Evlilik, hayatımızda alabileceğimiz en önemli kararlardan biri, belki de en önemlisi. “Bir ömrü birlikte geçirebileceğimiz, heyecanı, aşkı, tutkuyu hiç kaybetmeden, ilk günkü duygularla yaşayabileceğimiz birini bulma” klişesi, karşılığı olmadığını bize defalarca kanıtladı. Aşkın ne kadar sürdüğü üzerine uzun uzun konuşuldu, yazıldı. Kimyasal açıklamalar, realistik yaklaşımlar aşka hiç yakışmadı ama sonunda ona da bir ömür biçildi. Hepi topu 1 – 2 yıl içinde en büyük aşkların bile biteceği belirlendi. Bu süreye evlilik öncesi tanışma ve flört de eklenince evlilikten geriye, cinsiyet rolleri, sorumluluklar, ailelerle ilişkiler, dengeler ve yine dengeler kaldı.
Bekâr gençlerin evli insanların hayatlarını ilgiyle gözlemlediklerine şahit oluyorum. Kendi anne-babalarının ve yeni nesil evli çiftlerin yaşam biçimleri arasındaki fark büyüdükçe, gençlerin evlilikten beklentileri konusunda kafalarının karışması şaşırtıcı değil. Onca soruna rağmen sürdürülen evliliklerin, yerini “anlaşamazsam, ayrılırım” mantığına bırakmış olması, doğrulayamadığımız ya da yanlışlayamadığımız bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Çiftlerin ilişkilerden beklentilerini hızla dönüştüren, ortak kültürün giderek yok olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Eş seçimlerinde gençler “karar verme kriterlerini” belirlemekte zorlanıyorlar. Ne aradığını bilen gençlerin gerçekçi olmayan beklentiler içinde olduğunu görüyoruz. Kimi çevre yoksunluğundan, elinden tutanı olmadığından evlenemiyor, kimi günün “popüler” özelliklerini taşımadığından tercih edilmiyor. Hayata dair önemli kararlar alırken zorlananlar var bir de. Yanlış bir evlilik yapma korkusu ya da mükemmel evlilik yapma kaygısı, gençlerin evlenmelerini geciktiriyor. “Aman yavrum Allah’tan korkan, kuldan utanan biri olsun” nasihati de havada kalıyor. Özellikle son yıllarda, muhafazakar aile yapısına sahip ailelerin çocuklarının bu nasihate uygun olup olmadığını görmek ve anlamak çok zor. Çağın yükselen değerleri, eş arayışında kalıcı olmayan bir belirleyiciliğe sahip ve sürekli değişiyor.
Gençlerin evlilik kararlarında, eş seçimlerinde kriter olamayacak bazı saplantılarla hareket ettiklerini de görmek mümkün. Sırf bu takıntıları yüzünden belki de çok sağlıklı evlilikler yapabilecekleri adayları eliyor olmaları evlenmelerini zorlaştıran bir etken oluyor. Fiziksel görünüm, meslek, kariyer, seçkin bir aileye sahip olmak tercihleri belirliyor. Herkes, kendisinin ya da çocuğunun ideal bir eş adayı olup olmadığına bakmaksızın “yüksek standartlar” peşinde koşuyor. Denklik, yani “küfuv”, yalnızca ekonomik uyum olarak algılanıyor.
Gençlere ve Ailelerine Birkaç Tavsiye
Evlilik, kişinin kendini hazır hissedip hissetmediğini tarttıktan sonra alınması gereken bir karardır. Kendini tanımak, ne istediğini bildiğinden emin olmak, hangi durumlarla baş edip edemeyeceğinin farkında olmak, evliliğin olmazsa olmazlarındandır. Karşıdakini gerçek anlamda tanımak evlilik çatısı altına girmeden mümkün olamayacağından, eş adayını tanıyan yakın çevresinden objektif görüşler alabilmek gerekir. Evlilik öncesi görüşme/flört aşamasında kişinin size değil, ailesine nasıl davrandığına bakmak önemli ipuçları verir. Trafikte, yemekte, iş yerinde yani günlük hayatında nasıl biri olduğu ve çevreyle ilişkisi kişinin gerçekliğini yansıtır. Hepimiz ilişkilerimizin ilk dönemlerinde daha özenli, daha kibar, daha düşünceli oluruz.
Bu, karşı tarafa kendimizi farklı gösterme çabası değildir. Hayatımıza yeni giren kişinin bizde uyandırdığı mutluluk ve iyi hissetme duygusuna karşı duyduğumuz derin minnettir. Samimidir, sahicidir ancak geçicidir. İlişkimiz normalleştiğinde, hayatımızın bir parçası haline gelip kanıksadığımızda daha normal, daha rahat, daha gerçek kendilik ortaya çıkar.
Hep söylenir “evlenen sadece gençler değildir, aileler de evlenir”. Çok doğru bir sözdür. Burada kastedilen gençlerle birlikte iki ailenin de evlilik birliğiyle bir ilişki ve hısımlık sürecine başladığıdır. Gençlerin eş seçimlerinde kendi aile kültürlerine, değerlerine uygun tercihler yapması ileride hem kendilerini hem de ailelerini rahat ettirir.
Ancak ben farklı bir yöne dikkat çekmek istiyorum. Gençlerin evliliği, anne babalarının da içlerinde kalmış evlilik hayalleri ya da travmalarını canlandırır. Ben yaşayamadım çocuğum yaşasın kaygısı, döner dolaşır çocuğunun da aynı kaderi yaşamasına dönüşür. Belki genci yaşaması muhtemel sıkıntılardan koruma çabası, belki kaçınılan şeylerin kişiyi bumerang gibi gelip bulması, belki de alın yazısı. Bu yüzden ebeveynler kendi geçmişlerinde bıraktıkları acı izleri, çocuklarının evliliğiyle birlikte yeniden canlanmadan, çözmelidirler. Geçmişte bırakılmış yaralı bir duygu, yıllar sonra bile olsa, benzer durumlar yaşandığında yeniden ortaya çıkar ve ilk günkü gibi kanar. Kendi sorunlarımızın gençlerin ilişkilerine zarar vermemesi ebeveynler olarak sorumluluğumuz olmalıdır.
Tuba Karacan-Dünya Bülteni