Öğrenciler tarafından sınavlar, bir ölüm-kalım mücadelesi gibi algılanıyor. İster üniversite sınavı olsun, ister diğer sınavlar olsun. Sınavlara girenler de, aileler de merak içinde: Acaba sonuç nasıl olacak? İyi bir puan alınıp, iyi bir okulda okunacak mı? İyi bir sonuç gelirse herkesin yüzü gülüyor. Kötü bir sonuç gelirse yüzümüzden düşen bin parça.
Neden bu kadar önemseriz sınavları? Herhalde geleceğimizi belirleyen unsurlardan birisi olduğu için. Bir gün yirmi civarında Anadolu lisesi öğrencisine sormuştum: Hayatınızda sizin için en önemli şey nedir diye, onların hemen hemen hepsi, “üniversite sınavı, iyi bir işe sahip olmak” diye cevap vermişlerdi. En çok merak ettikleri de bu idi. İyi bir eğitim, iyi bir iş tek amacımız.
Elbette bu dünyada yaşıyoruz ve dünyanın gereklerini yapmaya çalışmak yaşamamız için gerekli. Ancak şunu sormak istiyorum: Hayatımızın büyük final sınavı için ciddi hazırlıklarımız var mı? Girdiğimiz sınavların sonuçlarını merak ettiğimiz kadar, bu büyük sınavın finalini de merak ediyor muyuz? Dünyevi istikbalimizin nasıl olacağından endişe ettiğimiz kadar, uhrevi istikbalimiz için de endişe ediyor muyuz?
Bediüzzaman 9. Mektupta bu konuyu ele alır. Ona göre bu dünya bir “misafirhane-i askerî”dir. Öyle düşünmek, ona göre hareket etmek lazım. Bu sayede “rıza mertebesini” kazanabiliriz ancak. Kırılacak bir şişeye, daimi bir elmasın fiyatını vermeyiz, hayatımızı istikametle, lezzetle geçiririz. Daha sonra şöyle der Bediüzzaman:
“Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir.”
Said Nursi Hazretleri, bu münasebetle hatırına gelen bir meseleyi de bize anlatır: Ona göre aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani sevgi objelerine yöneldiği vakit, ya o aşk kendi sahibini daimi bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî sevgi objeleri, şiddetli sevginin fiyatına değmediği için, bâkî bir mahbubu arattırır. Böylece mecâzî aşk, hakikî aşka döner. Bu ifadelerden sonra Hazret-i Üstad şöyle der:
“İşte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.”
O halde, sınavları bir ölüm- kalım meselesi olarak düşünmek doğru değil. Allah’ın rızık bakımından garanti altına aldığı bir istikbal için, içimizdeki endişe duygusunu bütünüyle kullanmak doğru değil. Biz çalışırız, sebeplere müracaat ederiz. Gayret gösteririz. Ama bütün ümitlerimizi sınavlara bağlamak, sınavları kazanamazsak, istikbalde iş sahibi olamayız, aç kalırız diye düşünmek Cenab-ı Hakkın Rezzakiyetini itham etmek demektir. Hiç kimse nerede, ne kazanç elde edeceğini bilemez. Onu ancak Allah bilir. Hem de Allah tarafından rızık bakımından taahhüt altına alınmış bu istikbale yetişmek için, elimizde Rabbimiz ile yaptığımız bir senet de yok. Her an ölme ihtimalimiz var. o zaman, merak ve endişemizi sadece her an öleceğimiz bu dünya için harcamak akıllı insanların işi değil. Bundan yüzümüzü çevirip, istikbal, yani gelecek endişesi duygumuzu, “kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale” yöneltmeliyiz.
Biz, bir sınav dünyasında yaşıyoruz. Allah bizi her an sınav ediyor. Bu sınavlardan aldığımız artı ve eksiler, yani sevaplarımız ve günahlarımız melekler tarafından yazılıyor. Hafiz olan, her şeyi koruyan Allah, bizim amellerimizi de Hafiz ismiyle koruma altına alıyor. Bütün sevap ve günahlarımızın hesabını Allah yapacak ve bize Büyük Final Sınavının sonuçlarını açıklayacak. İşte o zaman, kimi yüzler ışık ışıl parlarken, bazı yüzler de kırış kırış olacak. Kimilerimiz, sınavı kaybettiğimiz, cehenneme doğru gönderileceğimizi anladığımızda, pişmanlık göstereceğiz. Tekrar sınav olmak isteyeceğiz. Ancak, bu büyük final sınavının bütünlemesi yok, yaz okulu yok. Tekrarı yok. Bir tanıdık bulup da, notlarımızı düzelttirme imkanımız da olmayacak. İşte o zaman, “Keşke toprak olaydım” diye bağıracağız. Ama, bu “keşke”, bir anlam ifade etmeyecek. Kimse toprak olmayacak. Herkes, büyük final sınavının sonucuna göre muamele görecek.
Cenab-ı Hak bizleri, bu büyük sınavdan yüzünün akıyla çıkanlardan eylesin. Amin.