Ömer faruk Kaya’nın haberi
RİSALEHABER - Diyarbakır Kültür Merkezi tarafından hazırlanan Üniversite Risale-i Nur seminerinde bu hafta “Sebat ve Metanet” konusu Mehmet güden tarafından sunuldu. “Sebat ve Metanet Üzerine Bir Tahlil”, “Mesleğimizde Sebat ve Metanet” ve “Sebat-Azim-Başarı” başlıkları altında işlenen seminerden bazı notlar şöyle:
Sebat ve Metanet Üzerine Bir Tahlil
Sebat: Kelime olarak yerinde durmak, kararlı olmak, manalarına gelir. Ayrılmamak (sözünde durmak, kararından vaz geçmemek) manasını ifade eder. Ayrıca iman ve İslamiyet’e hizmette, Allah’a ibadet ve taatte sabit ve kararlı olmak manasına da gelmektedir. Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak da sebattır. Sebat bir histir, bir eylemdir. Bizim gaye-i hayalimize veya hedefimize olan bağlılığımız sebatımızdır. Bu bakımdan sebat iyi düşünülmüş taşınılmış, sonra da kararlaştırılmış bir hususta geriye dönmeme manalarını da hatırlatır. Sebat aynı zamanda önemli bir ahlaki esastır. Sebatın mesleğimizdeki hususi manası ise dünyanın acı-tatlı her halinde, Risale-i Nur hizmetinde daim ve baki kalmaktır. Başka fikirlerin ve meşgalelerin tesirinde kalmadan Risale-i Nur hizmetine devam etmektir.
Metanet: Sözlükte sağlamlık, kavilik, dayanıklı olmak anlamındadır. Metanetli olmak ise kötülükler ve zorluklar karşısında yılmamak, dayanmak manalarında kullanılır. Hak, iman ve İslamiyet uğrunda metanet göstermek çok kıymetli bir seciyedir, ahlaktır.
Sebat ve metanet arasındaki fark: Mana olarak birbirine yakın kavramlardır. Sebat daha genel, metanet daha özeldir ve sebatın içindedir.
İnsanda binlerle hissiyat vardır ve bunların her birinin iki farklı mertebesi, kullanım şekli bulunmaktadır. Yani, dünyevi ve geçici ve hevesat için bu hisleri sarf etmek veya Allah’ın rızasını kazanmak ve ahirete bunların yüzünü çevirerek doğru yolda kullanmaktır. Üstadımız, “O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir” demektedir. İşte sebat için de Üstad Hazretleri şöyle demektedir: “Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.”
Üstadımız sebat ve metanete büyük önem verir. Öyle ki, hadsiz ve nihayetsiz sebat ve metanet göstermemiz gerektiğini vurgular. Lahikalarda bu konuda nur talebelerini ikaz eder. Hatta mesleğimizde ihlas-ı taammeden sonra en büyük esasın sebat ve metanet olduğunu söyler.
Mesleğimizde Sebat ve Metanet
“Evet mesleğimizde ihlas-ı tâmmeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki; öyleler, her biri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş. Âdi bir adam ve yirmi-otuz yaşında iken, altmış-yetmiş yaşındaki velilere tefevvuk etmişler var.” Evet, Kastamonu Lahikası’nda geçen bu kısım bize mesleğimizde sebat ve metanetin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.
Öncelikle şunu hatırlamamız gerekir ki, Risale-i Nur dairesi içinde bulunanlara kâinat kadar ehemmiyetli kazançlar sağlar. İmanla kabre girmek, öyle ki Risale-i Nur, on beş senede kazanılan tahkiki imanı, on beş haftada, hatta bazılarına on beş günde kazandırabilmektedir. Risale-i Nur şakirdlerinin dualarına hissedar olmak ve şirket-i maneviyeye dâhil olmak gibi başka büyük kazançlar da mevcuttur. İşte, “Risale-i Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve dâimî ve sarsılmaz bir sebat ister.”
Risale-i Nur’un bu kazandırdıklarıyla birlikte, Risale-i Nur’un yazıldığı dönemlerde nur talebelerinin faaliyetleri ve sebatkârane çalışmaları, Risale-i Nur’un bütün dünyaya yayılmasına ve milyonların imanlarının kurtulmasına vesile olmuştur. Öyle ki onların o sebatları bütün ehl-i imanı şevke getirmiş ve bu gün bizleri de şevke getirmektedir. Tahribatın kolay olmasına ve tahrib edenlerin çok olmasına rağmen Risale-i Nur’un yaptığı büyük fütuhat yine Üstad Hazretlerinin ve talebelerinin sebat ve metanetleriyle gerçekleşmiştir. Davalarındaki azim ve sebatla müminlerin kalplerini harekete getirdikleri gibi ruhlarda da İslami aşk ve heyecanı da uyandırmıştır.
Risale-i Nur’da şöyle geçmektedir. “Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale‑i Nur’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.” İşte bizim bulunduğumuz durum da bunun gibi olması hasebiyle dikkatli olmalıyız. Bizim de bu mevsimde, tarihsel olarak o zamana göre daha rahat ve baskıların az olduğu, yani bahar gibi olan bu süreçte, daha bir dikkatli olmamız gerekir. Ki Üstad ve talebelerinin çoğunluğu diyar-ı ahere göçmüş, biz dahi dünya meşgalelerine daha fazla kapılmış durumdayız. İşte bizim bu cihetle kuvvetli bir metanet ve kudsi nurlu Kur’an hizmetimizde sebat göstermemiz gerekir. Aksi halde, hizmetimizin zararına tembellik, usanç ve duraksama başlar. Bize de büyük zararı dokunur.
Karşılaştığımız sıkıntıların imtihan olduğunu bilmek ve altını bakırdan ayırt etmek manasında bir elek olduğunun farkında olarak hareket etmemiz gerekir. Musibetin büyüklüğü oranında ona gösterilen sebat ve metanet derecesinde kişi kazançlı çıkmaktadır. Nur talebeleri atıldıkları hapishanelerde ve gördükleri işkencelerde gösterdikleri sebat ve metanet ile isimlerini tarihe yazmışlar ve başka insanların Risale-i Nur hizmetindeki samimiyetlerini anlamalarına vesile olmuşlardır. Risale-i Nur mesleğinde kanaat etmek bize yüksek sebat ve metanet kazandırır. Hizmet etmekte ve çalışmakta daima daha fazlasını taleb etmekle beraber, neticelere ve Risale-i Nur’a ve hizmet metoduna kanaat etmemiz gerekmektedir. Bu noktalarda kanaat ve bunlarda sebat etmek için mahiyetlerini bilmemiz gerekir. Örneğin Risale-i Nur’un başta kendimizin ve diğer insanların imanlarını kurtardığını ve kuvvetlendirdiğini bilmemiz, ona ve hizmetine kanaat etmemiz sonucunu doğurur ve bizi daha sebatkâr yapar. Mesela, on kutup derecesinde biri çıkıp gelse bin adamı veli yapsa, bu bizim hizmetimize olan kanaatimizi düşürmez. Çünkü onun gösterdiği keramet ile ancak o adamlar belki kurtulabilir. Risale-i Nur’un gösterdiği hüccetler ise sarsılmaz olduklarından dolayı hem şakirtlerine hem de başkalarına kanaat verir. Kaldı ki Risale-i Nur’da geçen şu nokta da vardır: “Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü'mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.” İşte nur talebeleri de bu hakikati hissettikleri için Risale-i Nur hizmetini bütün maddi manevi makamlara tercih etmişlerdir. Bu konuda Üstad Hazretleri şu ifadeleri de kullanmıştır:” Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutub, bir gavs-ı a'zam gelse, seni on günde velayet derecesine çıkaracağım dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.”
Aynen bunun gibi Risale-i Nur’un hizmet metoduna da sadık kalmak için de mahiyetini bilmemiz gerekmektedir. Bununla ilgili hatıralarda geçen Bayram Yüksel ağabeyin anlattığı şu kısım manidardır: “Üstadımız Hazretleri bir gün bizi huzuruna çağırdı. Bize hitaben: “Evlatlarım! Üstadım Gavs-ı Azam Abdül Kadir-i Geylani Hazretleri (k. s. ) temessül edip gelse, dese ki “Said şimdi şu tarzdaki hizmetten vaz geç, talim edeceğim bu tarzdaki hizmete devam et. Şu tazyiklerden, takiplerden kurtulacaksın ve her gün bir milyon şakirdin olacak!” diyeceğim ki, ey üstadım, gerçi sen benim üstadımsın, elini öperim, bu tazyikler, takipler yüz derece ziyadeleşse, günde beni bir kişi de dinlemese, bu tarzımdan vazgeçmeyeceğim. Çünkü bu tarzımı Üstad-ı Hakikimden ders almışım…” Ben, bu Üstad-ı Hakikiyi Peygamber Efendimiz (a. s. m) olarak anlıyorum. Risale-i Nur’da da şöyle geçmektedir: “Risale-i Nur Külliyatının mazhar olduğu İlâhî fütuhat, hep bu enbiya mesleğinde sebat kahramanlığının şaheser misali ve harikulâde neticesidir.” Evet Risale-i Nur’un hakikatleri Kur’an hakikatleri olduğu gibi metodu dahi peygamber mesleğinin ahir zamandaki bir yansıması olduğunu bilip ona göre hareket etmemiz ve Isparta kahramanları gibi demir ve çelik gibi bir sebat ve metanet taşımaya çalışmamız gerekmektedir.
Bu hakikatlerin yüksekliği yanında, bu hizmetin sırf lillah için yapılması ve ihlas, sebat ve metanetin önemli alt yapılarıdır.
Sebat – Azim - Başarı
Öncelikle belirtmeliyiz ki azim ve sebat gayeye ulaştırır. Zaten demiştik, sebat gaye-i hayalimize olan bağlılığımızdır. Onun içindir ki, biz bağlı olduğumuz davamızdan dönmemeliyiz. Günlük hayatımızda, sosyal hayatta, medresemizde bir takım hadise ve sıkıntılarla karşılaşabiliriz. İnsan böyle belalar ve sıkıntılar karşısında metin davranmalı yolundan dönmemelidir. İnsanın yürüdüğü yolda fütur getirmemesinden bahsettik, biz de hizmetimizde fütur getirmemeliyiz. Tabi bir takım engeller ve zorluklar ve bozguncu fikirler karşımıza çıkacaktır. Bunlar karşısında yolumuzun hak ve hakikattar olduğunu bileceğiz. Bunların birer imtihan olduğunu bileceğiz. Ve başımıza gelen musibetler, meşakkatler, felaketler, baskılar karşısında sebat etmeliyiz ve metin ve imanlı durmalıyız. Başımıza gelen bu olayları kaderin bize ihtarı veya bizim hatalarımızın neticesi veya mükafatın habercisi olduğunu bilip bunları kemal-i teslimiyet ve rıza ile karşılamalıyız. Bununla ilgili Enfal suresindeki ayet-i kerimenin meali şöyledir, “Ey iman edenler! Her hangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman, sebat edin ve Allah’ı çok anın ki felaha erişesiniz.” Sebat ve metanetin diğer ahlaki değerlere sahip olmakla yakından ilişkisi vardır. Bu zamanda ise ahlak o derece bozulmuştur ki metanet ve sadakat neredeyse kaybolmuştur. Bu acip halata karşı bizim çok fevkalade sebat ve metanet göstermemiz gerekir. Yoksa niyetlendiğimiz işler yarım kalır veya başlamadan biter. Sebat ve metanet başarıyı getirir, bunu tarihin akışı içinde de görmekteyiz. Tarihte büyük işler başarmış komutanlar ve büyük keşifler yapmış İslam bilginleri hep sebat edenlerdir. Örneğin Fatih Sultan Mehmet Han, henüz daha çocukken İstanbul’un fethiyle ilgili hadis-i şerifi okumuş, “Ey Rabbim, o komutan ben olayım” diye dua etmiş, hayalinde hep o ideali yaşatmıştır. İstanbul’un fethinde o kadar kararlıdır ki, gece sabahlara kadar uyumayıp çalışmış ve bunun için sebat etmiştir.
Peki, sebat ve metanetin ne kadar önemli olduğunu ve işlerimizde ve davamızda sarsılmaz sebat ve metanet göstermemiz gerektiğini biliyoruz. Öyleyse nasıl sebat ve metanet gösterebiliriz? Üstad hazretleri, Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz'etmiş” demiştir. İşte biz de her ne hedef için çalışırsak çalışalım, eğer inandığımız değerler uğruna sebat göstermezsek, merdivenlerden düşmüş gibi oluruz. Ya da yaptığımız işler yarım yamalak kalır. Sebat gösterebilmek için, yaptığımız işin mahiyetini iyi bilmemiz gerekir. İleriyi düşünerek hareket edip, karşımıza çıkabilecek çeldirici mahiyetteki unsurları ve diğer koşulları iyi değerlendirmemiz gerekir. Örneğin sabah namazına kalkmak niyetinde olan kişi hesabını geceden yapıp erken uyumalıdır. Yoksa gece geç yatarak namaza kalkmakta sebat etmek çok zorlaşır. Bunun yanında yine namazın ve sabah namazının mahiyetini bilmek de çok önemlidir. İşte bu örneğimizde veya Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinde olduğu gibi biz de hedeflerimizde karşımıza çıkacak halleri ve durumları iyi hesaplayarak, planlar yapar ve işin mahiyetini daha iyi bilirsek o ölçüde sebatkâr davranmamız kolaylaşır.
Bunun yanında şunu da unutmamak gerekir ki, işlerimizi yaparken sebat göstermek veya metanetli davranmak gerekir. Ancak neticenin Allah’ın elinde olduğunu bilip tevekkül etmemiz gerektiğini de unutmamamız gerekir. Üstad hazretleri şöyle demiştir:“Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk'a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.” Örneğin Celaleddin-i Harzemşah, defalarca Cengiz’in ordusunu yendiği halde, sefere çıkarken, ona “Sen kazanacaksın” denildiğinde, o şöyle cevap vermiştir. "Ben Allah'ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir. " İşte biz de yaptığımız işlere bu gözle bakarak, biz Allah rızası için fiili duamızı yapmakla mükellefiz diyerek neticenin Allah’a ait olduğunu bilerek hareket etmeliyiz.
Kaynak: RisaleHaber.com