedânî
- Bediüzzaman Eb'ül-İzz el-Cezerî
- Sultan Mirzâ Bediüzzaman
- BEDİÜZZAMAN-I HEMEDÂNÎ: [12] Mîlâdî 968 yılında İran'ın Hemedan şehrinde doğdu. Adı “Ahmed”, künyesi “Ebü’l-Fazl”, lâkabı “Bediüzzaman”’dır.
“Hafız Ahmed ibni'l-Huseyn ibni Yahyâ” şeceresiyle ve “Ebü'l-Fazl Bedîüzzamân Ahmed b. el-Hüseyn b. Yahyâ el-Hemedânî” asıl ismiyle tanınan, Arap edebiyatında “makame” türünün ilk örneklerini veren şair ve kâtip olan el-Hemedânî, edebiyata yeni bir tür olarak kazandırdığı makaleleri ile ünlüdür.
Aynı zamanda önemli devlet adamlarından, kız kardeşinin oğluna varıncaya kadar yazdığı mektuplarından oluşan Risâleleri de çok meşhûrdur.
Bediüzzaman Hemedânî ilk eğitimini kendi babasından aldı. Güçlü bir hafızaya sahipti; çok iyi Arapça bilirdi. Neşeli, arkadaş canlısı, alçak gönüllü, geniş kalpli ve sözünün eri bir insandı. Hemedânî, güvenilir bir hadis ravisi olarak da bilinir.
Hemedânî, Mîlâdî 1008 yılında, 40 yaşında, Afganistan'da Herat kentinde vefat etti.
- BEDİÜZZAMAN EB'ÜL-İZZ EL-CEZERİ [13] Asıl adı İsmâil b. Rezzâz olan Cezerî, Cezire ibn-i Amr'da, Mîlâdî 1136 senesinde doğmuştur. Künyesi Bedîüzzamân Ebû’l İz İsmail İbni Rezzaz El Cezerî’dir.
Merkezi Diyarbekir olan Artukoğulları'nın hizmetine girmiştir.
İslam'ın Altın Çağında çalışmalar yapan Müslüman Arap, hezârfen, mucit ve mühendistir. Sibernetiğin ilk adımlarını attığı ve ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilen El Cezeri'nin Leonardo da Vinci'ye ilham kaynağı olduğu düşünülür. Mekanik alanında eser veren bir İslâm bilgini olup İslâm tarihindeki en büyük mekanikçilerdendir.
Bu zatın en önemli eseri, “EI-Cami' beynel-İlm vel-Amel en-Nafi' fi Sınâ'atil-Hıyel” adlı eseridir. Almanca ve İngilizce'ye çevrilmiştir.
Mîlâdî 1206 tarihinde vefat etmiştir.
- SULTAN MİRZÂ BEDİÜZZAMAN[14] (İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin 74. ve 75. mektuplarının muhatabının Sultan Mirzâ Bediüzzaman olduğuna dair ısrarlı görüşler olması dolayısıyla bu zatın hayatını biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağız):
Mirzâ Bediüzzaman 1469 yılında Afganistan'da Herat kentinde doğdu. Timurlar Devleti hükümdarı Hüseyin Baykara'nın büyük oğlu, halefi ve Timuroğulları’ndan son Türkistan imparatoru, yani bir Doğu Türk Hakan’ıdır.
Babası Hüseyin Baykara, 1457'de Horasan'da ortaya çıkan karmaşık durumda uzun süren bir dönem biraz istikrar kazandırmak için büyük çabalar harcadıktan sonra 1469'da Horasan'ın merkezi Herat'ı eline geçirerek tüm Horasan'da tek Timurlar Devleti kurarak bu devlet hükümdarı olmuştu. Fakat 1490'lı yıllarda kendi oğullarının giderek bağımsız bir tutuma yönelmesi bu devletin egemenliğini sarsmaya başladı.
Baba Sultan Hüseyin Baykara, büyük oğlu Mirzâ Bediüzzaman'yı şimdiki adı Gürgan olan, İran'ın kuzeydoğusunda yer alan “Astarâbâd”’a (eski adı) valiliğinden alıp onu Belh valisi yaptı. Fakat geleneklere göre; Hüseyin Baykara’nın torunu ve Mirzâ Bediüzzaman'nın oğlu olan Muhammad Mumin'i, Astarâbâd valisi yapması beklenmekte iken bu atanma yapılmadı. Bundan gocunan Mirzâ Bediüzzaman, 1490'da babasına karşı bir ayaklanma çıkarttı. Ama Mirzâ Bediüzzaman'nin bu ayaklanması da başarısız kaldı ve ayaklanma bastırıldı. Fakat aynı zamanda oğlu Muhammad Mumin Herat'ta tutuklu olarak hapsedildi ve dedesi Hüseyin Baykara’nın emri ile idam edildi.
Bundan sonra Hüseyin Baykara ile oğlu Mirzâ Bediüzzaman arasında bir barış anlaşması imzalandı ama baba-oğul arasındaki gerginlik ve husumet devam etti. Hatta 1499'da Mirzâ Bediüzzaman Herat'a saldırıp kaleyi kuşattı.
1506’da Hüseyin Baykara öldükten sonra Herat merkezli Timurlar Devleti hükümdarlığı onun en büyük yaşayan oğlu olan Mirzâ Bediüzzaman'ya geçti. Mirzâ Bediüzzaman Herat'taki Timurlar Devleti hükümdarı oldu. Fakat Mirzâ Bediüzzaman'nın küçük kardeşi olan Muzaffer Hüseyin kardeşine karşı isyan çıkarttı.
Mirzâ Bediüzzaman bu isyanla uğraşmakta iken idaresi altına olan topraklara göz diken Muhammed Şeybani idaresindeki Özbekler tehdidi altında kaldı. Mirzâ Bediüzzaman, Kabul'da hüküm süren Babür Şah Muzaffer Hüseyin tarafını tuttu.
Babür, bu desteği sağlamak üzere Kabil'den ordusu ile Herat üzerine yürüdü. Babür Şah burada Hüseyin Baykara oğullarının Horasan hükümdarlığını idare edecek yetenekleri ve Özbeklerle savaşacak nitelikte asker kaynakları bulunmadığını anladı. Babür Şah Özbeklerle hiç çatışmaya geçmeden Herat'tan ayrıldı.
Ertesi yıl Muhammed Şeybani komutasındaki Özbekler, Horasan ve Herat'a saldırıya geçtiler. Herat'ı ellerine geçirerek Herat ve Horasan'da hüküm sürmekte olan Horasan'daki Herat merkezli Timurlar Devleti'ne son verdiler. Horasan ve Herat, Şeybani Hanlığı'nin bir parçası oldu.
Mirzâ Bediüzzaman ise Afganistan’ın bir kenti olan Kandehar'a geçti. Orada yeni bir ordu topladı ve bu ordu ile Özbekler üzerine yürüdü. Fakat Özbekler ordusu ile yaptığı muharebeyi kaybetti ve yeni ordusu da dağıldı.
Bundan sonra Mirzâ Bediüzzaman Tebriz merkezli Safeviler Devleti'ne sığındı ve bu devletin kurucusu olan Şah I. İsmail tarafından gayet iyi karşılandı ve Mirzâ Bediüzzaman, I. İsmail'in sarayında önemli bir danışman oldu. Şah İsmail; Mirzâ Bediüzzaman'a, yıllık 3.630 altın dinar gelir bağladı ve Tebriz etrafında bulunan epeyce büyük arazinin sahipliliği de Mirzâ Bediüzzaman'a ihdas olundu.
Mirzâ Bediüzzaman, 1510'da Şah İsmail'in Horasan'a Özbekler üstüne açtığı seferde Şah İsmail'e danışmalık yaptı. Mirzâ Bediüzzaman, Şah İsmail’in yanında, Tebriz'de yedi yıl kaldı.
Mirzâ Bediüzzaman; Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Safevi Şahı I. İsmail'i Çaldıran Muharebesi'nde yenip Tebriz'i eline geçirmesinden sonra oradan ayrılıp İstanbul'a geldi. Yavuz Sultan Selim'in misafiri oldu. Mirzâ Bediüzzaman'ın atası Timur, Yavuz Sultan Selim'in babası Sultan Bayezid'i vaktiyle esir almıştı; ama Yavuz, Timur'un torununa saygı gösterdi, ona Büyük Türk Hakanı muamelesi yaptı ve yanına kurdurduğu bir tahta oturttu.
Mirzâ Bediüzzaman, babası gibi Türkçe şiirler yazan şairdi.
12 Ağustos 1515'te, henüz 46 yaşında iken İstanbul'da bir salgın hastalığından öldü ve Eyüp Sultan'daki türbesine defnedildi.
Şimdi; bu zatların doğum ve vefat yıllarını, bir tablo halinde, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ile karşılaştıralım:
Öncelikle; Bediüzzaman-ı Hemedânî’nin doğum ve vefat tarihleriyle İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğum ve vefat tarihlerini karşılaştıralım:
Tablodaki seneler farkından da anlaşılacağı gibi İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin mektubunda muhatap olduğu kişinin Bediüzzaman-ı Hemedânî’nin olması imkansızdır.
Şimdi de Bediüzzaman Eb'ül-İzz El-Cezeri’nin doğum ve vefat tarihlerini İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğum ve vefat tarihleriyle karşılaştıralım:
Bu tablodaki seneler farkından da anlaşılacağı gibi İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin mektubunda muhatap aldığı kişi Bediüzzaman Eb'ül-İzz El-Cezeri de olamaz.
Sıra geldi, üzerinde en çok konuşulan ve ısrarla, mektuptaki muhatabın bu zat olduğuna inanılarak hata edilen; Sultan Mirza Bediüzzaman’a. Onun da doğum ve vefat tarihlerini, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğum ve vefat tarihleriyle karşılaştırdığımızda, gerçekler ortaya çıkacaktır:
Bu tablodan da anlaşıldı ki; yaklaşık 100 sene farkla, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin mektubunda muhatap aldığı kişi Sultan Mirzâ Bediüzzaman değildir. Şöyle de yapabiliriz; Sultan Mirzâ Bediüzzaman’ın vefatıyla İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğumu ne kadar yakın; bu ihtimali de karşılaştıralım:
Yani; İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Sultan Mirzâ Bediüzzaman’ın vefatından tam 49 sene sonra dünyaya teşrif etmişlerdir.
Tarihlerde bir hata olduğu düşünülürse, durumu şöyle tetkik edelim:
Sultan Mirzâ Bediüzzaman’ın, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ve Safeviler Hükümdarı I. Şah İsmail döneminde yaşadığı kesindir.[15] Yavuz Sultan Selim’in, İran İmparatorluk tahtı Tebriz’e girişi 06 Eylül 1514 tarihinde vuku bulmuştur. Yavuz Sultan Selim; 12 Eylül 1514 tarihinde, Tebriz’den İstanbul’a 1000 kişilik sanatkâr ve alim kafilesini İstanbul’a göndermiştir. Bu kafilenin içinde Sultan Mirzâ Bediüzzaman da vardır. Tebriz’den İstanbul’a gönderilen en mühim şahsiyet şüphesiz Sultan Mirzâ Bediüzzaman’dır.[16]
Bu durumda Yavuz Sultan Selim ve I. Şah İsmail’in dönemlerini İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin yaşadıkları yıllarla karşılaştıralım:
Bu tablo ile de İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin Yavuz Sultan Selim zamanında yaşamadığı kesinleşmiş oldu. Yavuz Sultan Selim’in vefatıyla İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğumu arasında ise 44 senelik fark bulunmaktadır. Böylece; Sultan Mirzâ Bediüzzaman’ın da İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin zamanında yaşamadığı kesinleşecektir.
I. Şah İsmail ile karşılaştıralım:
I. Şah İsmail ile İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin yaşadığı yılları karşılaştırdığımızda da tabloda görüldüğü gibi arada senelerce fark bulunmaktadır. Bu da İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin I. Şah İsmail döneminde yaşamadığını göstermiş olmaktadır. I. Şah İsmail’in vefatıyla İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğumu arasında da 40 senelik fark bulunmaktadır.
Böylece Yavuz Sultan Selim ve I. Şah İsmail zamanında yaşamış bulunan Sultan Mirzâ Bediüzzaman’ın, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri zamanında yaşamadığı ve bu mektupların muhatabının o olmadığı kesinleşmiştir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin doğum ve vefat yıllarını, Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’ninki ile karşılaştırdığımızda da şöyle bir tablo ile karşılaşacağız:
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin vefat yıl ile Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin doğum tarihini karşılaştırdığımızda da şöyle bir tablo ile karşılaşırız:
Bir mektup; geçmişteki bir kişiye yazılmaz, gelecekteki bir zata yazılır. Geçmiştekine yazılmış olabilse de nasihat içeren, yol gösteren, irşad içerikli mektup yazılmaz. Yazıldığı yıllarda bu mektupların muhatabı da olmadığına göre; bu mektuplar, ancak gelecekteki zata, yol göstermek ve destek olmak için yazılmıştır.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nden, Hazret-i Üstadımıza kadar “Bediüzzaman” unvanıyla anılan tarihte, hiçbir kimse de bulunmadığına göre mektupların muhatabı bellidir: Bediüzzaman Said Nûrsî.
Mektubu yazan ile okuyan arasında üç yüz seneyi aşkın biz zaman var. Yazan İmâm-ı Rabbânî, okuyan ise Bediüzzaman Said Nûrsî. Selefi, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kendisinden sonraki dönem gelecek zata hem ders veriyor hem de gaybi işaretlerde bulunuyor.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin Üstâdımız Bediüzzaman Hazretlerine Üstâdlık ettiğine dair şu hatıra bizim bu konudaki haklılığımıza tam bir kuvvet vermektedir:[17]
Yüzbaşı Refet Barutçu Ağabey anlatıyor;
Isparta’nın Barla nahiyesinde bulunduğu bir zamanda bir arkadaşımla ziyârete gitmiştim. Bir müddet görüştükten sonra Üstâdımıza şu suali sordum:
- Efendim Risâle-i Nur’un bir nüshasında NAKŞÎ ÜSTÂDIM İMÂM-I RABBÂNÎ ve Kâdirî Üstâdım Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî diyorsunuz. Diğer bir nüshasında Üstâdım Kur’ân’dır, başka üstâdım yoktur, buyuruyorsunuz. Hangisinin doğru olduğunu öğrenmek istiyorum
Dedim ve şu cevabı aldım:
- İMÂM-I RABBÂNÎ ile Şeyh Abdülkadir-i Geylânî Eski Saîd’i Yeni Saîd’e çeviren Üstâdlardır. Bugün Kur’ân-ı Hakîmin huzurunda ders arkadaşlarımdır" dedi ve meseleyi tamâmen anladım. Üstâdımızın bu büyük makâmının anlaşılması dolayısıyla, sonsuz bir zevk-i mânevî ile elini öperek yanından ayrıldım.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin 74. ve 75. Mektupları; geçmişten geleceğe, bizzat Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri’nin müjdelenmesidir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin Mektubât adlı eserindeki 75. mektubun Arapça aslı:[18]
٧٥
المكتوب الخامس والسبعون
الى المرزا مظفر في بيان ان المحن والبليات كفارات لزلات الاحباب وانه ينبغي طلب العفو والعافية بالتضرع والابتهال الى اللّه المتعال
سلمكم اللّه سبحانه عما لا يليق بجنابكم ان الالم والمحن والبليات في الاحباب كفارات لزلاﺗﻬم ينبغي طلب العفو والعافية من جناب قدسه تعالى بالتضرع والابتهال والالتجاء والانكسار الى ان يفهم أثر الاجابة ويعلم تسكين الفتن وان كان الاحباب والناصحون في هذا الامر ولكن صاحب المعاملة احق به فان شرب الدواء والاحتماء شغل صاحب المرض والآخرون من الاخوان ليسوا غير ان يكونوا من الاعوان في ازالة المرض وحقيقة المعاملة هي ان كلما يصيب من المحبوب الحقيقي ينبغي ان يقبله ببشاشة الوجه وانشراح الصدر بل ينبغي ان يتلذذ به وحصول العار الذي هو مراد المحبوب افضل عند المحب من زواله الذي هو مراد نفسه فان لم يكن هذا المعنى حاصلا في المحب فهو ناقص في المحبة بل كاذب فيها (شعر):
واترك ما أهوى لما قد هويته * وارضى بما يرضى وان هلكت نفسي
ولما رجع جناب مرجع الشريعة من الخدمة بين احوال السفر وضيق احوال المسافرين فقرأنا الفاتحة لسلامتهم وعافيتهم ربنا لا تؤاخذنا ان نسينا او اخطأنا ربنا ولا تحمل علينا اصرا كما حملته على الذين من قبلنا ربنا ولا تحملنا ما لا طاقة لنا به واعف عنا واغفر لنا وارحمنا انت مولانا فانصرنا على القوم الكافرين سبحان ربك رب العزة عما يصفون و سلام على المرسلين والحمد للّه رب العالمين.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin Mektubât adlı eserideki 74. ve 75. mektuplarının tercümesi:[19]
74. Mektup:
Bu mektûb, Mirzâ Bediüzzamana “rahmetullahi aleyh” yazılmıştır.
Şerefli mektûbunuz ve latîf yazılarınız geldi. Allah-u Teâlâ’ya hamd olsun! Okuyunca, fakîrlere sevginiz ve bağlılığınız anlaşıldı. Çünkü bu sevgi, saadetin sermayesidir. Onlar, Allah-u Teâlâ’nın celîsleridir, hep O’nunla birlikdedirler.
Nasîhatların başı şudur ki; islâmiyyetin sâhibine “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye” uymak lâzımdır. Resûlullaha uymayanlar, âhirette azâpdan kurtulamaz. Bundan sonra dünyânın süslerine düşkün olmamak, varlığına ve yokluğuna aldırış etmemek lâzımdır. Çünkü, Allah-u Teâlâ dünyâyı sevmez, ona kıymet vermez. Bunun için, kulun dünyâlığı olmaktansa, olmaması daha iyidir. Dünyânın kimseye fâide vermediğini ve elden çabuk çıktığını herkes bilmekte, hattâ görülmektedir. Dünyânın malına, mevki’ine düşkün olanların, bunlara kavuşmak için uğraşıp da ânsızın hepsini bırakıp gidenlerin hâlini görerek ibret alınız! Allah-u Teâlâ, bizi ve sizi, Peygamberlerin en üstününe “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” uymakla şereflendirsin! Âmîn.
75. Mektup:
"Bu mektup; Mirzâ Bediüzzaman'a yazılmıştır."
"Allah-u Teala sizlere afiyet ve selamet versin."
"Bil ki, İki cihan saadetine ulaşmak, Peygamberlerin Efendisine (asm) tabi olmaya bağlıdır. Dua ve selamlar, onun ve yakınlarının üzerine olsun. Ona tabi olma, ehl-i sünnet alimlerinin bildirdikleri usûl üzere olmalıdır. Allah, onların çalışmalarını kabul buyursun. Bu da evvela bu büyük insanların görüşleri doğrultusunda inançları düzeltmek, ikinci olarak da helal, haram, farz, vacip, sünnet, mendup, mubah ve karışık şeyleri öğrenmekle olur. Daha sonra, bilinen bu şeylerle amel edilmelidir."
"Bu iki inanç ve amel kanatları elde edildikten sonra, eğer ebedi mesut olması için ezeli yardım varsa, mukaddes aleme doğru uçmak nasip olur. Bu iki kanat takılmadan uçuş mümkün değildir. Dökülen ağaç kabuğu gibi yerlerde sürünür."
"Bu alçak dünyanın yaptıkları gizli değil ki, ulaşılmaya, elde edilmeye layık olsun, peşinden koşulmaya değsin. Öyleyse, üstün gayretli olup kıymetli şeyleri aramak gereklidir. İnsanoğlu, Allah-u Teala’nın her şeyi bir sebebe bağladığını bildiğine göre ona kavuşturan sebebi yine ondan istemelidir."
Mısra; işte iş bu, gerisi boş.
"Güzel bir iltifatla yardım istediğinize göre size müjdeler olsun. Sağlam ve kazanmış olarak dönersiniz. Yalnız bir şartla; o da KALBİ YALNIZ BİR YERE BAĞLAMAK, BİR YERE YÖNELMEKTİR. Çünkü bağlanılan, dönülen yön, başka başka olursa, salik kendini tefrikaya, ayrılığa atmış olur."
«Bir yerde duran, her yerde durmuş olur ama, her yerde duran hiçbir yerde durmuş olmaz» sözü, meşhur bir sözdür. Allah-u Teala bizi ve sizleri, Muhammedî şeriatın yolunda devamlı kılsın. Onun sahibine dualar, selamlar ve saygılar olsun."
"Hakka tabi olan ve Hazreti Muhammed'in izinde bulunanlara selamlar... Onun ve yakınlarının üzerine dualar ve saygılar..."
Bu çalışma; Salahattin Altundağ’ın “AN BE AN BEDİÜZZAMAN” adlı kitabından alıntıdır.
[1]- Nûrsî, B. S. (1992) Tarihçe-i Hayat (İlk Hayatı/Şarkdaki aşâirle muhavere ve münazaralar). Envâr Neşriyât. s. 85
- Nûrsî, B. S. (1992) Risâle-i Nur Külliyâtı’ndan Emirdağ Lahikâsı-2. Envâr Neşriyât. s. 110
- Nûrsî, B. S. (1992) Münazarat (Eski Said'in aşâirin suallerine verdiği cevablar). Envâr Neşriyât. s. 48
- Nûrsî, B. S. (1992) Münazarat (Eski Said'in aşâirin suallerine verdiği cevablar). Envâr Neşriyât. s. 103
[2] Daha geniş bilgi için bakınız: “Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin gün, ay ve yıl olarak doğum tarihi” https://www.risalehaber.com/bediuzzaman-hazretlerinin-dogum-tarihi-22943yy.htm
[3] Keşif: Keşif ya da Osmanlıca'daki söylenişiyle keşf; sûfî terminolojide kullanılan, aklın ve duyuların yetersiz kaldığı ilâhiyyât konularında doğrudan bilgi edinme yolu anlamında bir tasavvuf terimdir. Keşf; kendisine eklenen sıfat ve adlara bağlı olarak çok değişik anlamlara gelmek üzere kullanılmıştır.
“Keşf” konusunda daha geniş bilgi edinebilmek için;
- Keşf. (2021, Mart 05). İçinde Wikipedia. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ke%C5%9Ff
- Uludağ, S. (2002). Keşf İçinde Türkiye Diyanet Vakfı, (Ed.). İslam Ansiklopedisi (1. baskı, ss. 315-317). Türkiye Diyanet Vakfı 25 Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://islamansiklopedisi.org.tr/kesf
- Öngören, R. (2002). Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (5), 85-96. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10119
- Kaya, M. (2016). Rivayetlerin Tespitinde Keşf, İlhâm ve Rüya. e-Şarkıyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 8(1), 327-339. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, http://isamveri.org/pdfdrg/D03417/2016_15/2016_15_KAYAM.pdf
- Keşf ve mükaşefe nedir. (2020, Nisan 27, 15:09) İçinde Sorularla İslamiyet. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://sorularlaislamiyet.com/kesf-ve-mukasefe-nedir
[4] Demirdöğmez, A. (2019, Mayıs 11 Cumartesi). İçinde Yeni Asya. Dört Büyük Keramet-i Gaybiye ve Risale-i Nur Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-demirdogmez/dort-buyuk-keramet-i-gaybiye-ve-risale-i-nur_493212
[5] Nûrsî, B. S. (1992) Risâle-i Nur Külliyâtı’ndan Sikke-i Tasdik-i Gaybi. Envâr Neşriyât. s. 146
[6] Nûrsî, B. S. (1992) Risâle-i Nur Külliyâtı’ndan Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî. Envâr Neşriyât. s. 159
[7]Yıldız, A. (2020). Bedıüzzaman Said Nûrsî ve İmâm-ı Rabbânî’nın Ortak Düşünceleri. Köprü. Sayı: 145. s. 5-22. Erişim Tarihi: 2021, Şubat 20, http://www.koprudergisi.com.tr/wp-content/uploads/2020/07/K%C3%B6pr%C3%BC-145-Abdulvahap-Y%C4%B1ld%C4%B1z.pdf
- İmam-ı Rabbani’yi Rahmetle Anıyoruz. (2015, Aralık 10) içinde İsmailağa Camiâsı Resmi Web Sitesi. Erişim Tarihi: 2021, Mart 01, https://www.ismailaga.org.tr/imam-i-rabbani-rahmetle-aniyoruz
- Algar, H. (2002). İmâm-ı Rabbânî, (Ed.). İslam Ansiklopedisi (1. baskı, ss. 194-199). Türkiye Diyanet Vakfı 22 Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://islamansiklopedisi.org.tr/imam-i-rabbani
- Ahmed Sirhindî. (2021, Şubat 28). İçinde Wikipedia. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_Sirhind%C3%AE
[8] Kazâ-yı Mübrem: Cenab-ı Allah’ın (CC) şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.
[9] Tevafuk: Birbirine uygunluk. Muvâfık oluş. Nizamlanmış biçimde birbirine uygun olmak.
[10] Nûrsî, B. S. (1992) Risâle-i Nur Külliyâtı’ndan Mektubat. Envâr Neşriyât. s. 355 - 356
[11] İstanbul’da 17 Ekim 1921 tarihinden, Darü’l Hikmeti’l İslâmiye’ye üye seçildikten sonraki günler. Demek bu ifadeler 1932 yılında yazılmıştır.
[12] - Aşık, N. (2002). Bedîüzzaman El-Hemedânî, (Ed.). İslam Ansiklopedisi (1. baskı, ss. 328-329). Türkiye Diyanet Vakfı 5 Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://islamansiklopedisi.org.tr/bediuzzaman-el-hemedani
- Akgündüz, A. (2013). Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Saîd Nûrsî ve İlmi Şahsiyeti Birinci Kitap Eski Saîd (I). Osmanlı Araştırmaları Vakfı. s. 97
- Şemseddin Sâmi. Kamus’ül-A’lâm. 2, s. 1257-1258
[13] - Ökten, S. (2002). İsmâil b. Rezzâz CEZERÎ, (Ed.). İslam Ansiklopedisi (1. baskı, ss. 505-506). Türkiye Diyanet Vakfı 7 Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://islamansiklopedisi.org.tr/cezeri-ismail-b-rezzaz
- Akgündüz, A. (2013). Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Saîd Nûrsî ve İlmi Şahsiyeti Birinci Kitap Eski Saîd (I). Osmanlı Araştırmaları Vakfı. s. 97
- Şemseddin Sâmi. Kamus’ül-A’lâm. 2, s. 1257-1258
- El-Cezeri. (2021, Mart 01). İçinde Wikipedia. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://tr.wikipedia.org/wiki/El-Cezeri
[14] Bediüzzaman Mirza. (2020, Ekim 09). İçinde Wikipedia. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://tr.wikipedia.org/wiki/Bedi%C3%BCzzaman_Mirza
[15] - Öztuna, Y. (2017). Yavuz Sultan Selim. Ötüken Neşriyat. Erişim Tarihi: 2021, Mart 05, https://books.google.com.tr/books?id=WndJDwAAQBAJ&pg=PT50&lpg=PT50&dq=Timuro%C4%9Fullar%C4%B1n%C4%B1n+son+h%C3%BCk%C3%BCmdar%C4%B1+Mirza+Bedi%C3%BCzzaman&source=bl&ots=6tkmgMQWED&sig=ACfU3U3w65lvbIwq5rtFRRH_IkU70y1tEQ&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwirzpLyn8LvAhVPOhoKHSv9BSEQ6AEwCXoECEUQAw#v=onepage&q=Timuro%C4%9Fullar%C4%B1n%C4%B1n%20son%20h%C3%BCk%C3%BCmdar%C4%B1%20Mirza%20Bedi%C3%BCzzaman&f=false
- Aka, İ. (2002). Timurlular, (Ed.). İslam Ansiklopedisi (1. baskı, ss. 180-184). Türkiye Diyanet Vakfı 41 Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://islamansiklopedisi.org.tr/timurlular
- Bediüzzaman Mirza. (2020, Ekim 09). İçinde Wikipedia. Erişim Tarihi: Mart 05, 2021, https://tr.wikipedia.org/wiki/Bedi%C3%BCzzaman_Mirza
[16] Öztuna, Y. (2017). Yavuz Sultan Selim. Ötüken Neşriyat. Erişim Tarihi: 2021, Mart 05, https://books.google.com.tr/books?id=WndJDwAAQBAJ&pg=PT50&lpg=PT50&dq=Timuro%C4%9Fullar%C4%B1n%C4%B1n+son+h%C3%BCk%C3%BCmdar%C4%B1+Mirza+Bedi%C3%BCzzaman&source=bl&ots=6tkmgMQWED&sig=ACfU3U3w65lvbIwq5rtFRRH_IkU70y1tEQ&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwirzpLyn8LvAhVPOhoKHSv9BSEQ6AEwCXoECEUQAw#v=onepage&q=Timuro%C4%9Fullar%C4%B1n%C4%B1n%20son%20h%C3%BCk%C3%BCmdar%C4%B1%20Mirza%20Bedi%C3%BCzzaman&f=false
[17] Şahiner, N. (t, y,). Son Şahitler. Ciltler: 1. s. 380
[18] İmam-ı Rabbani Arapça Mektubât. (2015) içinde Kaynaklarıyla İslam Dini Sitesi. Erişim Tarihi: 2021, Mart 01, http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/16/003/Arapca/01/035.htm
[19] - Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî. Merve Yayınları. 1. 75. Mektup
- Mektubat-ı Rabbanî'de Mirza Bediüzzaman. (2009) içinde Risale Online. Erişim Tarihi: 2021, Mart 01, https://risale.online/soru-cevap/mektubat-i-rabbanide-mirza-bediuzzaman
- “Mirza Bediüzzamana” ifadesinin geçtiği mektup sizde mevcut mu acaba. (2018, Ekim 10). İçinde Sorularla Risale. Erişim Tarihi: 2021, Mart 01, https://sorularlarisale.com/mirza-bediuzzamana-ifadesinin-gectigi-mektup-sizde-mevcut-mu-acaba