I. Ulusal Risale-i Nur Gençlik Kongresi’nde hazırlanan, “Sünnet-i Seniyyede Gençlik” masasının sonuç bildirisi:
Gençlik tarlası
“Gençliğin rûhunu, işlemeyen bir tarla gibi kendi hâline bırakırsanız, orada ısırganlar, dikenler yetişir biter.”
Finlandiyalı bir din adamına ait olan bu sözler, gençliğin hayır ve güzellikler için en önemli bir dönem olduğunu bize pekala özetlemektedir. Öyle ya bir tarla ne kadar verimli olursa olsun, o tarlaya bakım yapmadan ondan bir şey beklemek mümkün mü? Hele bir de zararlı kimyevi maddeler kabilinden günahlara sık sık maruz kalan bir gençlik tarlası olursa bu tarla.
Peki, bu gençlik tarlasından en güzel şekilde yararlanmak ve de onu zararlı günah maddelerinden korumak ne ile mümkün olabilir? Bunun için her probleme çözümün kendisinde barındığı Kur’an’a başvuruyoruz ve karşımıza Ahzab Suresi’nin “And olsun ki Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit edenler için Allah’ın resulünde size bir örnek vardır.” mealindeki 21. ayeti karşımıza çıkıyor.
Bu ayeti kendimize ışık tutuyor ve öncelikle Peygamber Efendimizin (a.s.m) gençliğine yolculuk ediyoruz. Görüyoruz ki o zat (a.s.m) iffet, haya, doğruluk, eminliğiyle tanınmış, öyle ki ona “el-Emin” unvanı verilmiş. Doğruluğundan kimse şüphe etmiyor. Hatta iffet ve zenginliğiyle ün salmış Hz. Hatice (r.a.) kendisine nice zenginler tarafından evlenme teklifleri yapıldığı halde hiçbirini kabul etmiyor, kendisinden yaşça küçük maddeten fakir olan Peygambere (a.s.m) bizzat evlenme teklifinde bulunuyor.
Cahiliye karanlıklarında gençliğini en güzel bir derecede iffet, hayâ, doğruluk, emanet, masumiyet sınırları içinde geçiren bir zatın (a.s.m) gençlikle ilgili bulunmuş olduğu tavsiye ve ikazlarına dikkat etmemek delilik olur herhalde. Hem de bu tavsiyeler ilahi vahyin nazil olduğu ve zamanın karanlıklardan sıyrılıp bu nurla aydınlandığı dönemde edilmişken…
Temel değerlerin sarsılmasıyla cahiliye dönemiyle benzerlik gösteren bir çağda O’nun yaptıklarını yaparak, O’nun hissiyatıyla dolarak, O’nun yaşayışını kendimize örnek göstererek bu çağın tehlikelerinden kurtulabiliriz. Çağın tehlikelerinden kurtulmak bir tarafa “Kim ümmetin fesada düştüğü zamanda sünnetime sarılırsa yüz şehidin sevabını kazanabilir.” müjdesiyle Allah ve Resulünün (a.s.m) sevdiklerinden olabiliriz.
Madem çağın tehlikelerinden kurtulmak onun (a.s.m) sünnetine uymakla ve yaşayışını örnek almakla mümkündür; öyleyse birinci derecede onu yücelten ahlakını örnek almak ve bu husustaki tavsiye ve ikazlarına dikkat etmek zorunluluktur.
Ahlaklı genç
“Cömert, güzel ahlaklı bir genç, kendisini ibadete vermiş cimri kötü ahlaklı bir ihtiyardan Allah katında daha sevimlidir.”
Allah Resulü (a.s.m) bir hadislerinde şöyle buyurdular: “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” Gençlerde de duyguların galeyanda olması hasebiyle şehvet ve çabuk kızma durumları söz konusudur. İşte bu duyguların galeyanda olmasından dolayı iffetini muhafaza edip hilm ve yumuşaklıkla muamele etmek belki de gençlerde daha büyük önem arz etmektedir.
İffet ve Haya
İffet ve hayanın önemini belirten birçok hadis nakledilebilir. Bazılarını şöyle zikredebiliriz:
“Dünyanın lezzetini ve şehvetini terk ederek Allah’a ibadete kendisini veren bir gence için şöyle buyurur: Ey benim için şehvetini ve lezzetini terk eden genç, sen benim yanımda bazı meleklerim gibisin.”
“Bakış şeytanın oklarından bir oktur. Bir kimse Allah korkusu ile bakışına hakim olursa Allah ona imanın tadını kalbinde hissettirir.”
Başka bir hadiste de şöyle buyrulur: Ey kureyş gençleri, iffetinizi koruyun; zinadan uzak durun. İffetini koruyana cennet var!” (Hâkim, el-Müstedrek [Atâ], IV, 398; Elbânî, Sahîhu’t-Tergîb ve’t-terhîb, II, 618).
“Haya insanın zinetidir.” Bu hadis özellikle süs ve güzellik (yakışıklılık) için çeşitli renkler, takılar, stiller veya giyim kuşamları tercih konusunda kararsız kalıp strese giren kimseler için kesin bir kurtuluş yoludur.
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap.”
Hilm
Hilmi, kısaca “yumuşak huyluluk, öfkesini yenebilme, gücü yettiği halde bağışlama ve sabretme” şeklinde tanımlayabiliriz.
Gençlik dönemi hiddet duygumuzun ön plana çıktığı bundan dolayı arkadaşlık ve aile içi ilişkilerin sık sık zarar gördüğü bir dönemdir. Bu konuda da Peygamberimizin (a.s.m) hilm ile ilgili tavsiye ve müjdeleri çözüm olacaktır.
“Kul, hilm ile gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadetle geçirenlerin derecesine yükselir.”
Bir başka hadis:
Amr bin Şuayb rivayet ediyor. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ kıyamet gününde varlıkları topladığı vakit bir ses yükselir:
"Fazilet sahipleri nerede?" Buyurdular ki:
"Pek az kimseler kalkar ve bunlar sür'atle Cennete giderler, onları melekler karşılar ve derler ki:
"Sizin sür'atle Cennete gittiğinizi görüyoruz. Sizler kimlersiniz?"
Onlar da derler ki:
"Bizler fazilet sahibi kimseleriz."
Melekler sorarlar:
"Faziletiniz nedir?"
Onlar da:
"Zulme uğradığımız vakit sabrederdik; bize kötülük edilince de yumuşak davranırdık."
Elbette ki buradaki zulme uğramaktan maksat insanın kişisel dairesinde cereyan, genel olarak nefsine ağır gelen şeyler diye düşünülebilir. Yoksa kardeşinin, ebeveyninin, Allah ve Peygamberin (a.s.m) hukukuna tecavüz oldu mu onlar adına bağışlama yumuşaklılık gösterme gibi bir hakkımız yoktur.
İslamiyet’e yakışan bir genç olmak için önemli hallerden biri de arkadaşlık seçimidir. Bu hususta da iyi dostlar seçmeye dikkat edilmelidir. Zira “Kişi dostunun dini üzerinedir.”
Peygamber Efendimizin (asm) gençlerle münasebeti
‘Yaşlılar karşı çıkarken, beni gençler destekledi.’
Allah resulünün (a.s.m) gençlerle olan diyalogunu içeren örnekler çoktur.
Örneğin, Peygamber Efendimiz (a.s.m) Müslüman beldelerine vâli ve zekât tahsil memurları gönderdiği sıralarda, bir gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirâma dönerek buyurdu ki “İçinizden hanginiz Yemen'e gider?”
Mu'âz bin Cebel ayağa kalkıp dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ben giderim.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey Mu'âz! Bu vazîfe senindir.
Buraya kadar her şey normal gözüküyor. Ama ilginç olan Muaz bin Cebel Hazretleri bu vazifeyi üstlenirken henüz 26 yaşlarındaydı ve Peygamber (a.s.m) o, bu vazifeyi istediğinde gençliğine bakıp onu bu vazifeye getirmemeyi düşünmüyordu.
Bir örnek de Peygamber Efendimiz; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Ebu Ubeyde ve Sad (R.A.) gibi Eshabın büyüklerinin de bulunduğu bir ordu hazırladı. Bu ordunun da kumandasını Usame bin-i Zeyde verdi.
Hz. Usame (r.a.), Peygamber Efendimizin (r.a.) çıkardığı bu son orduya kumandan tayin edildiği zaman, 19 yaşında idi. Böyle gencecik yaşta birinin emir tayin edilmesi, ileri geri konuşmalara sebeb oldu.
Bu hal Peygamber Efendimize ulaşınca hiddetlenen Resulüllah Efendimiz, minbere çıktı ve şöyle hitab etti: “Usame’nin kumandanlığına dil uzatırsanız, daha önce babasının da kumandanlığına zan etmiş olursunuz. Babası Zeyd, kumandanlığa layık olduğu gibi, oğlu da layıktır. Babası nasıl en sevdiğim ise Usame de en sevdiklerimdendir. Size lazım olan benim tensibim üzerine Onun emrine bağlanmaktır. Çünkü O, sizin ehliyet ve iyilik sahibi olanlarınızdandır.”
Bütün bu hadiseler Peygamberin (a.s.m) gençlere olan güveninin, onları nasıl muhatap aldığının, “Bunlar genç, toy” demeden onları kendi yaşıtlarıymış gibi ciddi ciddi dinleyişinin bir delilidir. Delil olduğu bir başka husus da kabiliyetini bildiği gençleri sırf yaşlılar karşı geldi diye yalnız bırakmaması ve onları müdafaa etmesidir. Bizce bu hadiseler yaşlı veya genç herkesin önemli dersler çıkarabileceği bir durumdur.
Allah Resulünün (a.s.m) ciddiyetle dinlediği ve fikirlerini önemsediği gençleri ciddiye almayan ya da “onlar da kim daha onun küçüklüğünü hatırlıyorum” kabilinden sözlerle onları bir tarafa atan yaşlılar elbette tamamen Peygamberin (a.s.m) metoduna aykırı hareket etmiş olurlar. Elbette ki onun metoduna aykırı metotlar hüsranla sonuçlanır.
Gençlerin çıkaracağı ders ise şu olabilir. Gençler de kendi fikirlerini büyüklerine rahatlıkla söyleyebilmeli hatta gerekirse saygı sınırlarını aşmadan onları ikna gayreti içerisine girebilmeliler. Bir başka ders sorumluluk dersidir ki birçok genç “aldığım görevi yapamam” korkusuyla sorumluluktan kaçmaktadır. Bizce bu tür durumlarda unutulan bir nokta tevekkül noktasıdır. Çünkü muvaffakiyet Allah’ın nasip ettiği bir şeydir. Gençlerin yapması gereken ise verilen ya da alınan sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmaktır.
Korku-ümit dengesi ve tövbe
Gençlik döneminde sık sık hissedilen iki duygu da korku ve ümittir. Elbette bu duygular her mü’minde olması gereken önemli duygulardır. Fakat her şeyde olduğu gibi bunların da ifrat ve tefrit derecesinden sakınmak gerekir. Bu iki duyguyu dengede yani vasatta bulundurmak ayrı bir sorumluluktur.
Özellikle gençlerde bu iki duygu her an ifrat ve tefrite kaçabilir. Yani gençlik her an günah işlemeye müsait olduğundan günah işlendiğinde bir de bu günahlar kimi zaman tekrar ettiğinde sahibini ümitsizliğe düşürebilir. Gençlerde bu ümitsizlik kendisini daha çok vesvese şeklinde gösterir. Günah işleyen genç hayra yönelmeye niyetlendiğinde günahları aklına gelir ve şeytanın da telkiniyle içinden şu sesler gelir: “Az önce günah işledin hangi yüzle şimdi namaz kılıyor veya bu iyiliği yapıyorsun.” Böyle bir düşünce yersizdir. Bunu sadece bir hadis-i şerifle bile ispatlamak mümkündür. Peygamber (a.s.m) buyurdu ki “Nerede olursan ol Allah’tan kork ve kötülüğün ardından hemen iyiliği yetiştir ki onu silip yok etsin. Ayrıca insanlarla güzel geçin.” (Tirmizi: Birr: 55). Görüldüğü gibi bu hadiste günahtan dolayı iyilikten kaçınmak değil bilakis iyiliğe daha çok sarılmak vardır.
Ümitsizliğin diğer kötü bir boyutu da artarak gencin Allah muhafaza Allah’ın rahmetinden ümidinin kesilmesine sebep olmasıdır. Bundan sonrası da imanın, zaafiyete düşmesi demektir. Bu hakikat Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Ancak kafirler Allah’ın rahmetinden ümit keserler.”
Bir başka ayet de Yusuf suresi 87. ayettir: "Ey oğullarım, gidin, Yûsufu ve kardeşini araştırın. Allahın rahmetinden ümit kesmeyin. Zira, kafir kavimden başkası Allahın rahmetinden ümit kesmez"
Bu ayetler de gösteriyor ki ümitsizlik hele bir de Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ancak kâfirlere yaraşır. Bu, Kur’an’da birden fazla kez zikredildiğine göre daha büyük bir önem arz etmektedir. Peki, rahmetten ümit kesmek neden bu derece tehlikelidir. Birincisi Allah’a iman sadece O’nun varlığını ve birliğini kabul etmek değildir. Aynı zamanda O’nu bütün noksan sıfatlardan uzak tutmak ve bütün güzelliklerin kemal derecede Kendisinde bulunduğunu ikrar etmektir. Bu kemal sıfatlardan biri de rahmettir. Bu rahmetin kaynağı da Allah’ın Rahman, Rahim, Gaffar, Afüv, Rauf gibi isimleridir ki rahmetten ümidini kesmek bu isimleri yok saymaktır. Bu da Allah’a iman esasını zedeleyen davranışlardandır.
Oysa Allah’ın rahmeti işlenen bütün günahlardan daha fazladır ki bu bir iddia değildir. Allah ve resulünün müjdelerinde bunları görmek pekâlâ mümkündür. Sadece gereken samimi bir tövbedir ki bununla ilgili birçok hadis ve ayet mevcuttur.
“Allah katında tövbekâr gençten daha sevgili, isyana devam eden ihtiyardan daha menfuru yoktur.”
Ümidin ifrat yönü de vardır ve bu aşırı ümit de çok tehlikelidir. Çünkü ifrat olan ümit, kişinin çok rahatlıkla günah işlemesine zemin hazırlayabilir. Aşırı ümidi olan kişi “Ne de olsa Allah Rahman Rahimdir, günahlarımı affeder.”, “Olmadı yaşlanınca hacca gider bir güzel tövbe ederim.” ve benzeri şeytani oyunlarla aldanabilir ve aldanalar da çoktur. Allah Lokman Suresi 33. ayette şeytanın bu tuzağına karşı mü’minleri özellikle gençleri uyarmaktadır. “O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o mağrur (şeytan) sizi Allah('ın affın)a güvendir(erek aldatıp cehenneme sürükle) mesin.”
Öte yandan şu ayet de gençlik döneminde yapılan samimi tövbenin önemini gözler önüne sermektedir: “Allah katında makbul olan tövbe o kimsenin tövbesidir ki onlar cahillik edip kötülük işlerler de çok geçmeden pişman olup tövbe ederler. İşte onların tövbesini Allah kabul eder. Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her şeyi hikmetle yapar. Yoksa Allah katında makbul olan tövbe, ömürleri boyunca günahları işleyip de nihayet her birine ölüm gelip çattığında ‘Ben şimdi tövbe ettim.’ Diyenlerin tövbesi değildir. Öyleleri için biz acı bir azap hazırladık.” (Nisa 17-18)
Bu ayette görüldüğü gibi Allah’ın kabul ettiği tövbe samimiyet ve pişmanlıkla edilmiş tövbedir. Fakat ayette sözü edilen ömürlerinin sonunda tövbe edenlerin tövbelerinin kabul olmayışı şu şekilde anlaşılmamalıdır. İhtiyarlar için affedilme şansı yoktur. Ömrünü günahla geçiren kişi ne kadar tövbe etse de boştur. Bu kimselerin misali Firavunun misaline benzer ki Yunus Suresi 90-91. ayette bu hal şöyle ifade edilmektedir: Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu azgınlık ve düşmanlıkla onları izlemekteydi. Nihayet suda boğulmaya başlayınca "İnandım; gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilah yok. Ben de O'na teslim olanlardanım." dedi. Ona: "Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan evvel isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun." dendi.
Hülasa, Allah resulünün (a.s.m) buyurduğu gibi “Tövbe güzeldir; fakat gençlerde olsa daha güzel olur.” Çünkü bu samimiyet ve pişmanlığa daha yakındır. Öte yandan kimse gençlik bitmeden ölümün gelmeyeceği hususunda bir garanti veremez.
Sözün özü
Sözün özü, cennetle müjdelenenlerin çoğunluğu gençti. İslamiyet’in başlangıcında Peygamberimizi (a.s.m) destekleyenlerin çoğunluğu geçti. Bu bir tesadüf müydü?
Acaba Ashab-ı Kehf’in hepsinin genç olması bir tesadüf müydü? İnkarcı ve zülmeden bir hükümdara karşı yalnızca yedi kişi olarak “Allah birdir” diyebilmek kolay mıydı? Ya da Hz. Peygamber’in (a.s.m) gençken hep Hira Dağı’ndaki mağaraya sığınmasının sırrı neydi? Bugünlere bir mesajı var mıydı bunların? Acaba bu ahir zamanda mağaralar nerelere tekabül ediyordu?