George Orwell’in 1984’ünden Rusya yasaklarının 2013’üne

Misafir Kalem

İnsanlık var edildiğinden bu yana, nice dehşetli hadisat yaprakları düşmüştür asırlar takviminden.

Nice Nabukat Nezarlar- Danyallar, Nemrudlar-İbrâhimler, Firavunlar-Musalar adalet gününün şafağı için gecesi gündüzü oldular âlemin.

Hz. İbrâhim, zulme ve şirke “dur” dediğinde, kendi öz amcası tarafından bile anlaşılamadı ama şimdi tüm insanlık anlıyor onu!

Hz. Muhammed (S.A.V) din-i hakkı tebliğ ettiğinde, değişimin yakın olduğunu anlayan müşrik propagandacılar tarafından “nefret ve bölücülük” çıkarmakla suçlanmıştı önceleri.

Alışıldık baskıcı düzeni korumak adına geliştirilen o zamanın propaganda ifadeleri “nefret ve bölücülük” gerekçesi üzerine yapılandırılmıştı:

'Muhammed, babayla evladı birbirinden ayırıyor', “Muhammed alıştığımız putlar düzenini yıkıyor”vb. ifadelerle geçmişin köhnemiş bütün alışkanlıklarına vurgu yapılıyor, “mecnun”, “bölücü”, “sihirbaz”, “yalancı” hakaretleri, çok iyi bilinen gerçeğin rağmına kısmi bir “göz kapama” rahatlığı sağlıyordu vicdanlarında.

Halbuki gözünü kapayan yalnız kendine karanlık ve gece yapardı âlemi... Şems-i tâbanın ışınlarını engelleyemezdi bu deve kuşu adeti.   

O günlerden bu yana materyalist felsefenin kendisi gibi düşünmeyenleri karalama yöntemleri hiç değişmedi.

George Orwell 1984 adlı romanını yazdığında, dünya yüzünde yaşayan bütün Büyük Biraderlerin tadı tuzu kaçmış, beti benzi solmuştu en esaslısından.

Çünkü George Orwell bu romanında “zulüm” felsefesinin dünya üzerinde hangi yöntemlerle tesis edileceğinin bütün kodlarını vermişti anlayanlara.

Orwell’in romanında geçen, “SAVAŞ BARIŞTIR”, “ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR”, “CAHİLLİK GÜÇTÜR” sloganları, aslında zulüm dinine inanan bütün yönetimlerin vird-i zebanı olmuştur her dâim.

Kitleleri kandırmak adına tertip edilen bu sosyal illüzyon gereği, hakikatin ruhu septikçe bir üslupla şaşılaştırılmış, zemininden koparılmış ve ideolojinin iki dudağı arasına sıkıştırılmıştır.

“Benim iyi dediğim iyidir, kötü dediğim ise kötü. Hakikat ise çok ufak bir istisnadır” anlayışı zulümlerin, baskıların gerkçesi olmuştur her zaman.

George Orwell’in 1984 adlı romanı, kitleleri ilüzyonlarla uyuşturmak adına niyetler besleyen toplum mühendislerinin hoşuna gitmemiştir elbette.

Bu kitap 1949’da yayımlanmasından tam 1 yıl sonra Komünist Rusya’nın devlet başkanı Josef Stalin tarafından yasaklandı.

O dönemde düşünceleri ve kitapları yasaklayan Stalin’in heykelleri şimdilerde Rusya’da bile yıkılmakta; 1984 adlı roman ise 2013’lü yıllarda bile insanlığın özgürlük arayışlarına ilhamlar sunmaktadır.

Bu kitap o dönemde Rusya’da yasaklanan tek kitap değildi elbette. Kendileri de birer Rus yazar olan Vasili Grossman’ın Yaşam ve Yazgı’sı, Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’su, Dostoyevski’nin Suç ve Cezası, Nikita Kruşçev’in Anıları ve nice değerli eser çeşitli bahaneler bulunup yasaklandı.

Elbette sadece Rusya’da değil,  “özgürlük” merkezi olmakla övünen ABD’de de geçmişte pek çok kitap, pek çok sanal gerekçelerle yasaklanmıştı.

İngiltere, Yunanistan, Türkiye, İrlanda, İran, İspanya, İtalya ve dünyanın pek çok ülkesinde böyle yasakçı uygulamalarla karşılaşılmıştır elbette.

O kitapları yasaklayan mahkemeleri yönetenlerin kimler olduklarını hala daha bilemezken, şimdilerde bütün o yasaklı kitaplar özgürce okunmaktadırlar ve insanlığın düşünce dünyasını etkilemeye devam etmektedirler.

Türkiye’nin geçmişinde de bu yasakların benzerleri hatta en acımasızları gerçekleşti ki, bugünlerde milletçe zincirlerden kurtulmaya başlayışımızın bayramını yapıyoruz.

Dünyanın yeni düzeni de artık “özgürlükçü” bir yapıdadır ve kitap yasaklamaları yasalarca, insanların özgürlük beklentileri gereği adeta imkansızlaştırılmıştır.

Böyle özgür bir dönemde ahlaki değerleri öğütleyen, inancı anlatan, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan, barışı, birliği savunan, akla, mantığa ve ilme dayanan Risale-i Nur’un yasaklanmasını değil dünyanın hukukçuları, gökyüzünün meteorları bile kabul edemez.

Çok açıktır ki, Rusya’nın bir mahkemesinde  “İsevi Ruhanilerle birlik olmayı öğütleyen” Risale-i Nur’ların “başka inançlara karşı nefret” suçuyla mahkum edilmesi, George Orwell’in romanının yasaklanmasından daha şiddetli bir zulmü, daha ağır bir baskıyı gösteriyor.

Daha şiddetli bir zulümdür çünkü bu kitapları okuyan masum insanların, çocukların, hanımların sohbet yaptıkları evlerine habersizce baskın yapılıyor ve bu mazlumlar birer terörist gibi tutuklanıp inançlarından ötürü zindanlara atılıyor.

Daha ağır bir yasaktır çünkü, Risale-i Nurlar Türkiye’de ve dünyada milyonlarca insanı şiddetten, alkolden, nefretten, ahlaksızlıktan ve bütün imâni zaafiyetlerden uzak tutmuş eserlerdir.

Diktatörler otağı olan Ortadoğu’da bile özgürlük rüzgarlarının estiği bu 2013 yılında, Dünya Yasaklı Kitaplar listesine Risale-i Nurların da girmiş olması, yasaklayanlar açısından tarihin sayfalarından asla silinmeyecek kara bir leke olmuştur:

http://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyada_yasaklanm%C4%B1%C5%9F_kitaplar

Aslında herkesçe takdir görmesi ve bir mücevher titizliğinde değer verilmesi gereken bu eserlerin yasaklanması; elmas ya da altın üreten bir madenin atom bombasıyla yok edilmesinden daha acıdır, yürek yaralayıcıdır.

Risâle-i Nurlar daha önce yasaklanmış kitaplar gibi basit birer roman, birer deneme, birer hikâye kitabı da değildir. Bu eserler milyonlarca insanın ruhlarıyla, kalpleriyle, dimağlarıyla adeta eklemlenmiş, onu okuyan ve yazanların kalplerine kazınmış, bütün Nur aşıklarının ekmek gibi, su gibi ayrılmaz birer parçası olmuş mânevi derinliği olan Kur’an tefsirleridir.

Bütün bu doğruları söylerken şu gerçeği de belirtelim. Risâle-i Nur hizmetinin inkişaf dönemleri “yasaklara, baskılara” maruz kaldığı karanlık dönemlerdir.

Rusya’daki Kaliningrad mahkemesi bu çok yanlış kararıyla, aslında Nur eserlerinin tüm Rusya’da ve hatta tüm dünyada bir kere daha tanınmasına vesile oldu. Bu zulmü Bediüzzaman yaşasaydı bu hizmetlerinden dolayı o hakimlere de belki şöyle seslenirdi:

“Madem ki, nur-u hakikat imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor, bir Said değil bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim ezâ ve cefâlar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim.” (Emirdağı Lahikası)

Bu sebepledir ki, Nur eserlerini okuyanlar-yazanlar, bu eserlerden öğrendikleri şekliyle hadisatın hikmet cihetine bakarlar ve Rusya’da yaşanan bu karanlık kışın ardından gelecek baharın rengarenk tablolarını temaşa edip, o günlerin cezb edici râyihalarıyla telezzüz ederler.

Nur’a gönül vermiş insanlar, ne Rusya’ya ne de Rusya’daki o mahkeme yetkililerine zerre kadar nefret, kin, intikam duygusu beslemeyerek, yaşananları kaderin muhteşem bir cilvesi görüp zindanlarda bile olsalar iman ve barış hizmetlerine olanca şevkleriyle devam ederler.

Elbette ki bu kesin hakikat, orada yaşanan zulme sessiz kalmak, bu zulmü önlemek adına hiçbir ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü Risale-i Nur’a yönelik zulüm, bunu yapanlara hiçbir zaman hayır, güzellik, mutluluk getirmemiştir, getirmeyecek.

Bu zulümler nedeniyle insanlığın maruz kalacağı belaları, musibetleri, bunalımları, ekonomik krizleri, bölünmeleri şimdiden duyurmak ve bu zulümleri gerçekleştirenleri uyarmak insanlık hamiyetinin olmazsa olmaz bir gereğidir.

Bu nedenle öncelikle Rusya Devlet Başkanı sayın Viladimir Putin’e, ardından Rusya Başbakan’ı sayın Dmitri Medvedev’e, Rusya Federasyon Konseyi Başkanı sayın Valentina Matviyenko’ya, Devlet Duma’sı Başkanı sayın Sergev Narışkın’e samimice seslenelim:

“Bu yaşanan zulümlerde sizin katkınızın olmadığını biliyoruz. Lütfen ülkenizde yaşanan bu kitap ve inanç zulmünü görünüz ve önleyiniz. Mazlum kitap okurlarını hapislerden çıkarınız. Rusya geleceğin Türkiyesi ile kucaklaşmak istiyorsa bunu yapmalıdır.”

Umarız temyiz mahkemesinin vereceği adil ve özgürlükçü bir karar ile Rusya, silinmemek üzere tarihe kaydedilmiş bu ayıptan ve kara lekeden bir an önce kurtulacaktır.

Başta Türkiye’nin Başbakan’ı sayın Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı sayın Ahmet Davudoğlu, Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez ve İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da  bu konuda gerekli girişimleri gerçekleştirmelidir.

Evet, birlikte tesis edeceğimiz o muhteşem geleceğin hatırına Rusya, ağına düşürülmek istendiği “materyalist baskıcı zihniyetin” bu son kumpasından da kurtulacaktır.  

Risâle-i Nurların müellifi Bediüzzaman’ın “ilmine ve maneviyatına” hürmet gösterip ona zulmetmeyen Nikolay Nikoleviç’in torunları, bu apaçık zulmü önlediklerinde, beklenen Avrasya Adalet Birliği buluşması gerçekleşmiş olacaktır. (OD)

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.