İnsanların yakın ve uzak olmak üzere, iki geleceği vardır. Yakın ve fani olan, dünya hayatının geleceğidir. Uzak ve baki olan ise, ahiret hayatının geleceğidir. Dengeli bir bakış açısının gereği, bu her iki hayatı da dengede tutmaktır; burada da iyilik istemek, orada da iyilik istemektir.
Ancak eğer ikisinden birini tercih etmek zorunluluğu hâsıl olursa, baki olanı fani olana tercih etmek aklın gereğidir.
Aşağıdaki hadis-i şerifte bu hakikatin altı çizilmiştir:
“Dünyasını sevenler ahiretine zarar verir. Ahiretini sevenler de dünyasına zarar verir. Sizsiz olun, baki olanı fani olan tercih edin”(Mecmau’z-Zevaid, h.no:17825).
Bu konuda önemli bir rehberimiz Hz. İbrahim’dir. O göklerin melekutunu tarassut ederken, gördüğü güzel bir yıldızı sevgiye değer bulmuştu. Fakat onun batıp kaybolduğunu görünce, o faniye fena halde takmış, fanilik damgasını vurmuş ve onun sevgisini hemen kalbinden silivermiştir. “Gece karanlığı kendisini basınca, bir yıldız gördü. Ve “Rabbim budur” dedi; yıldız batınca da; “ben batanları sevmem” dedi”(Enam:76)mealindeki ayette onun bu izzetli ve de akıllıca tavrına dikkat çekilmiştir.
Bediüzzaman hazretleri bu ayetin bir nevi tefsiri mahiyetinde bu gerçeği şöyle seslendirmiştir:“Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim."(Sözler, 221 )
Dünya sevgisi hataların başıdır
İçinde bulunduğumuz dünyanın iç yüzünün üç yüzü vardır: Bir yüzü Allah’ın isim ve sıfatlarının bir aynasıdır, onları ders veren bir kitaptır. İkinci yüzü ahiretin tarlasıdır. Burada ekip orada biçmek için güzel bir ticaretgâh, bir ahiret pazardır. Üçüncü yüzü ise, ahirete zıt olan fani yüzüdür. Dünyanın fani yüzü, Allah’ı düşünmeye, ona kulluk etmeye mani olan yönüdür. Rivayetlerde “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır”(Aclunî, 1/397)denilmiştir. Onun geçici olduğunu, hiç kimseye sonuna kadar yâr olmadığını görmek, ondan vazgeçmenin bir yoludur. Ondan vazgeçmek ise, kalben sevmemektir. Yoksa, çalışmayı bırakmak demek değildir. Abdulkadir Geylanî Hazretleri “Dünyayı kalbinden çıkarıp, eline alırsan, sana zarar vermez.” der.
Dünya hayatının istikbali
-İslam âleminin en büyük düşmanı Cehalet, Zaruret/fakirlik ve İhtilaftır. Bunlarla mücadele etmek için İlim, Sanayi ve İttihat silahını kullanmak gerekir.
-İslam âlemi, istikbalde o üç düşmanına karşı mücadelesinde bu üç silaha sahip olduğu takdirde, uluslararası arenada söz sahibi olacak ve dünya barışı için bir muvazene unsuru haline gelecektir.
-İlim silahı: Maddî ve manevî /dinî ve fennî ilimlerden meydana gelir. Çünkü insanın bilge haline gelmesi için iç barışını sağlaması gerekir. İç barışı sağlamak için, iç dinamiklerin başında gelen vicdan ile aklın barışmasını sağlamak gerekir. Vicdan ile aklın barışması ise, her birinin kendi sahasında gerçeğin ışığıyla aydınlanması gerekir. Bu aydınlık yapan ışık ise, farklı ilimler ışığıdır. Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir. Aklın nuru ise Fünun-u medeniyedir. Bu ikisinden yalnız dini ilimlere sahip olan kimsede taassup başladığı gibi, yalnız fennî ilimlere sahip olan kimsede ise –din konusunda- şüpheler doğmaya başlar. Bu ikisini kendinde toplayan kişinin himmeti pervaz eder. İki kanatlı kuş gibi arş-ı kemâlata doğru kanat açar.
-Sanayı silahı: Özellikle bu asrın hayat standardını zirvelere taşıyan, ekonomi bağımsızlığı ve buna bağlı olarak siyasal bağımsızlığı kazandıran hayati öneme haiz bir unsurdur. Bu zamanda İslamî ve fennî ilimlerin tahsil edilmesi, kalem ve fikir üzerine cereyan eden manevi cihadın en büyük hedefi olan “i’la-yıkelimetullah”a yönelik hizmetlerin yapılması için maddeten terakki etmeye ve dolayısıyla da teknolojik ürünlerin unvanı olan sanayileşmeye büyük ihtiyaç vardır.
-İttihat silahı: İslam âleminin dağınıklığından, tefrikasından istifade ederek hâkimiyetini sürdürmeye çalışan düşmanların bu hâkimiyetine son verecek bir güce sahiptir. “Şüphesiz Firavun bulunduğu yerde (Mısır’da) zorbalığa kalkışıp büyüklük tasladı. Oranın halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi güçsüz kılıyordu, onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardan biriydi”(Kasas:4) mealindeki ayette işaret edildiği gibi, tarih içerisinde Firavunlar gibi zalim despotlar, hep halkın tefrikasından istifade ederek onları ezmişler ve hâkimiyetlerini, sürdürmüşlerdir.
İslam birliğini, dirliğini, kardeşliğini, ittihadını zedeleyen unsurlardan biri de dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. Bu iki duygunun kaynaklarından biri ise, iman şuurunun, din kişiliğinin, mümin kimliğinin deforme olmasıdır. İslam’ın en büyük ve en başında gelen iki rüknü Allah’a ve ahirete imandır. Allah’a iman ona güvenmeyi, ona tevekkül edip ona dayanmayı ön görür. Ahirete iman ise, insanı ölüm korkusundan kurtarır. Çünkü hakiki iman hem nurdur, hem kuvvettir. Öyle bir kuvvettir ki, bütün dünya bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz. Böyle bir iman, Müslümanları Allah rızası ve ahiret sevgisi potasında eritir, birleştirir, homojen hale getirir.
Güçlü bir iman şuurundan yoksun olmanın sonucunda meydana gelen aşırı dünya sevgisi ve ölüm korkusu ise tefrikacıdır, “Vah Nefsî!” cidir, ego-duygucudur, menfaatperesttir. Bu sebepledir ki, dünya sevgisi ve ölüm korkusu, İslam kardeşliğini zedeleyen, birliğini parçalayan, insanları Allah’ın rızası merkezinde oluşan fazilet duygularını törpüleyerek aslî hedeften saptıran unsurların başında gelir.
Nitekim ahir zamanda Müslümanların rezil, değersiz ve perişan bir duruma düşeceğini belirten hadis-i şeriflerde de bu iki unsurdan söz edilmiştir.
Örneğin; Hz. Sevban şunları anlatıyor: “Rasûlullâh(sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”
Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı bu durum başımıza gelecek?” diye sordu.
(Hz. Peygamber)“Hayır, bilakis o gün siz (sayıca)çok olacaksınız. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” buyurdu.
“Zaaf da nedir ey Allah’ın Rasûlü?” denildi.
“(Zaaf)Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.” (Ebu Davud, Melahim 5/4297).
Demek ki sekülerlik düşüncesi bizi uhrevilik duygusundan uzaklaştırmış ve bizi çer-çöp haline getirmiştir. Çer-çöp dağınık bir halde olduğu gibi, Müslümanlar da birkaç asırdır böyle bir konumla karşılaşmaktadır.
Bu günkü aşağılık bir hayata mahkûm olan Müslümanların bu rezillikten kurtulmaları için, her şeyden önce Allah’ın rızasını esas yapacak, nefsani arzularınıittihad-ı İslam potasında eritmek, iman kardeşliğini imanlarının baş tacını yapmak, İslam’ın hakikatleri ile fen bilimlerinin doğrularını birlikte talim etmek, umumun menfaatini şahsi menfaatine tercih etmek gerekir.
Şerefli bir hayat için gerekli olan bağımsız bir ekonomi, bağımsız bir siyaset, bağımsız bir yönetim tarzını benimsemek şarttır. “Ey iman edenler! Allah’a ve rsulüne(yeniden) iman edin”(Nisa:136) mealindeki ayetin emrine dikkat etmek, asrın getirdiği manevi sıkıntılardan kurtulmak için tahkiki imanı elde etmek, maddi sıkıntılardan kurtulmak için de kitap ve sünnetin uhrevi ve dünyevi emir ve yasaklarına riayet etmek, ehl-i tasavvufun ifadesiyle “İbnu’l-vakt”(zamanın çocuğu) olmak gerekir.
Hülasa, meşhur haysiyet kahramanıAntere gibi:
“Zilletle elde edilen bir hayat suyu cehennem gibidir/ İzzetle cehenneme girmek ise medar-ı iftiharımdır” demek lazımdır. gerektiğinde “zillet içinde yaşamaktansa, izzetle ölmeyi” tercih etmeyi bilmek, fakat bir hiç uğruna ölmeyi değil, yaşamayı ve yaşatmayı prensip haline getirmek gerekir.