Naziler geçmişe dair birçok değeri ve sembolü kullanıyorlar. Bunlardan birisi sihirli flütün sahibi masonluğuyla iştihar etmiş olan Mozart’tır. Dünya görüşleri farklı olmasına rağmen Naziler, Mozart’ı kendilerine mal etmiş ve sembolleri haline getirmişlerdir. Hitler’in tutarsız taraflarından birisi de yine Musevi asıllı müzisyen Wagner hayranı olmasıdır. Hitler’in Yahudi askerleri hikayesi de meşhurdur. Hitler’in istismar ettiği hususlardan birisi de Gamalı haçtır. Üç bin yıllık tarihi olan Gamalı haç, güç, bereket ve şansı sembolize ediyordu. Churchill de Yahudi asıllıydı lakin Albert Einstein gibi zaman zaman Siyonistlere de dokundururdu. Kimi rivayetlere göre veya tartışmalı kanıtlara göre Hitler de en azından bir yönüyle Lenin gibi Yahudi kanı taşıyordu. Churchill, Hitler ile Siyonizm’i veya Yahudi meselesini tartışmış ve Hitler’deki Yahudi düşmanlığına ifrit olmuştur. Biran düşünelim ve savaşın galibi Yahudi düşmanı Hitler’in olduğunu varsayalım, dünya daha iyi bir yer mi olurdu? Bu sorunun cevabını müspet olarak vermek o kadar kolay değil. Şeytan insana bir yönden değil birçok yönden hulul ve nüfuz eder ve girer. Netice itibarıyla Nazizm ve Siyonizm de hastalıklı birer ideolojidir.
Ayetullah Humeyni iktidara Hitler gibi seçimle gelmedi. Devrim yaparak geldi. Onun da bazı yenilikleri oldu. Bunlardan birisi velayet-i fakih doktrinidir. Bu doktrini Humeyni icat etmemiştir. Sadece üzerinde bazı değişiklikler yapmış ve ilk defa fiili uygulamaya geçirmiştir. Şia’da hilafet olmadığından velayet-i fakih asaleten bir siyasi sistem olmayıp vekaleten bir sistemdir. Mehdi’nin veya gaip imamın boşluğunu doldurmaya matuf geçici bir vekalet sistemidir. Hilafet gibi asaleten bir sistem değildir. Esasında hilafet de peygamberlik metodu üzerine olmalıdır. Hazreti peygamberin sünnetini temsil eder. Lakin Hazreti Peygamberin halifelerden sonra geri gelerek Mehdi gibi günün birinde insanları yönetmesi söz konusu değildir. Bundan dolayı hilafet, imametten veya onun türevi olan velayet-i fakihten farklıdır.
Humeyni’nin getirdiği ikinci yenilik ise paralel orduyu ifade eden Pasdaran veya Devrim Muhafızları’dır. Halkın ordusu değil yani devrimin ordusudur. Lakin bu yenilik de esasen Humeyni’nin ihdas ettiği bir yenilik değildir. Diğerleri gibi intihaldir. Bu projeyi veya fikri devrime hediye eden isim Şahpur Bahtiyar’ın suikastçısı Filistin asıllı fedai Enis Nakkaş’tır. Tanınmış İranlı gazeteci Muhammed sadık el Hüseyni’nin ağabeyi Muhammed Salih el Hüseyni vasıtasıyla devrim ordusu ve Devrim muhafızları modelini Muhsin Rızai ve Refik dost gibi Devrim Muhafızlarının ilk komutanlarına ulaştırmış, iletmiş ve onlarla paylaşmıştır. Ve Devrim Muhafızları meselesi böyle doğmuştur (1).
Buradan nereye gelmek istiyoruz? Devrim Muhafızlarına ilaveten, İran’a bağlı her ülkede Hizbullah örgütü ve hücreleri oluşturmak da yine bir intihal ve çalıntıdır. Bu, Enis Nakkaş gibi İran Devrimine dost bir zatın tavsiyesi de değildir. Aksine, Esat’la ittifaktan dolayı Humeyni’ye dargın ve kırgın vefat etmiş ve aleyhinde kitap yazmış olan Suriye Müslüman Kardeşler hareketinin en büyük ideoloğu Said Havva’nın projesidir. 1980 yılında Züheyr Salim ile birlikte Tahran’a giden Said Havva burada Humeyni ile bir saat konuşmuş ve zalim Hafız Esat rejimine karşı kendilerini kollamalarını ve desteklemelerini istemiş lakin Humeyni onu kös dinlemiş ve cevap dahi vermemiştir. Lakin özel doktoru Fehmi Şinnavi’nin anlattığına göre, Humeyni, Muhammed Gazali ve Ömer Abdurrahman’a Ortadoğu’da kendisinin özel temsilcileri olmasını istemiş lakin bu şahsiyetler Şia ile Ehl-i Sünnet arasında derin fark olduğunu ileri sürerek bu teklifi geri çevirmişlerdir.
Hizbullah projesini ilk yazan Said Havva olmuştur. ‘Cundullah Sakafeten ve Ahlaken’ adlı eserinde bu projeyi dört başı mamur bir biçimde bütün detaylarıyla ortaya koymuştur. Cündullah (Allah eri), bir Hizbullah eri ve üyesidir. Said Havva’nın projesinde, alemşumul İslam devletinin her ülkedeki çekirdeğine ve tuğlasına Hizbullah denmektedir. Ve söz konusu kitap İran devriminden bir yıl önce basılmıştır. Said Havva, Hizbullah projesini yazmış Humeyni ise intihal suretiyle uygulamaya koymuştur. ‘Hizbullah zaten Kur’an’da var ve kimsenin tekelinde değil ve neden Said Havva’dan alsın?’ diyenlerin tezi doğru ama eksik. Hizbullah Kur’an’da projelendirilmiş bir kavram değildir. Ve bunu mütekamil bir proje haline ilk getiren Said Havva’dır. Karmatilerin yine Kur’an’da var olan ‘mustazaf’ kavramını ideolojik anlamda ilk kullanan fırka olması gibi (2). Günümüzde de bu kavramı yeniden güncelleyen Ali Şeriati olmuştur. Said Havva Kur’an’da geçen nakip gibi kimi ifadeleri örgüt yapısı ve hiyerarşisinde çeşitli mevkileri ifade için kullanmıştır.
Bediüzzaman ise Hizbullah ifadesini örgütsel bağlamda kullanmaz. Zaten Bediüzzaman örgütlü bir faaliyete karşıdır. Buna cemiyet der ve Nurcuların cemiyet olmadıklarını söyler. Dolayısıyla Bediüzzaman kurgusal ve kurmaca oluşumlara ve faaliyetlere uzaktır. Bediüzzaman İslamileşme sürecinin fıtri olmasına özen gösterir. Bu anlamda, Said Havva’dan ayrıldığına inanmaktayım. Bununla birlikte, Humeyni miri malı gibi Said Havva’nın ihvan nezdinde uygulama imkanı bulamayan projesini almış ve tümüyle kendisine ve devrimine mal etmiştir. Dolayısıyla bugün Lübnan’daki Hizbullah veya diğer ülkelerdeki Hizbullah şubeleri Said Havva’dan menkuldür. Onun projesidir. ‘Kime niyet kime kısmet’ dedikleri gibi Said Havva’nın bu projesi de intihal ve uyarlama suretiyle İran’ın tekeline geçmiştir.
Sonuçta, İran’ın Hizbullah modeli, intihaldir. İkinci kademede ise çakmadır. Neden çakmadır? Hazreti Ali’nin tarifine göre Hizbullah sıfatı ancak Hazreti Ebubekir ve Ömer’i tebcil edenlere ve hürmet edenlere verilir. Hazreti Ebubekir ve Ömer’i sevmeyenler Hizbullah olamazlar. (3) Bu itibarla, Hazreti Ebubekir ve Ömer’i (Radiyallahu anhüma) sevmeyen ve tebcil etmeyen çakma Hizbullah’dır. İbni Teymiyye’nin hayatını yazan İmam Hafız Ebi Abdillah El Makdisi İbni Teymiyye’nin hayatından bir bölümü aktardığı satırlarında sanki bugünü tasvir ediyor:” Zilhicce’nin on yedinci gecesine rastlayan Perşembe günü, Nuseyri ve Rafizilerden oluşan hizbu’d dalal’e zaferden sonra padişah vekili ve askerle birlikte Şam’a vasıl oldular…” İmam Hafız Makdisi o gün için Nuseyri ve Rafizi topluluklarına Hizbullah yerine Hizbu’d dalal (sapık hizip ve fırka) demektedir. Nedeni şeyheyn’e ve Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’e buğzetme ve kem söz etmeleridir. (4)
Dolayısıyla Hizbullah gibi meselelerde isme değil müsemmaya bakmak lazımdır. Kimse ayranım ekşi demez. Nitekim Reşid Rıza, Menar sayılarında bir sahte Hizbullah vakasına temas etmektedir. Daha doğrusu deşifre etmekte ve okurlarını uyarmaktadır. Cercilik yapmak isteyen Hindistanlı bir iki uyanık Hizbullah klişesi veya adı altında bir cemiyet kurmuşlar ve yardım toplamaktadırlar. Cihad için sağdan soldan zekat ve yardım istemektedirler. Berlin’de faaliyet gösteren bu çakma Hizbullah’ın başında Hindistanlı Muhammed Abdulcebbar diye bir zat bulunmaktadır. Amaçlarını İngiltere, Fransa, İtalya ve Hollanda’ya karşı savaşmak olarak ortaya koymaktadır. Reşid Rıza da ‘devletlerin yapamadığını bu bir iki kişi nasıl yapacak?’ diye sormakta ve uyanıklara karşı İslam cemaatini ve bahusus okurlarını uyarmaktadır. (5)
Dava veya iddia makamında değil ama talep makamında Nur talebeleri Hizbullah namzedidirler. Nitekim Bediüzzaman şöyle demektedir: ”Kader-i ilâhinin ehl-i dalaleti onlara musallat etmesinin sebebi tam ihlâs ile tam bir tesanütle tam bir Hizbullah olmaları içindir. (Şualar, 2005, s. 830).” Hizbullah’ın hakikati budur. Risale-i Nur talebelerinin Hizbullah’la münasebetleri iddia makamında değil sadece temsil makamındadır. Hizbullah hiçbir cereyanın tekelinde de değildir. İslamiyeti bihakkın yaşayanlar ve bu yolda çabalayanlar ancak onun bir rüknü olabilirler. Reşid Rıza’nın uyardığı gibi biz de uyaralım: Hizbullah müsveddelerine ve sahtelerine dikkat edelim. İstismar kapılarını kapatalım. İsmi peşinde olan çok ama biz hakikati peşinde olalım.
1-Gassan Şerbil, Esrar Es Sanduk el Esved, s: 288
2-El Firek el İslamiyye ve’l müteeslime, s: 85,Daru’l Kuteybe, Dr. Muhammed Şeyhani
3- Er Riyad en Nadire 1/378 ve nakleden Dr. Muhammed Şeyhani ( El Firak el İslamiyye ve’l müteeslime, s: 21).
4- El Ukud ed Dürriyye fi menakibi Şeyhi’l İslam Ahmed İbni Teymiyye, s: 163, El Mektebetü’l Asriyye, Sayda-Beyrut.
5- Makalat eş Şeyh Reşid Rıza es siyasiyye, ül cüz’ür rabiu, Daru İbni Arabi, s: 1908,1909…