Bir önceki yazımda bir lise talebesi ile olan muhabbetimi sizinle paylaştım. Gençliğin ne derece sefahete düştüğünü, ne derece malayani şeylerle meşgul olup, arafa doğru koştuğunu hepimiz şahit olduk.
O kardeşime, bize dini konuları konuşan arkadaşım yok diyen kardeşime ayaküstü bir şeyler anlatarak veda etmiştim. Tamam dedim bir kişiye ulaştım, hakikatleri anlattım, bitti ve ayrıldım. Ayrılınca karşıma 10-15 kişilik bir grup daha rast geldi kızlı-erkekli. Okula doğru gidiyorlar. Ama bunlar muhabbet ettiğim gençlerden farklı olarak uygunsuz halleriyle gülerek raks ediyor. Gençlerde iffet namına, haya namına hiç bir şey kalmamış, günahlara daldıkça dalmışlar.
Hani Bediüzzaman’ın Eskişehir hapishanesinin penceresinde otururken karşısındaki lise mektebinin kızlarını gülerek raks ettiğini ve onların elli sene sonraki vaziyetlerini manen hissederek hepsinin dünya cennetinde cehennem hurisi olarak gördüğünü ve de o gülen eğlenen kızların altmış tanesinden ellisinin kabirde azap çekerek toprak olduğunu, kalan on tanesinin de yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nefret nazarlarını celbederek onu ağlattığını hepimiz biliriz.
Bende de durum öyleydi. Her ne kadar onların elli sene sonraki vaziyetlerini göremesem bile gençlerin şimdiki cazibedar ahvalleri beni teessür ederek me’yusane feryad-ü figan ettirdi. Kalbim, ruhum ağladı. Sordum kendi kendime, gençliğimiz nereye koşuyor ya da kim bunlara sebep oluyor da bizim imanlı-ahlaklı gençlerimiz bu sefahete düşüyor. Ya Rabbi! Bu temiz ruhlu kardeşlerimizi, bilmeden, farkında olmadan düştükleri bu çukurdan kurtar, diye dua ettim. Dedim, onları cinni ve insi şeytanlardan muhafaza eyle ilahi! Onların gençliğini ebedileştir...
Gençliğin manen baki kalması için sefahete düşmemesi gerekiyor. Hadiste de beyan olunduğu gibi: “En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.”
Evet, o gece bütün bunları yaşadıktan sonra hüzünlü bir şekilde o okuldan ayrılarak önce yatsı namazı için camiye akabinde de eve doğru yol aldım. Hem sıkılıyorum hem de hamd ediyorum. Çünkü Cenab-ı Hak gençliğimizi ahirzamanın bu fitnelerinden muhafaza ederek bizi bu derece zor imtihanlarla sınamamıştı. İnşallah bizi her daim ahirzamanın cazibedar fitnesinden muhafaza edecek ve gençliğim manen baki kalacaktır.
Lakin bir müslüman sırf kendi saadeti için yaşamamalıdır ve de hakkı yoktur. Vazife-i asliyesimiz imanızı muhafaza edip terakki ederek başkasının imanına kuvvet verecek ölçüde çalışmaktır. Kanaatim odur ki biz sırf kendimizi düşünüp başkasının günahına ağlamadıkça, onların sıkıntılarıyla hemhal olmadıkça Allah bizi muzaffer etmeyecektir. Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi “Milletimin imanını selamette görsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” İşte bu ruhu yakalamak lazım ve elzemdir.
Eve vardığımda adeta yanardağlar gibi dolmuş ve taşmıştım. Onları nasıl muhafaza etmeye çalışmalıyız, onları nasıl kurtarmalıyız? diye dertlendim. Elbette gençliğimiz her ne kadar günahlara dalmış olsalar, muhakkak kurtuluş reçetesi vardır. Zira insan, suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğuluyor.
Acaba sırf bu rastladığım okulda mı sefahet vardı? Diğer okullarda da böyle müşküller var mı? diye kendi kendime sordum ve İstanbul’un büyük ilçelerinden birinde büyük bir okulda psikoloji danışmanlık rehberi olan arkadaşıma telefon açtım. Yaşadıklarımın da verdiği tesirle öğretmenin halini hatırını sormadan başladım öğrencilerinizde ne sorunlar var, ne sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz, daha doğrusu sizin okuldaki gençlerin ahvali nasıl?
Daha sorumu bitiremeden arkadaşım konuşmamı kesti ve başladı anlatmaya:
“Ben bu mesleği bırakacağım, dayanamıyorum, ömrümde hiç rastlamadığım, duymadığım şeyleri ilk kez burada bu çocuklardan duyuyorum. Onların psikolojik kontrollerini yapacağıma benim psikolojim tahrip oluyor. Okulumuzda yaklaşık 2800 öğrenci var. Yarısı kız yarısı erkek… Yaklaşık 200 öğrencinin ailesi boşanmış ve çoğu anne-babasından da ayrı yaşıyor. En çok bu boşanmış ailelerin çocukları sıkıntılı oluyor. Okulda rastlamadığımız vaka çeşidi yok. Bu yaşta bu çocuklar nasıl olurda bu derece ahlaki çöküntüye düşer diye çok kafa yoruyorum.”
Arkadaşım adeta içini parçalarcasına bana derdini anlatıyordu. Sözünü hiç kesmek istemedim ve anlatmaya devam etti.
“Madde bağımlılığından tecavüz olaylarına, bıçaklı kavgalardan gaspa kadar her vaka var. Kürtaj artık normal bir olgu haline gelmiş. Sosyo-ekonomik seviyesi düşük olan ailelerin kızları daha lisedeyken fuhuşa sürükleniyor Allah muhafaza. Kız-erkek ilişkilerinden meydana gelen kavga olayları haddinden fazla. Madde bağımlılığı git gide artıyor, önüne geçemiyoruz. İnternet ve telefon çok büyük bir risk ve kontrolsüz kullanılıyor, veli gelip soruyor: “Hocam oğlum bilgisayarın başından kalkmaz oldu, elinden telefon düşmüyor ne yapayım?” Ayrıca gençlerin dini konulardaki bilgisi çok düşük seviyede, öğrencilerin büyük çoğunluğu namazdan niyazdan haberleri yok...”
Hoca benden daha fazla dolmuştu. Bir dokundum bin ah işittim. Ben ondan teselli ararken o bana dert yanıyor. Anlattıkça anlatıyor, içi içine sığmıyordu. Ben arkadaşımın daha fazla müteessir olmaması için müsaade isteyip telefonu kapattım.
Şimdiye kadar lise çağındaki gençlerin gayr-i meşru yaşantısını nazara vermeye, rastladığım ve duyduğum problemleri sizinle paylaşmaya çalıştım.
Gençlik, insanın en büyük sermayesi ve nimetidir ve gün gelecek o gençlik şüphesiz gidecektir. Gençliğimiz ya manen baki kalıp bizi ebedi saadete sevk edecek ya da tefessüh edip başımıza hem dünyada hem de ahirette belalar ve elemler getirecektir.
Bir sonraki yazımda gençliğimizin selamete ulaşması adına birkaç kurtuluş reçetesi sunmaya çalışacağız.
Baki selamlar…