"Bir gemide olduğunu düşün," diyorum.
Ne yalan söyleyeyim, son birkaç seanstır bu analoji için uygun zaman kolluyordum. Ve işte şimdi, tam sırasıydı.
Kişinin, tabii eğer isterse, Zamanın Bedii'nin "Uhuvvet Risalesi"nde geçen ve sağlam bir mantık üzerine kurulu bu temsilden büyük fayda sağlayacağını düşünmüşümdür hep. Hatta bir adım daha ileri giderek şunu da söyleyebilirim; eğer insan isterse bu analojiden yararlanarak kendisiyle de başkalarıyla da kurduğu ilişkiyi adaletli bir temele oturtabilir.
Beklediğim anın, dağların arasından önüme serilen geniş bir ova gibi belirmesi... Uzun zamandır beklenen anın gelmesi beni hem mutlu ediyor hem de biraz geriyor. Temsillerin, terapistlerin en güçlü tedavi araçlarından biri oluşu ve bu temsili en etkin şekilde kullanma isteğim üzerimde bir baskı kuruyor. Gözüm filtre kahveyle dolu kupada. Taze kahvenin kokusunu içime çekmek için büyük bir iştiyak duyuyorum. Sadece bir yudum alsam bile sanki biraz gevşeyeceğim. Vazgeçiyorum.
"Seninle birlikte dokuz kişi daha var gemide. Toplam on kişisiniz. Bunlardan birisi zalim biri, mesela onlarca kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüş bir cani veya bir terörist. Geminin etrafı askerler tarafından sarılmış. Askerler o tek bir caniyi yakalamak için gemiyi topa tutuyorlar. Hepiniz öldü öleceksiniz. Caninin sen dâhil masum dokuz kişiyle birlikte öldürülmesine razı olur musun?"
"Niye razı olayım ki, çok saçma bir şey olur bu." diyor yarı öfkeli.
"Onlarca kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüş bir cani de öldürülmüş oluyor ama dikkatini çekerim."
"Cani öldürülüyor ama sen söyledin, ben ve diğer masum sekiz kişi, katille birlikte ölüme götürülürken bizim suçumuz ne ki? Büyük bir haksızlık olur bu. Adalet sağlama amaçlı bile olsa haksız insanların hukukuna tecavüz etmek zulmün başka bir çeşidi değil midir?"
"Peki, gemide tek bir kişi masum olsa, o da sen olsan, diğer dokuz kişi azılı katil olsa, geminin batırılarak seninle birlikte onların öldürülmesine yine de razı olmaz mısın?"
"Buna da razı olmam. Ne fark eder ki, yine adalet yerine gelmemiş olur. Suçsuz, masum olan tek bir kişiyle dokuz kişi arasında bir fark göremiyorum. Ayrıca ister bir, ister dokuz tane olsun, masumlara hiç zarar vermeden katili yakalamak imkânı niye araştırılmıyor?"
"Bunu duyduğuma sevindim." diyorum kendimden memnun. Artık kahveden bir yudum alabilirim.
Kahveden bir yudum alıyorum. O da kahvesinden bir yudum alıyor.
O, insanlara içi öfkeyle dolu biri. Biri bir yanlış mı yaptı, üzerini çiziveriyor. Birisi bir hata mı yaptı, sanki bu kişi hatadan müteşekkilmiş gibi yerin dibine geçiriyor. Ona kimseyi beğendiremezsin. Onun şusu var, berikinin busu. Herkes hatadan yoğrulmuş sanki.
İnsan tek bir özellikten müteşekkil değil
Başkalarına karşı içi öfkeyle dolu da kendine karşı tutumu merhametli mi? Kendisi de bir hata mı yaptı, sanki hatadan müteşekkilmiş gibi yerine dibine sokuyor kendini. Ona kendini kabul ettirmek de çok zor. O tembelin teki. O aptalın teki. O akılsızın teki. Hayatta birçok fırsatları kaçırmış, işe yaramazın teki. Bir konuda başarısız mı oldu? Tüm dünyası kararıyor. Sanki hayatı baştan sona başarısızlıkla örülmüş bir zavallı haline sokuyor kendini.
Dışarıdan bakınca son derece mağrur, kibirli, kendine aşırı güvenen biri gibi duruyor. Kendini aşağılamasını başka insanların bildiğini de pek sanmıyorum. Ser verip sır vermez bu konuda. Aksine kendisi hatasız biriymiş gibi davranıyor insanlara.
"Bu temsilin bize ne söylemek istediği konusunda bir fikrin var mı?" diye soruyorum.
"Doğrusunu söylemek gerekirse benimle ilgisini tam olarak kuramadım. Ben de sana soracaktım bunu."
"Sen de kendinle ve başkalarıyla olan ilişkinde bu askerlerin yaptığı haksızlığı yapmıyor musun? Her bir insanı bir gemi gibi düşün. İçinde onlarca, yüzlerce, binlerce farklı hususiyetler veya davranışlar bulunsun. Kendindeki kötü bir özellik ya da yanlış bir davranış yüzünden kendini helak ediyorsun. Mesela sana yanlış gelen bir davranış mı yaptın? Basitçe, 'yanlış bir davranış yaptım' demek yerine, "ben yanlış biriyim"e vardırıyorsun işi. Bir cani katille birlikte dokuz masumu gözünü kırpmadan öldüren asker gibi davranıyorsun yani. Aynı tarzı başkalarıyla ilişkinde de sürdürüyorsun. Biri bir hata mı yaptı, nazarında hatadan müteşekkilmiş bir insana dönüştürüyorsun onu. Bunu kendine yaptığında kendinin başkalarına yaptığında da başkalarının iyi, güzel, hayırlı davranışlarını yok etmiş, adeta öldürmüş veya yok saymış oluyorsun."
"Keşke" diyorum, "Varlığının tümüyle, yani 'kendinle' 'davranışların' arasında bir ayırım yapmaya çalışsan. Tek bir hatalı davranışın yüzünden diğer güzel davranışlarını göz ardı ederek kendi hakkında acımasız hükümler vermesen. Aynı şey başkalarıyla ilişkinde de söz konusu. İnsanların kendileriyle davranışları arasında bir ayırım yapsan. Bazı davranışlarıyla onlar hakkında hemen hüküm vermesen. İnsan tek bir halden, tek bir davranıştan, tek bir özellikten müteşekkil değil çünkü."
Zamanın Bedii "hane-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlahiye" diye tarif eder ya bir mü'mini. Kötü bir davranış, hal, özellik yüzünden bu gemi batırılıp helak edilmemeli. Hatta dokuz caninin ve bir masumun olduğu bir geminin bile helak edilip batırılması zulümse, birçok davranışı, özelliği, hali kötü olan bir insan gemisi bile batırılıp helak edilmemeli.
Zaman