Bir önceki yazımızla bağlantılı olarak biz ve bizden bir önceki kuşağın yani ebeveynlerimizin 1940 yıllarından günümüze kadar yaşadıklarını, bizim gibi 1960’lı yıllarda dünyaya gelen kuşakların ise aklına gelebildiği kadar 70, 80, 90 ve 2000’li yıllarına kadar o günkü yaşamış oldukları problemleri ve Türkiye’nin geçirmiş olduğu bir takım sıkıntı ve atılımların bizleri nerelere getirip götürdüğünü ifade etmiş olduk. Tabi ki bu noktalara gelene kadar geçen zamanda bir takım sıkıntılar yaşayan kuşağımızın hayat sürecinin bize kazandırmış olduklarını bir takıp pozitif taraflarının da var olduğunu belirtmek isterim. Toprak aynı toprak, hava ve yağmur aynı değişen ne acaba? Nelerin değişmesi gerekli, nelerin değişmemesi lazım? Bu sorulara da cevap aralayacak olursak, şöyle ifade edebiliriz.
Eğitim sisteminin sonuç odaklı hırs üzerine bina edilmesi
O zamanki eğitim modeli ile şimdiki eğitim modeli arasında fazla bir fark olmasa da daha evvel ki eğitim modelinde yer alan müfredatlarda sanat, tarım ve el işi gibi bir takım alanlarda insanlara eğitimler verilebiliyordu. Gelinen noktada özellikle 1990 ve sonrasında teknolojinin de gelişmesi ve refah seviyesinin artışı, nüfusun da artması gibi bir takım faktörler insanları rekabete sürüklemiştir. Bizdeki rekabet maalesef bir birini ezip geçme üzerine kurgulandı. “Hayat bir mücadeledir, ekmek aslanın ağzında” gibi bazı genellemeler topluma atasözü gibi öğretildi. Halbuki, hayatta mücahade olmalıdır, cedelleşmeye gerek kalmamalıdır. Ekmek neden aslanın ağzında olsun ki? “Efendim ulaşılması zor” deniyor. Rızkı veren Allah’tır, neden hırs gösterelim ki? Burada yine şartların zorluğundan, mücadelenin yapılması vurgulanarak toplumun “Atı alan Üsküdar’ı geçer”, bir diğer deyişle, yek diğerini ezerek geçme mantalitesi öne çıkarılmaktadır. Bu da haliyle gençlerimizin paraya, mala ve mülke nasıl kısa sürede en ucuz ve en az sarfiyatla ulaşabilirim hedefine yönlendirmektedir. Dikkat edersek eğitim modelimiz test sınavı üzerine kurgulandığı için, “ezberle, mantık oyunlarını iyi bil, cevapla” üzerine yapılandırıldığından haliyle şimdiki ana babalar çocuklarına, “sistem bunu istiyor, sen de bunu yap, gemini kurtar kaptan ol, paranın bol olduğu üniversiteyi ve bölümü seç, işin garanti olsun, bunun için elinden gelen her türlü gayreti göster, topluma faydalı olup olmamak önemli değil, sen paraya bak, kısa sürede köşe olacak işlerle meşgul ol” diyor. Aynen bu minval üzere, nasihatler, örneğin; bazı çocuklar kan görmekten fıtraten korksa bile çocuğunu tıbbiye veya sağlık mekteplerinde okumasını isteyen birçok ebeveyne rastlamak mümkün, netice ise orta yerde. Çocuğunun kabiliyetine göre okul alanı seçmeyi birçok ebeveyn terk etmiş durumda, zaten eğitim sistemi de buna müsaade edecek şekilde, alanda satan da memnun.
70’li yıllarda eğitim ikili olarak sabah ve öğle olarak münavebeli verilirdi. Bunu fırsat bilen ebeveynler çocuklarını sabah veya öğleden sonra değişimli olarak hem Kur’an öğrenmeye veya zanaat öğrenmeye hem de okula gönderirlerdi. Bu ise çocuğun her halükarda donanımlı olmasını sağlardı. Şimdi ise, varsa yoksa, sabah akşam, dershane, okul, test ve bul kazan. Babam beni ilkokuldan hemen sonra ortaokul ve lise çağında mektep ile birlikte mesleğe gönderdi. Lise sona kadar elimde iki mesleğim olmuştu. Bu sayede kar ve zararın, teşebbüs-i şahsinin, oturup kalkmanın, edeb ve adabın ne olduğunu yerinde öğrenmiş oldum. Bu şekilde iki cenahlı, B planı olan bir genç olarak sonunda, üniversite hayatına başlamaya karar verdim. Elde ettiğim kazanç ve bilgi birikimini okuduğum üniversite ve daha sonrası özel sektörde ve devlet dairesinde amir ve akademisyen olarak çalışmalarımda bir takım pratiklere vesile olduğunu gördüm.
Bunun aksine olarak, birçok zaman oluyor ki ebeveynler çocuklarını mutlaka bir devlet dairesine girmeye amaç edinmesi çerçevesinde yetiştirmeye çalışmakta. Bu ise çocuğu içinde bulunduğu müsabaka ve mücadele şartlarında yarıştan kopmasına sebep olmakta ve sonuçta mesleksiz bırakmaktadır. Lise bitirdikten sonra da bir ustanın yanında meslek öğrenmek bu yaştan itibaren zor ve zül olacağından bu gencimiz hayata daha geç ve güç atılacak demektir. Sonuçta, orta yerde bir takım memnuniyetsizlikler, altı ayda bir iş değiştirme, borç, harç, faiz, kendine yetememe, başkasının eline avucuna bakan, ebeveynlerimizin tabiriyle haline acınacak “kuş gibi bir babayiğit” durumuna geliyoruz.
Meslek edindirmeye yönelik okullar
Meslek liseleri neredeyse yok olma durumuna geldi. Daha yeni yeni bir takım atılımlar var. Hatayı gören Milli Eğitim, meslek liselerine ağırlık vermeye başladı birkaç yıl evvel. Bir ara sadece sağlık meslek lisesi furyası vardı, şu anda bitmiş durumda. Bu alanda mezun olan ve işsiz birçok gencimiz var. İnsanımız hırs ederek bu alana yüklendi. Göz önünde, dev gibi bir boşta gezen bir sağlık ordusu oluştu. Meslek edinme, insanı devlet kapısına bir yerde mecbur etmez. Elinde mesleği olan bir genç devlet kapısında iş bulamayınca rahatlıkla kendi işini müstakil kurabilir, teşebbüs edebilir ama işi gücü test olan bir düz liselinin iş bulamayınca halini hep birlikte görüyoruz. Ana babaya ve topluma yük oluyorlar, uzun yıllar tüketici konumunda kalarak, hayata da geç atılmak zorunda olup ev kurmak, evlenip çoluk çocuğa karışmak bir hayli gecikmiş oluyor.
Ana ve babalara, velilerimize ve eğitimcilerimize tavsiyem;
Çocuğunuzu ve öğrencimizi mutlaka fıtratına uygun mesleklere ve okullara yönlendirelim. Onları cahil bırakmayalım mutlaka okula gitsinler. Devletimiz şu anda ücretsiz özel meslek liselerini teşvik eder duruma gelmiş. Çocuğumuzun mutlaka düz lisede okumasına gerekçe aramayın, gerekçelerinizi çocuğun fıtratına bina ediniz. Çocuklarımızı gerek meslek okullarımızda gerekse meslek erbaplarının yanında meslek edinmelerini genç yaşta iken sağlamaya çalışalım. İsteyen veli tatillerde isteyen ise gün içerisinde yarı zamanlı olarak, çocuğuna bir meslek öğretmeyi hedef edinsin. Ağaç yaşken eğilir, bir evlada küçükken ne verilirse o kazanılır.
Yukarıdaki başlıkları daha da çoğaltabiliriz, zamanımızın el verdiği şekilde, siz okuyucularımızı da usandırıp bıktırmadan gençlerimizi daha iyi bir şekilde nasıl hayata hazırlayabiliriz sorusu üzerinde yaşadıklarımızı ve tecrübelerimizi bundan sonraki yazılarımızda paylaşmak üzere şimdilik Allah’a emanet olunuz.