Kâinatın en seçkin varlığı insandır. İnsan hayatının en verimli olduğu dönem ise gençlik çağıdır. Gençlik, Yüce Allah‘ın bizlere bahşettigi nimetlerden biri olup, bulunmaz bir fırsattır. Bu nedenle kıymeti iyi bilinmelidir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (asm), yaşlılık gelmeden önce gençliğimizin kıymetini bilmemizi tavsiye etmiştir. Geleceğini teminat altına almak isteyen milletler, gençliğini kendi değerleri doğrultusunda yetiştirmek zorundadır.
Gençlik, temiz bir toplumun ve sağlıklı bir millet hayatının en önemli unsurudur.
Toplumların yaşadığı güzelliklerin arkasında gençliğin olumlu davranışları bulunduğu gibi; yaşanan facia ve kötülüklerin arkasında da ihmal edilmiş gençlerin olduğu bir gerçektir.
Gençler, toplumun geleceğidir. Şu an sahip olunan maddi ve manevi kazançların tamamı, gelecekte gençlerimize emanet edilecektir.
İlkbahar mevsimi gibidir gençlik… Yaza yönelik hazırlıkların sürdüğü; ama henüz tamamlanmadığı, çok özel bir dönemdir.
Hem çok güzeldir genç olmak hem de çok zor…
Yüce Dinimiz İslâm, gençlerin faydalı ilim, hür düşünce ve bağımsız teşebbüs kabiliyeti ile yetiştirilmeleri konusunda ebeveyne, topluma ve bilhassa eğitimcilere büyük sorumluluk yüklemektedir.
Gençleri önemsemek, onları anlamaya çalışmak ve kendilerinde var olan enerjiyi, dinamizmi ilim, fikir, sanat gibi faydalı neticelere yönlendirmek gerekir.
Bunun içindir ki, gençlikteki yüksek potansiyel ruhu kat’iyyen fedâ edilmemeli; aksine, ülke geliştikçe, o daha da hassasiyetle korunmalıdır. Bilhassa bin bir paradoksun kol gezdiği ve tehlike saçtığı günümüzde, gençliğe sağlam bir iman aşısı yapmaktan, Rabbini bihakkın tanıtmaktan, fıtratına uygun eğitim vermekten başka hiçbir izmin, sistemin ve temelsiz bir yaklaşımın çare olmadığı, gelinen ve görünen nokta ile tescil edilmiştir.
Yapılan istatistikî verilere göre, toplumumuzun yüzde 25’i, 16 – 22 arası gençlerden oluşmaktadır.
Böylesi bir potansiyelle karşı karşıya olduğumuzu düşününce, her kesimin sorumluluğu daha da artmaktadır.
Anne – baba, medya, öğretmenler, eğitim sistemi ve diğer unsurlar…Her biri derecesine göre mes’ul...
İçi boş bir hayat görüşü mü aşılanıyor ?
Bütün hayatî aktivitesi, diziler izleyip, sinemaya gidip geyik muhabbeti yapmak mı ?
Rapçı, lüpçü, gayesiz, hedefsiz, günü birlik yaşayan bir gençlik mi hedefleniyor yoksa?
Bu günün gençleri niçin bu kadar iddialı ve özgüvene sahip oldukları halde depresif ve kaygılı ?
Her sene kutlanan 19 Mayısların, bu anlamda gençliğe kazandırdığı artı değer var mıdır ?
Hangi boşluğunu, hangi ihtiyacını, hangi geleceğini, hangi hedefini, hangi beklentisini karşılamaktadır ?
Gençliği baskı yoluyla Kemalist olarak yetiştirme çabaları, onların hangi problemlerini çözmede yeterli olmuştur ?
Yıllardır dayatılan resmî ideoloji, hangi dertlerine çare, meselelerine çözüm olabilmiştir ?
Onları yalnızlıktan, aşırı bencillikten / narsizimden, zevkperest / hedonist olmaktan, öfke, nefret deryasına doğru doludizgin gitmekten alıkoyabilmiş midir ?
Onları hapishanelerden, meyhanelerden, terörizmden, anarşiden, isyankârlıktan,
Günahlara batmaktan, arkadaşını aldatmaktan, menfaati uğruna vatanı satmaktan, Kardeş kanı akıtmaktan, haram lokma yutmaktan, anne – babayı uyutmaktan, Rahata meyledip keyif çatmaktan, âsâyişi ihlâl edip ortalığı katmaktan, Rabbini unutup gaflete dalmaktan, yıllardır yan gelip yatmaktan kurtarabilmiş midir ?
Lütfen söyleyin, kurtarabilmiş midir ?
Okullarımızda tek tip, tek görüş, tek hedef rotasına doğru sürüklenmek istenen gençliği üretken, girişimci, geleceğine güvenle ve umutla bakabilen fertler olarak topluma kazandırmadaki eğitim karnemizin iç acıcı olduğu söylenebilir mi ?
Gençlik, Allah ve Resûlü’nün emânet ettiği değerler yumağını, kendinden sonraki nesle bırakmak için tıpkı Mus’ablar gibi; anadan - yardan, babadan – serden / servetten geçenlerin destanlarını iftihar ve gurur vesilesi olarak yaşanılması gereken altın bir çağın adıdır.
Merhum Necip Fazıl’ın ifadelerinde mânasını, ruhunu ve özünü bulan ve zamanın bağrından fışkıran bir NUR gençlik çağı…
“Zaman bendedir ve mekan bana emanettir!” şuurunda bir gençlik…
Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre…
Birincisi iki buçuk asır… Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet…
İkincisi üç asır… Kaba softa ve ham yobaz, elinde sefalet ve hezîmet…
üçüncüsü bir asır… Allah’ın, Kur’ân’ında “belhüm adal - hayvandan aşağı” dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret… Ya dördüncüsü ?…
Son yarım asır !.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde planında kurtarıldıktan sonra ruh planında ebedi helâke mahkûmiyet…
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören… Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi…
Beşinci devrenin kapısı önünde NUR infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik…
Tek cümleyle, Allahın, kainatı yüzü suyu, hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak ve O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubûr farelerine layık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik…”
Evet…Böyle bir gençlik için uykusuz, susuz kalmaya, bir ömür boyu hamd makamında secdede kalmaya değer !
Allah’ın selâmı ; Zamanın cazibedâr fitnesine aldanmamış, süfyanın yalancı cennetine tenezzül etmeyen ve boyun eğmeyen, Allah Resûlünü ve Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şânı rehber ve önder bilen sâdık, bahtiyar ve müstakîm gençliğe olsun…
Bir dörtlükle yazımızı bitirelim :
Zamanda bir yer tuttuk mukaddes mi mukaddes !
Nurunda boğulacak menhûs ruh, şerli nefes !
İstikbalin gür sesi senin sadân olacak…
Dualar senin için, alkışlıyor bak herkes. (İ.A)