1- Ekrem Kılıç’ın Hayatı [1]
Ekrem Kılıç, aslen Tokat’ın Zile ilçesinden “Hacı Veli Hocazâdeler” olarak bilinen bir aileye mensuptur. Hocazâdeler ailesi, Zile’de birkaç yüzyıldır müderris ve kadı görevleriyle tanınan bir ailedir. Ekrem Kılıç, anne tarafından da, Van’ın Saray ilçesinin eski müftülerinden Abdülkadir Bilgici’nin torunudur.
Ekrem Kılıç’ın babası Ömer, öğretmen okulunda okurken dönemin şartlarını beğenmediğinden tapu memuru olarak memuriyet hayatına başlar. Kılıç, babasının memuriyeti dolayısıyla bulunduğu Sivas’ın Hafik ilçesinde 02.04.1944 tarihinde dünyaya gelir. İkinci dünya savaşının sonları olması hasebiyle Ömer Efendi, ihtiyaten ikinci kez askerliğe çağrılır.
Ekrem, okula Çorum’un Osmancık ilçesi İnönü Zaferi İlkokulu’nda başlar. Altı yaşında okula başlayan Kılıç, burada ikinci sınıfa kadar okur. Babasının tayininin Çorum’un Alaca ilçesine çıkması sebebiyle iki yıl da burada ilkokula devam eder. Dördüncü sınıftayken okuduğu iki ciltlik Tan Ansiklopedisi sayesinde hayata olan bakış açısı değişir. Kendisinin ifadesiyle “biraz çelimsiz ve geçimsiz” olduğundan pek arkadaş edinemeyen Kılıç, daha ilkokul sıralarındayken kitapların dünyasına girer. Beşinci sınıfa da Amasya’nın Merzifon ilçesi Kara Mustafa Paşa İlkokulu’nda devam eder. İlçenin tek ortaokuluna, yaşı tutmadığı için uzun uğraşlar neticesinde kaydını yapar. İki yıl burada okuduktan sonra Çorum’un Osmancık ilçesine giderek eğitimini orada sürdürür. Kılıç, ortaokul sıralarında şiir ve nutuk okumada okulun en gözde öğrencisi olur. Yine ilçede tertip edilen müsamerelerde gösterdiği başarıdan dolayı da dikkat çeker. Hatta ilçe kaymakamı, babasına ısrarla çocuğunu konservatuara göndermesini tavsiye eder. Fakat babası, çocuğunu zamanın gözde mesleği olan avukatlık için Hukuk Fakültesine göndermeyi düşünür.
Ekrem Kılıç, lise öğrenimini yatılı olarak Trabzon Lisesi’nde tamamlar. Kılıç, lise yıllarında, ilgisini diğer alanlardan daha fazla çeken edebiyat ve tarihle özel olarak uğraşır. Ancak Kılıç, liseden mezun olduktan sonra ailevi sebeplerden dolayı çalışmak zorunda kalır ve Amasya Valiliği Özel İdaresine bağlı Suluova Çeltek Kömür İşletmesi’nde Muhasebe Memur Yardımcısı olarak göreve başlar. On sekiz yaşından küçük olduğu halde asıl kadroya alınır ve gayretinden dolayı da emsallerinden üç üst derece ile taltif edilir. Kılıç, 1965 yılında Ankara Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı’nda vatanî görevini yaptıktan sonra 1967 yılında Batman’da Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’nda memuriyete devam eder. O yıllarda dışarıdan da İktisadi ve Ticari İlimleri bitirir. 1980 yılında Siirt Vakıflar Öğrenci Yurdu Müdürü olarak görev değiştirir. Bir müddet sonra da Siirt İl Kültür Müdürü olarak atanır. 1992 yılında kurulan Harran Üniversitesi’ne de İdari ve Mali İşler Daire Başkanı olarak 1993 yılında geçiş yapar. Daha sonra aynı Üniversitede Genel Sekreter Yardımcısı olan Kılıç, 1997 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrılır. Yaz aylarında Hatay, kış mevsiminde de Şanlıurfa’da ikamet eden Kılıç, evli ve üç çocuk babasıdır.[2]
2. Ekrem Kılıç’ın Eserleri
Ekrem Kılıç’ın ortaokul yıllarından itibaren tarih ve edebiyatla özel ilgilendiğini yukarıda ifade etmiştik. Onun telif ettiği ilk şiiri veya ilk yazısı hakkında …….. Fakat Yeni Şiir Antolıji’nde[3] verilen bilgilere göre Kılıç, şiir ve düzyazılarını Yeni Asya, Elif, Köprü ve Zafer gibi çeşitli gazete ve dergilerde ve muhtelif takma adlarla yayımlar. Ekrem Kılıç, kendi isminden başka Seyfeddin Yağmur, dedesinin ismi olan Abdulkadir Bilgici ve Abdullah Kurudere müstear isimlerini kullanır.
Ekrem Kılıç, manzum ve mensur birçok eser yazmasına rağmen bugüne değin hiçbir eseri yayımlanmamıştır. Kılıç’ın, eserlerini tasnif ederek isimlendirmesi ve bu eserlere birer önsöz yazmış olması aslında onun eserlerini yayımlatmak isteğinin işaretidir. Fakat Kılıç’ın, eserlerini yayımlatmak için özel bir gayret içerisinde olmadığını da biliyoruz. Bunda mütevazı kişiliğinin önemli bir etken olduğunu da düşünüyoruz. Oysa Kılıç daha hayatta iken bir ehli gayret tarafından eserlerinin yayımlanması ona yapılabilecek en büyük iyiliklerden biri olacaktır.
A Manzum Eserleri: Ekrem Kılıç’ın kitap formatı haline getirip de yayımlayamadığı manzum eserlerinin sayısı dörttür. Bunlar:
1- Bir Ayrı Âlemin Dili: Ekrem Kılıç’ın aruzla yazdığı bazı manzumelerini içeren bir eseridir. Şairin divan şiiri tarzındaki manzumelerinin büyük çoğunluğu Ayrı Âlemin Dili adlı eserde toplanmıştır. Esere bir Önsöz de yazan şairin şu başlıklardaki şiirleri kitapta yer almaktadır: “Kendime Sitem, Şâir ve Hüzün, Şâir, Yorgun Yıllar, Yaz Akşamı, Ölüm Düşüncesi, Ölüm, Hocam, Ayrılık, Hasret, Bahar Gelsin, Bahçede Yaz, Geçmiş, İlkbahar Müjdesi, Şadırvan, İlkbahar, Oyun, Kamp, Baharda Gezinti, Terkîb-i Bend, Pervâri Yolunda, Batman Şehrine Kasîde, Siirt’in Eski Günleri, Şanlıurfa, Ahmed Dayının Hânesi, Hasta Bir Anne, Bir Sabah, Teştîr (Dr. Câhid Öney’in Gazeli), Teştîr (Dr. Câhid Öney’in Gazeli), Teştir (Ahî Çelebi’nin Nazmı), Müstezâd Beyitler, Düşünceler, Sırr, Rûhların Hikâyesi, Üstâd Bedîüzzamân, Tebliğciye, Da’vet, Ey Müslimân, Tahayyül, Dün-Bugün, Oğluma, Mektûb, Mâzî Mi?, Afvet Rabbim, Ters Anlaşılan, Nûrlara, Akd, Na’t, El Adlü Esâsü’l-Mülk, Bitmeyen Çile, Zulüm Devâm Etmez, Şikâyet, TRT-Nâme, Teşvîh (Akrostiş), Teşvîh (Akrostiş), Ebced’le Târîhler.
Kılıç, manzumelerde anlamı bilinmeyen ya da zor anlaşılan kelimelerle ilgili bir Lügatçe de kitabın sonuna eklemiştir. Bu da okuyucu için büyük bir kolaylık sağlar. Kılıç, eserine yazdığı kısa Önsöz’de şiir hakkındaki görüşleriyle birlikte birçok konuya değinir. Önsöz’ün tamamı aşağıda sunulmuştur:
“Şiiri eskilerden öğrenmiştim. Hissettiklerimi ifâde etmek isteyince, öğrendiğim yolu tercîh ettim. Duygularım bir âhenk içinde doğuyorsa arûz’u; bunun dışında bir düzene uyuyorsa hece’yi seçtim. Eskilerin kullandığı hiçbir kurala uymayanlar da tabiatıyla serbest oldu.
Kaleme alınan bu duyuşlara şiir denilip denilemeyeceğine karar vermek bana düşmez. Zâten, ben de, genelde bu türe şiir denilmesi âdet olduğu için kitabıma böyle demek zorunda kaldım. Görenlerin tuhafına gitmeyeceğini bilsem, manzûme kelimesini kullanmak isterdim. Çünki, bence bu isim, şiirden daha az iddialı.
Bu kitabımda arûzla tanzîm edilmiş manzûmelerim yer alıyor. Onların imlâsını da alışılmışın dışında bulacaksınız. Fakat tarzı, vezni, ifâdeleri, kelimeleri ve mazmunları böyle olmasını gerekli kılıyordu.
Her üç-beş yılda bir, dilden davranışa, anlayıştan yaşayışa her şeyin değişip durduğu ülkemizde, hiç olmazsa yarım yüzyıl öncesinin duyuş, söyleyiş, yazışı belki bu kitabı da, birçok emsâlinde olduğu gibi, okunmaz ve anlaşılmaz yapacak. Ne gam! Dünyâyı düzeltmek şâir ve yazarlara mı kaldı? Biz, yaratılışta verilen kâbiliyetlerimizin ürünlerini topluma sunmakla görevliyiz. Gerisi gücümüzün çok üstünde...
His ve mânâ âleminizde ufacık bir kıvılcım çaktırabilir; incecik bir duygu telini titretebilirsem mânevî vazîfemi yerine getirmiş olurum. Saygılarımla. Ekrem Kılıç”
Kılıç, yukarıdaki ifadelerinde Tanzimat’tan beri tartışılan “şiir ile manzume” arasındaki farka dikkat çekerek yazdıklarının saf şiirden ziyade manzume ile ifade edilmesi gerektiğini söyler. Bu değerlendirmeler, şairin mütevazı kişiliği ile birlikte kendi şiir felsefesini ortaya koyması açısından önemlidir.
Bu kitaptaki bazı manzumeleri nazım şekli açısından gruplandırmak zordur. Çünkü manzumelerin çoğu farklı kafiye düzeni ve dörtlükler halinde yazılmıştır. Bu tür şiirleri musammat başlığı altında murabba olarak değerlendirmek belki daha uygun olur kanaatindeyim. Her beyti kendi arasında kafiyeli olan manzumeler de (Oyun, Kamp,) vardır. Fakat bunları klasik mesnevi olarak değerlendirmek çok zordur. Ancak “Pervari Yolunda, Siirt’in Eski Günleri, Şanlıurfa, Ahmed Dayının Hanesi, Hasta Bir Anne,” isimli manzumeler birer mesnevi olarak değerlendirilebilir. “Terkib-i bend” başlığı altında kaleme alınmış bir manzume ve Batman’ın övgüsünde yazılmış bir kaside kitapta yer almaktadır. Kılıç, divan şiirinde örneği az görülen taştire de eserinde yer vermiştir. Şair biri Âhî Çelebi (ö. 1523), ikisi de Dr. Câhid Öney (d. 1926-?)’e ait olan gazellerin beyitleri arasına ikişer mısra ilave edilerek taştir etmiştir. Tamamı üç bend olan Âhî Çelebi’nin gazeline yapılan taştiri aşağıya alıyoruz:
Câhilin fahri cem-i mâl iledir,
Hodfurûşunki yâl ü bâl iledir,
Gâfilin derdi kıyl ü kâl iledir,
Ârifin izzeti kemâl iledir.
Aşk ü şevk ehli vecd ü hâl ister,
Kalb-i giryân, lisân-ı lâl ister,
Sanma kim ev, veled, iyâl ister,
Ne kemâl ister ü ne mâl ister.
Bizi gör kim, ne hâlimiz vardır,
-Şol hayatdan melâlimiz vardır;
Çün, taşınmaz vebâlimiz vardır.-
Ne kemâl ü ne mâlimiz vardır.
Ekrem Kılıç divan şiiri geleneğinden yararlandığı gibi yirminci yüzyıl âlimi Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatından da beslenir. Kılıç, eski tarz şiirlerinde sıklıkla Said Nursî ve eserlerinden bahseder. “Hakîkat Çekirdekleri’nden Akdedilen Müstezâd Beyitler, “İşârâtü’l-İ’câz Fî-Mezâni’l-İycâz” İsimli Eserin İbâdet Bahsi Mukaddimesi’nden Akd Edilmişdir.” Notu düşürülen manzumeler bunun bariz bir göstergesi olduğu gibi “Nurlara” isimli şiirde de bu husus açıkça ifade edilmiştir:
Bu bir gerçek: ne yazmışsam Senindir.
Fikirler öz malın, sesler sesindir.
Hakîkatler parıldar Sende her an;
Sönük bir lem’adır şi’rim ziyândan.
Şiir dersem, bilirsin, san’atim yok.
Şiir kim, ben kimim?.. Hiç tâkatim yok.
Fakat yokluk belâsından bütün hâl;
Ne Âkif var ki haykırsın, ne İkbâl!
Senin da’vânda lâzım böyle bir ses;
-Muvakkat bir zaman- Sen kalma bîkes
Deyip yazdım beş – on mısra’-ı nâlân.
Ne mısra’lar! Karîhamdan perîşân.
Aruz veznine vukufiyyeti olan Kılıç, Bir Ayrı Âlemin Dili adlı kitaptaki manzumelerde aruzun 19 farklı kalıplarını kullanmıştır. Şairin söz konusu eserdeki manzumelerde kullandığı aruz kalıpları ve şiir sayıları aşağıda sunulmuştur:
fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün 9
fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün 4
fâ’ilâtün fa’ilün 1
fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün 10
fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün 1
fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün 2
mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün 10
mef’ûlü mefâ’îlü fe’ûlün 6
mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün 12
mef’ûlü mefâ’ilün fe’ûlün 4
mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün 8
mefâ’îlün mefâ’îlün 1
mefâ’ilün fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün 5
mefâ’ilün mefâ’ilün 5
mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün 2
müfte’ilün mefâ’ilün 1
müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün 1
müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün 2
mef’ûlü mefâ’ilün mefâ’îlün fâ’ 1
Kılıç, kaleme aldığı manzumelerin birçoğunun altına tarih yazmayı ihmal etmez. Buna göre şairin en eski tarihli manzumesi, 25 Ağustos 1970 doğumlu oğlu Ömer Said için Ocak 1972’de yazdığı üç beyitlik tarih manzumesidir. Örnek olması açısından şairin ilk manzumesini aşağıda sunuyoruz:
“Oğlum Ömer Saîd (25 Ağustos 1970, 22 Cemâziye’l-âhir 1390 )
Bunda mîlâdî ve hicrî târîhin var, ey oğul!
Sonda tamdır; ondan evvel: kat, hesâb et, öyle bul!
Doğdu oğlum; kıl SAÎD hem, ÖMR-i müzdâd ihsan et.
Hâdimü’l-Kur’ân ve’l-îmân, her umûrun âsân et.
Adl ü hikmet, ilm ü irfân ver İlâhî; kat ŞEREF.
AHDE SÂDIK, HAKKA MÂİL, BİR MÜCÂHİD İNSAN ET! [[4]][*]
Aynı yılın Şubat ayında “Ahmed Dayının Hânesi, Tebliğciye ve Davet” başlıklı şiirler yazılmıştır. Bir ay sonra yani Mart 1972’de de “Şikâyet, Oğluma” isimli manzumeler kaleme alınmıştır. Lise yıllarından itibaren şiir yazdığını öğrendiğimiz Kılıç’ın ilk şiir denemelerini bu kitaba almadığı anlaşılıyor. Bu da şairin gençlik dönemine ait şiirlerini beğenmediği, ya da en azından yayınlatmak istemediği kanaatini uyandırır.
Kılıç’ın her ne kadar Risâle-i Nurların etkisinde kalarak şiir yazdığı anlaşılıyorsa da şairin şiir alanında etkilendiği başka birçok şair vardır. Bunlar Nef’î (ö. 1635), M. Âkif (ö.1936), Yahya Kemal (ö. 1958), Ahmet Haşim (ö. 1933) vs’dir. Şairin, Mehmet Akif Ersoy’un manzum hikâye tarzından esinlenerek yazdığı anlaşılan “Ahmed Dayının Hânesi” başlıklı manzumede tam bir aile trajedisi anlatılmaktadır. Akif’in “Seyfi Baba” adlı şiirine benzerlik gösteren manzumeden bazı beyitleri aşağıda sunuyoruz:
Yağıyor kar sulu-sepken, vakit akşamüzeri.
Yine poyraz esiyor buz gibi, dondurdu yeri.
Üşümüş gölgelerin evlere kaçmakda çoğu;
Yanaşıp mangala, az-çok, unuturlar soğuğu.
Gelecek yorgun, adam şimdi namazdan çıkarak,
Sedirin üstüne bağdaş kurarak yaslanacak.
Oda sessiz, yatıyor yerde zayıf bir bebecik:
Görünen yerleri etsiz, sanılır sâde kemik...
İki-üç minderin üstünde yatar hasta kızı;
Koyuyor yaşlı kadın sofraya ekmekle tuzu.
Bu küçük ev bizim Ahmed Dayının hânesidir.
Yatalak bir kızı vardır, çocuğun annesidir.
Düğününden iki ay geçti mi, bilmem, aradan;
Sapasağlamken adam, gitdi göçüp dünyâdan.
Kocasından bu şekil ayrılarak geldi kızı,
İki aylık gebe hem; hâli yürekler acısı...
İyi insan idi Mehmed.. yaparak kulluğunu
Yaşayıp gitdi, helâlden yiyerek bulduğunu.
Dediler ismine Mehmed, babasından vasiyet.
Doğuşundan beri çekmekde çocuk bin eziyet.
Kederinden ana hep hasta yatar, ağlayarak;
Geçirip felç mi nedir, düşdü ki, evlerden ırak!
Ufacıkdır daha Mehmed.. bakım ister ona da;
Ama, n’etsin ki, çekilmiş memeden süt anada...
Para yokdur süt alınsın, bebek ekmek de yemez.
Yiyecek var mı ki versin! Tıkanır söyleyemez...
Büyük oğlan giderek âilesinden uzağa
Bırakır arkada bir yaşlı peder, yaşlı ana.
Seneler var ki haber yok; ne bir adres bulunur.
Gelecekdir, diye mahzûn iki insan avunur.
Eve lâzım yiyecek bir- iki ekmekle şeker;
Onu bulmak ne zor olmuş! Odun, ondan da beter...
Mesnevi nazım şekliyle yazılan manzumede aruz kusurları yok denecek kadar azdır. Bu husus, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret (ö.1915)’in Türkçeyi aruza uydurmadaki başarısı kadar olmasa da Kılıç’ın bu yoldaki başarısını gösterir.
Bir Ayrı Âlemin Dili isimli şiir kitabındaki manzumelerde işlenen temalar başlıklarından da anlaşıldığı gibi çeşitlilik arz etmektedir. Sitem, hüzün, ölüm, doğa, derunî hisler, yaşama sevinci, karamsarlık, nasihat, Allah ve Peygamber sevgisi, vatan, millet ve insan sevgisi gibi temalar işlenmiştir.
Kılıç, “Kendime Sitem, Şair ve Hüzün, Yorgun Yıllar, Yaz Akşamı, Ölüm Düşüncesi, Ölüm ve Geçmiş” başlıklı şiirlerinde şahsi yönüne, duygu ve düşünce âlemine, ruh dünyasına fazlaca yer verdiği görülür. Şair bu şiirlerinde “ben” kişi zamirini ve birinci teklik şahıs ekini çok kullanır. Bu ifadelerde şairin içinde bulunduğu ruh halini de sezinlemek mümkündür. Onun “Tahayyül” isimli şiirinin
“Bâzı günler beni bir böyle tuhaf duygu sarar:
Pek ümidsiz olurum, ufkumu zulmet kaplar.
Bir tesellî bulabilmek ne kadar zordur o an,
Yeisin kolları sıkdıkça sıkar her yandan...
Bakdığım her yöne bir başka vehim düşmüşdür:
Bu ne korkunç, kötü kâbûs; ne feci’ bir düşdür!”
Mısralarında şairin gelgitler yaşadığını, ümitsizliğe kapılıp karamsar bir ruh haline büründüğünü, şairin kendi ifadesiyle “kâbus” gördüğünü anlıyoruz. Oysa şairin “Bahar Gelsin”, “İlkbahar Müjdesi”, ”İlkbahar”, “Oyun”, “Baharda Gezinti” gibi şiirlerinde mutluluk, insan ve doğa sevgisi işlendiği gibi bir yaratıcının varlığına da dikkat çekilir. Onun “İlk Bahar Müjdesi” adlı şiirinden:
Toprak değişdi rengini, bozken, yeşillenip;
Binbir çiçek örüp dokuyor renk renk ip.
Kırlar bahârı karşılıyor, seyri çok garip...
Kalbimde bir ılık heyecan müjdeler seni,
Ey tatlı ilkbahar, yüreğim hisseder seni
Ölmüşdü bahçemizde kışın her ağaç, çiçek.
Sandım ki, hiç dirilmeyecek kuş, sinek, böcek!
Kim can verip ölenleri tekrar diriltecek?!.
Evvelce kim yaratdı, düşün, yokdu hiç biri:
Çok sevdiğin şu gökleri, can verdiğin yeri...
Şiirlerde birbirine zıt bir mahiyet teşkil eden ümit ve ümitsizlik, yaşama sevinci ve karamsarlık hali hemen hissedilir. Bu durum, bir müminin “havf ile reca (korku ve ümit)” arasında yaşaması gerekliliğinin bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Çünkü şair, şiirlerinde Allah’a tam bir teslimiyet ve tevekkül içerisindedir. Dolayısıyla sıkıntıda da mutlulukta da ümidini yitirmeyen Kılıç yaşama inancına sımsıkı bağlı bir kimsedir.
Kılıç, edebiyat, sanat ve fikir dünyasındaki bazı şahıslara ithaf etmek üzere şiirler yazmıştır. Yahya Kemal Beyatlı, Cumhur Kılıççıoğlu (d.1938-..), Yılmaz Öztuna (ö. 1912) bunlardan bir kaçıdır. Yahya Kemal Beyatlı için kaleme alınmış olan şiir en dikkat çekici olanıdır. Söz konusu şiirde, Yahya Kemal’in şiirdeki kudretine değinilmiş, onun şiir dilinin efsunlu ve ayrı bir âlemin dili olduğu ifade edilmiştir. Şairin 16.11. 1981 tarihinde kaleme alıp Yahya Kemal’e ithaf ettiği şiiri şöyledir:
Her gün duyup işitdiğimiz sözler olsa da,
Ma’nâsı, tavrı, şîvesi bambaşka bir sadâ,
Bir ayrı âlemin dili, efsunlu bir lisân
Şi’rinde mûsıkî olup etrâfı sarmada...
Mısra’larında çınlayan âhenkli nağmeler
Dillerde söylenir ve gönüllerde akseder;
Titrer uzakda hâtıralar bir hayâl gibi,
Ruhlarda ürperiş dolu bir his gelip geçer...
Bir mânevî cihân açarak rûha kudretin,
Her şey erir o lahza sükûnunda uzletin,
Yorgun düşen omuzlarımız şimdi dinlenir;
Artık durur zaman, sezilir zevkı cennetin...
Ekrem Kılıç’ın Yahya Kemal’e şiir ithaf etmiş olması ondan etkilendiğinin de bir göstergesidir. Mazi ve tarih Yahya Kemal’in şiirlerinde üzerinde durduğu en önemli konulardan biridir. Kılıç’ın “Hasret” isimli manzumesinin aşağıdaki mısralarında Yahya Kemal’in şiirlerinde ifadesini bulan Osmanlının Balkanlardaki fetihlerinin ayak seslerini duyar gibiyiz.
O yağız çehre; başda tolga-sarık.
Bir kılıç darbesiyle göğsü yarık.
Gök mü, kaftan mı böyle kıpkızarık?
Sanki, yâkutla süslüdür mintan!
Atının nallarında bin şimşek
Doldurur âsumânı gürleyerek!
Kûs-i mehter olur akında yürek
Çok uzaklardan akseder: dan! dan!
Kılıç, bazı şiirlerinde de Ahmet Haşim’in şiirlerinde kullandığı imgeleri kullanır ve böylece onun üslubuna yaklaşır. Aşağıdaki “Yaz Akşamı” adlı şiirde geçen, “ufuk, güneş, akşam, gök, gül” gibi ateşi çağrıştıran kelimeler, Ahmet Haşim’in şiirini dolayısıyla Şeyh Gâlib’i anımsatır:
Ufuklar hep tutuşmuştur
Güneş gül gül açar akşam
Benim kalbim de bir kuştur
Kanatlanmış uçar, akşam
Nasıl maviydi, berraktı
Şu yanmış gök, biraz evvel
Güneş canlıydı, parlaktı
Uzaktan şimdi sallar el
Yazın bambaşkadır akşam
O yorgun gün veda eyler
Yanar her evde birkaç cam
Vefa borçtur; eda eyler…
Ekrem Kılıç’ın 1967 yılında Batman Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nda memur olarak çalıştığını yukarıda bahsetmiştik. O tarihlerde Siirt’e bağlı küçük bir ilçe olan Batman’ın içinde bulunduğu fiziki şartların ne kadar kötü olduğu şairin kaleme aldığı “Batman Kasidesi”nden anlıyoruz. Kaside her ne kadar övgü şiiri olsa da burada şehir adeta yerilmiştir. Şehir tarihi açısından ilgi çeken kasidenin bazı beyitlerini aşağıda sunuyoruz:
Bu şehre ki Batman denilür hayli zamandır;
Ma’nâ bu ki: bir kez batanın hâli yamandur!
Her kûşesi başdan başa çöpler ile kaplû,
Her zerre havâsındaki sırf toz ve dumandur!
Kış geldi mi, bir başka olur bizde sokaklar:
Her ev leb-i deryâ, yalı; her arsa limandur.
Pek bol bulunur bizde ya, kullanmayız asfalt;
Tutkal gibidür balçığımız, çizme yutandur.
Çöplükleri teftîş eden ol kare sinekler,
Bir serçe kadar besli ve tonbul, kocamandur!
Gündüz çekilüp dinlenerek saldırur akşam;
Pek can yakar ol sivrisinek, sevdiği kandur.
Kılıç’ın söz konusu kasidesinde bazı kelime ve eklerin Eski Anadolu Türkçesi fonetiği ile yazılmış olması ilgi çekicidir. Şair, Batman’daki gözlemlerinin ürünü olan “Batman Şehrine Kaside”nin dışında Siirt ve Şanlıurfa’daki memuriyeti sırasında edindiği izlenimlerini de şiirleştirir. Cumhur Kılıççıoğlu’na ithafen yazılan “Siirt’in Eski Günleri” adlı manzume şairin Siirt ile ilgili müşahadeleri açısından kayda değerdir. Kılıç, Siirt’teki memuriyetinden sonra Şanlıurfa’da 1992’de kurulan Harran Üniversitesi’nde memuriyete devam eder. 1994 yılında da “Cihad Kürkçüoğlu’nun hazırladığı Ruha’dan Urfa’ya ve Şanlıurfa albümlerine bakarken” notunun yazıldığı “Şanlıurfa” isimli manzumesini kaleme alır. Söz konusu şiirde şehrin tarihi arka planı üzerinde durularak adeta şehrin monografisi ortaya konur:
Bir belde ki, her din ve kavim mutlu ve râzı;
Şan vermededir Urfa’da insanlığa mâzî:
Târîhe geçen bunca krallar, derebeyler,
Şöhretli kumandan ve hükümdâr, nice beyler,
Binlerce meşâyîh, ilim erbâbı, velîler,
Fâzıl ve saîd onca şahıs, onca nebîler...
Hemşehridir İbrâhim’i, Eyyûb’u, Şuayb’ı..
Nemrûd’u, ne gam, olsa da artık bütün aybı!
Kılıç’ın divan şiiri geleneğine bağlı kalarak yazdığı tarih kıtaları da önem arzetmektedir. Onun Ayrı Bir Âlemîn Dili adlı kitabına dâhil ettiği tarihlerin sayısı otuz üçtür. Bu tarihlerin bir kısmı şairin çocukları ve torunlarının doğumu için yazılmıştır. Kılıç’ın tarih kıtaları sırasıyla şunlardır: “Oğlu Ömer Said, kızı Emine (2), kızı Tuba (2), torunları Süeda, Asûde, Müslim, Selvanur, İnci Gülsüm, Safa Kerem, bunun yanında Necmettin Şaihiner’in Said ve Enes Seyda adındaki oğullarının doğumu, Said Nursi (2), Tahiri Mutlu, Ekrem Hakkı Ayverdi, Molla Hamid Ekinci, Nazım Gökçek, M. Emin Birinci, Hilmi Doğan’ın vefatları üzerine, Dr.Leyla Elbruz’un Vakıflar Genel Müdürü oluşu münasebetiyle, Batman’ın Beşiri ilçesi Belediye Hamamı’nın yapılışı için, Harran Üniversitesi’nin ve Şanlıurfa Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından çevre düzenlemesi yapılan Dergâh Projesinin açılışına düşürülen tarihler. Ayrıca şair, 2007 ve 2008 yılında kendisinin vefat edeceğini düşünerek birer tarih yazar. Fakat emri Hak vuku bulmayınca bu tarihlerin üzerine iptal diye not düşürülmüş. Şairin kendisi için yazdığı tarihlerden birini örnek olarak verelim:
“Eller için hesâb edivermek hüner değil,
Târîh: ölüm-doğum diye ebcedle; böyle bil…
Afveyle Sen bu mücrimi, “Y GÂFİRE’L-HAT”!
Yazsın bugün de mevtime târih; gelip “CELÎL”… (2007 mîlâdî)[5]
Yukarıdaki tarih kıtasında da görüldüğü gibi şair, düşürdüğü tarihlerlerdeki kapalı hususlarla ilgili okuyucuya bilgi vermeyi ihmal etmez. Arapça ibarelerin anlamını verdiği gibi ta’miyeli tarihlerin izahını da yapar.
Yakınlarına ahlakî ve dinî öğütler vermekten geri durmayan Kılıç, “pend-name/nasihat-nâme” türü şiirler de yazar. “Oğluma” başlıklı şiiri bu türdendir. Divan şiirinde önemli bir yer tutan “pend-name ya da nasihat-nâme” türü, özellikle 17. yüzyıl şairi Urfalı Nâbî(ö.1712)’nin oğlu Ebulhayr Mehmed’e nasihat etmek üzere yazdığı “Hayriyye”[6] adlı mesnevi ile zirveye ulaşmıştır. Gelenekten beslenen ve geleneği devam ettiren Ekrem Kılıç da “Oğluma” adlı şiirinde ilk çocuğu Ömer Said’e iyi bir kul olması için nasihatde bulunur. Manzumeden alınmış iki beyit aşağıdadır:
Ömer, yavrum! Bu birkaç söz babandan bir nasîhatdır:
Vazîfen, evvelâ Allâh’a îmândır, itâatdır.
***
Elin, ağzın, gözün, aklın.. çalışsın Hakk’a hizmetde;
Eşin - dostun, konun - komşun bulunsunlar selâmetde.
Kılıç, Hz. Peygambere övgü şiiri olan bir na’t de kaleme almıştır. Risale-i Nur’dan ilham alınarak yazıldığı anlaşılan manzumede Allah’ı tarif eden üç külli muarriften bahsedilmiş ve bu tarif edicilerden biri olan Hz. Peygamber üzerinde durulmuştur. Şiirin tamamı yirmi altı beyit olup aşağıda birkaç örnek beyit sunulmuştur:
Üç büyük, küllî muarrif Hakk’ı tam ta’rîf eder:
Başda Kur’ân, sonra görmüş olduğun göklerle yer.
Âyet âyet zerrelerden bir kitabdır kâinât;
İşte ondan sor ki: “Kimdir Hâlik’ın?” bir bak, ne der?
Sonra meydân, Rahmeten li’l- âlemînindir, evet,
Âyete’l- kübrâsı kevnin, Zât-ı Ahmed, serbeser...
Yukarıdaki na’t-i şerifin yanında şairin, Hz. Ömer’in “El-Adlü Esâsü’l-Mülk” (Adalet mülkün temelidir) sözü üzerine yazdığı bir uzun manzumesi de vardır. Adaletin timsali Hz. Ömer’in bu sözünden yola çıkan şair, insanın var oluşundan günümüze kadar adaletin toplumdaki yeri ve adaletsizliğin yol açtığı haksızlıklar üzerinde durmuştur. Bilindiği gibi adalet, toplumların var olmasını sağlayan, haklıya hakkını; haksıza da cezasını veren bir anlayıştır. Özel anlamda insanın, genel anlamda milletlerin ve dünyanın binası adalet üzerine kurulmuştur. Şair:
“Kim yıkdı o dev imparatorlukları böyle?
İbretle araştır, oku tarihi de söyle… ”
diyerek insanları bu konuda düşünmeye sevk eden bir tavır sergiler. Şiirin tümü okunduğunda dünya tarihinde zulümleriyle tanınan kişiler yerilmiş ve adaletin iman ve Allah’a istinad etmekle gerçekleşeceğine değinilmiştir.
“Allâh’a dayandım; beni aslâ yıkamazsın!
Yüksekdir o bağ; derk edemezsin, çıkamazsın!...
Ekrem Kılıç, yakın tarihimizde meydana gelen olağandışı hadiselere şahitlik ettiğinden o devrin baskıcı zihniyetini şiirlerinde eleştirir. 12 Mart 1970 askeri muhtıradan sonraki hak ihlallerini konu alan “Yalancının Mumu, Bitmeyen Çile, Zulüm Devam Etmez, Şikâyet, Trt-name” isimli şiirler kaleme alınır. Şair bu manzumelerde hadiseleri sorgular, hicveder ve yapılanlardan yakınır. Kısaca şair bu şiirlerinde sosyal eleştiride bulunur ve insanları düşünmeye, sorgulamaya sevk eder. “Zulüm Devam Etmez” adlı manzumeden aldığımız şu mısralar okunmaya değerdir:
“Tutun, atın şunu zindânın en derin yerine!
Pranga vurmalı lâkin diliyle ellerine!
Yobaz bu! Koş! Menemen! İrticâ! Otuzbir Mart!
Yaşatma! Vur! Uzanan dil de, baş da olsa kopart!
Vurun; fakat beni son def’a dinleyin bir az:
Ben ölmüşüm ne çıkar! Hak susar mı hiç? Susmaz!...”
Ekrem Kılıç’ın, Bir Ayrı Âlemin Dili adlı şiir kitabında, mısraların ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralanmasıyla anlamlı bir sözcük veya özel bir isim ortaya çıkacak şekilde tertip edilmiş iki akrostiş (muvaşşah veya istihrac)[7] yer almaktadır. Şairin ilk akrostişinde kendi adı ve soyadı “Ekrem Kılıç”; ikincisinde ise oğlu “Ömer Said” adı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ikinci akrostiş, örneklerine daha çok Halk şiirinde rastlanan “satranç”[8] tarzı bir manzumedir. Şairin sanat gücünü ortaya koyan muvaşşah aşağıda sunulmuştur:
TEVŞÎH (AKROSTİŞ)
Ömrü pek çok meyve versin, evvel – âhir, Rabbenâ
Meyve versin, rahmetinden dâimâ kılsan atâ…
Evvel – âhir, dâimâ olsun refîk ihlâs verâ’,
Rabbenâ, kılsan atâ: ihlâs, verâ’ Sen, oğluma..
Söyle nîçin ağlıyorsun, inliyorsun, dertlisin?
Ağlıyorsun, çünki: mazlûm milletin ağlar senin.
İnliyorsun; milletin me’yûs olan, öz milletin
Dertlisin: ağlar senin öz milletin âtî için!..”
* Prof. Dr. Harran Üniversitesi Fen-Edb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
* Bu yazı daha önce ŞURKAV Şanlıurfa Dergisi Yıl 8, Sayı 22, Ocak 2015, s. 46-54 sayısında yayımlanmıştır.
[1] Lisans öğrencim Ferit Şahin’in “Ekrem Kılıç Hayatı-Sanatı ve Eserlerinin İncelenmesi” isimli bitirme tezinden istifade edilmiştir.
[2] Hayatı hakkındaki bilgileri bize verme lütfunda bulunan Ekrem Kılıç Beyefendi’ye teşekkür ediyoruz.
[3] Sadık Yalsızuçanlar, Yeni Şiir Antolojisi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1982, s. 108.
[4]Son mısra’da hem tam, hicrî 1390; hem ta’miyeli mîlâdî 1970 târîhi vardır. Ta’miyelide, Şeref kelimesinin değeri 580, 1390’la toplanacaktır. [*] Şeddeli harfler iki kere hesaplanmıştır.
[5] Dördüncü mısra’daki “Ey hatâyı örtüp affeden Allah” anlamındaki arabça ibâre ile üçüncü mısra’daki “Celîl” kelimesinin ebced değerleri toplamı 2007 ederek, “ta’miyeli târîh” düşürülmüştür.”
[6] Nâbî’nin bu eseri için bk. Mahmut Kaplan, Hayriyye-i Nâbî (İnceleme-Metin), Atatürk Kültür Dil veTarih Yüksek Kurumu AKM Yayınları, Ankara,1995.
[7] Tavukçu, Orhan Kemal, “Muvaşşah (Akrostiş)”, Kültür Tarihimizde Gizli Diller ve Şifreler, Picus Yay., İstanbul 2008, s. 220-235, Hakan Yekbaş, “Divan Şairinin Sessiz Ve Gizli Anlatımı: Muvaşşah, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, s. 2649-2700.
[8] Bu konuda daha fazla bilgi için bk. Dr. Doğan Kaya, http://dogankaya.com/fotograf/satranc_ve_vezn-i_aher_uzerine_dusunceler.pdf (erişimtarihi 01.12.2014)