Evet, cesedin genç iken latif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder. (Mesnevî-i Nuriye)
Daha önce belki defalarca üstünden geçtiğim bu cümle son okumamda yıldırım çarpmışçasına tesir etti duygu dünyama. Zira gençliğin en güzel devrinde ve onu seven biriydim. Risale-i Nur’a öteden beri ciddi ya da gayr-i ciddi muhataplık gençliğe ve onun yol arkadaşları olan letâfet, zarafet ve güzelliğin zevaline dair bir şuur hâsıl etmişti biiznillah ancak onlara duyulan sevda maniydi “an”larıma bu şuuru katmaya.
Gençlik; insanın kendi için takdir olunan ve bu âleme göz açmasıyla kendisine emaneten verilen nimetleri kendi mülkü zannettiği ve hodperestane istimal ettiği en kritik devre...
Gençlik; en kesif yönlerimizin, cemalperest ve suretperest arzularımızın tezayüd ettiği bir devre...
Gençlik; kaşığıyla yedirip sapıyla göz çıkaran, bir üzüm verip on tokat vuran, oyalayan, kandıran, aldatan, ani ve fani bir devre...
Eğer gölgeye talip olup, aslına müşteri olunmazsa... Surete yapışıp, zahire perestiş edilirse...
İnsan bazen cemale duyduğu fıtri ihtiyacın, cemale sadece ayinedarlık eden, hiçbir zaman cemal-i bizzat olmayan aynalarda tatminini bekler. Kâh sureten güzelin peşine düşerek kâh güzelliği suretten ibaret bilerek.
Gençlik bu beklentilerin ve sanıların en yoğun olduğu bir dönemdir. Hiç bitmeyeceğini sandığımız bu çağda en büyük yatırımımız suretlerimize, daha modern adıyla imajlarımıza yaptığımız yatırımlarımızdır.
Öyle bir yanılgının içindeyizdir ki oysa. Bir bilsek uğruna nice kayıplar vermeyi göze aldığımız suretimize olan düşkünlüğümüz asli vazifemizi hatırlamamızın önünde ne muazzam bir handikap. Bir bilebilsek iddiasında bulunduğumuz mevcudiyet ve malikiyet, Vâcib-ül Vücûd ve Malik-ül Mülk ile aramızda ne kalın bir perde aslında.
Kimi zaman, büyüklerimizin -maslahatmışçasına- “gençliğin tadını çıkarma” yönündeki tavsiyeleri işimize gelir, içimizde hiç ukdesi kalmamacasına yaşar, ihtiyarlığı hatıra getirmeyiz.
Bizim için en önemli olan şey bu çağda, her şeyin kendisine musahhar olduğunu sandığımız gençliğimizin ve onun yol arkadaşlarının takdir olunması, beğenilmesi ve değer görmesidir.
Bir ihtiyarın derinliğine sahip olmanın bahtiyarlığından bihaberizdir. Hakikatleri flu olarak görmek de yeter bize. Çünkü önümüzde daha çok zamanlar vardır. Bir zaman gelecek, tıpkı bir derviş gibi yaşayacağızdır. İçinde hiçbir heves kalmamış, gençliğini doya doya yaşamış bir derviş gibi... Ama şimdi... Vakti değildir ihtiyara benzeyen bir genç olmanın... Her şey zamanında güzeldir.
Gençlik... Kur’anın şiddetle men ettiği sanemperestlik marazının bir nev’i taklidi olan suretperestliğin* müptelası olunan bir devre.
Batılın hakikate, zahirin batına tercih edilme riskinin olduğu bu devrede Kur’anın verdiği terbiye ile müteyakkız olan bir genç, bu emanetullahın sırrını keşfetmiştir.
Ebedperest kalbi, kaybolup gidene razı olmaz. Kışıra tenezzül etmez, bırakıp gitmeyeni ister.. Hele ki Risale-i Nur gibi muazzam bir nimetle perverde olunan bir genç kendisine verilen güzellik her ne ise bunun mühim bir ticaretin metaı olduğunu bilir.
Bilir ki, kıymetini tayin eden şey latif ve zarif olan cismani mahiyeti değil, belki ona ebedi bir letafet, zerafet ve güzellik kazandıracak olan kulluğu ve kalp ayinedarlığıdır.
Bilir ki, varlığı, tarz-ı istimali nisbetinde kıymettardır. Zamanın ilerlemesi, cesedinin letafetini yitirmesi onu hüzünlere gark etmez
Tüm bunları ve daha fazlasını düşününce gaflet içinde uyumak isteyenler için gençlik, iğneli beşik diyor insan. Daim rahatsızlık veren, acıtan bir beşik. Onu Rahmani sınırların ve kuralların daha fazla güzelleştirdiğine ve değer kattığına inananlar içinse durum bambaşka.
Ya Rab! Gençliğimizi bize sonunda gözlerimizi ihtiyarlığın gülen ve ölümü sevdiren yüzüne açacağımız hayırlı bir beşik eyle. Âmin.
*bknz: 25.söz
Nurefşan İraz