Bazı anlar gelir ki; bütün değerler anlamını yetirir.
"Aklı selim düşüncelerden" eser kalmaz.
Ve soluk soluğa cürümler işlenir...
Basiretsizlik bir karabasan gibi çöker memleketimin üstüne.
Ve içimizde isyan dürtüleri dalga dalga büyür.
Ve bir ağıt havasındaki “Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar” türküsü. Gerçeğin ta kendisi olur.
Ve bir balyoz gibi beynimize iner.
“Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
Farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
Ayıpsız.
Evet, Ceylan’ı her duyuşumda ağladı içim.
Ruhumda feryatlar yükselirken gözümde yaş olup kalbime doğru aktı gitti.
Suskun kaldım. Konuşmak istemedim.
Herkes konuşsun herkes eteğindeki taşları döksün istedim.
Sorular sordum hayaller kurdum.
Ama hep için için ağladım.
Üstelik ayıpsız.
Kaç kez işimi bırakıp gizliden evimin etrafında oynayan çocuklarıma bakmaya gittim.
Her bir çocuğumu Ceylan’ın yerine koydum.
Eğer Üstadımdan “tevekkül” dersi almamış olsaydım, kesinlikle yakın tarih ansiklopedisinde okuduğum bir olayın inanılmaz dramını ben de yaşayabilirdim.
Zira orda anlatılana göre bütün bir köy halkı (Dersim hadiseleri bahsinde) askerler tarafında ablukaya alınmış ve çapraz ateşle hepsi kurşuna dizilirken bir asteğmen kucağında bebeği olan bir annenin bebeğine isabet eden kurşundan sonra sergilediği haleti görünce bir an kendi eşinin onun yerinde olduğunu tahayyül ediyor oracıkta kafayı yiyip deli oluyor.
Evet deli olmamak elden değil.
Zira olaya hangi cepheden bakarsan bak mantıklı hiçbir tarafını bulamazsın.
Kasıt ve ihmal desen de fark etmiyor kazara olmuş desen de fark etmiyor.
Çünkü hazmedilir hiçbir tarafı yok.
Hiç bir kılıfa uymuyor.
Yani insanı değerler noktasında değerlendirdiğimizde uymuyor.
Yoksa son yüz yıldır ülkemizde özelikle doğuda yaşananlara baktığımızda hiç de yabancısı olmadığımız bir anlayışın mührünü görüyoruz.
Sadece eylem olsun diye nice aileler çoluk çocuğuyla katledilmedi mi?
Tarihte asla eşine rastlanılmayan, “halka rağmen halk için” anlayışı doğrultusunda sadece belirli bir kitleyi korumak ve standartların üzerinde yaşatmak için kurulan bir rejimi koruma adına ülkenin dört bir tarafı darağaçlarına dönmedi mi?
Ülke üzerindeki hâkimiyetini her zaman haklı(!) bir şekilde sağlamak, “rejimi koruma dürtüsü” kılıfına uyması için iki tarafa çekiç vurma ve ikili oynama senaryolarını günü birlik yaşamadık mı?
Geceleri eşkıya gündüzleri koruyucu melek kisvesiyle bu halkı yıllar yılı iki ateş arasında bırakmadılar mı?
Geceleri karanlıklı ve korkunç ölümler gündüzleri dehşet işkenceler yaşanmadı mı?
Ve de faili meçhul binlerce cinayetler…
Evet, o kadar çok Ceylanlar öldürüldü ki, o kadar çok ahu gözlerin feri yerlere serildi ki hepsini anlatmaya kütüphaneler yetmez.
Hepsine ağlamaya gözyaşları yetmez.
Ama her şeye rağmen bağrımıza taş basmak zorundayız.
Zira ülke müthiş bir değişim yaşıyor.
Fıtrat kanunlarına göre de en zayıf an değişim anıdır.
Dolayısıyla bu dönemde yaşanılacak ve yaşanması muhtemel bir çok olaylara göğüs germek mecburiyetindeyiz.
Evet, güç dengesi değişiyor.
Devletin ekşi suratı değişiyor değişmek zorunda.
Tek tip insan modeli iflas etmiş bir vaziyettedir.
Ve rejim komaya girmiş.
Ama rejimi korumak adına bu tür şok dalgalar gelecektir.
Nasıl ki doğuda nazarlar Ceylan’a çevrildi kim bilir belki de batıda da buna benzer daha değişik olaylar cereyan edecektir.
Gerçi son zamanlarda ki şehit güvenlik güçlerinin çoğalması buna bir örnek olabilir ama olur ya bunu az görenler daha şiddetli bir şok yaşatmak için çok daha korkunç hadiseler çıkartabilirler.
Savaş bitmesin istiyorlar… Kan durmasın istiyorlar… Anaların çığlıkları kesilmesin istiyorlar…
Çünkü o malum zihniyetin yaşaması için bütün bunlar olmak zorundadır.
Zaten yılanlar güvercin doğurmaz ki…
Yılanlar Ceylan’ları öldürürler.
Yılanlar zehir akıtırlar.
Kısaca demem şu ki: Cumhuriyet tarihimizin en büyük kırılma anını yaşıyoruz. Binlerce Ceylanlarımız öldü. Sadece bu Ceylanımızın ölüm şekli diğerlerinden çok farklıydı. Bunun da sebebi malum zihniyetin gerçekten köşeye sıkışmış olmasından kaynaklanıyor. Bundan daha da korkunçlarını yaşayabiliriz. Bu kaosların durması için en başta devlet kendisini temize çekmeli ve idareciler ise ilahi adaleti bir bütün olarak görmeli. Lokal olarak görülen en basit bir haksızlığın dahi Allah nezdinde fark etmediğini basit görülen adaletsizliklerin kadere fetva verdirecek felaketlere dönüşebileceğini hesaplamaları gerekmektedir.
Ve halk olarak da yüz yıldır aynı yerden ısırılmaktan dersimizi almış olmalıyız. Her zaman aynı mantıkla bizi idare ettiler, kaos ve olaylar çıkartarak suçlular tespit ettiler kendileri çalıp kendileri oynadılar. Bizde kuzu kuzu lal kesildik. Artık bir daha aynı yerden ısırmasınlar olayların perde gerisindeki silüeti artık görmeliyiz.