Bugün size siyasetten bahsetmeyeceğim. Bugün Amina Assilmi’yi anacağız. Siz onu tanımayabilirsiniz. Ancak Amerika’da tanınmış bir sima. 1999 senesinde Amerikan Posta Servisi tarafından sürüme konan, üzerinde Arapça olarak “Eid Mubarak” yani “Bayramınız Mübarek Olsun” yazılı pulun ortaya çıkmasında önemli rol oynamış bir isim Assilmi. Bugün onun da içinde bulunduğu bir ekibin gayretleri sonucundadır ki postaneye her gidişimizde “bayram pulu lütfen” der, bayram olsun olmasın, kullandığımız her zarfa üzerinde kaligrafik yazıyla süslenmiş bu pulu yapıştırırız.
Amina uzun boylu, aslen kızıl derili Cherokee kabilesinden, bir kadın. Altmış beş yaşında. Onunla ilk defa New York’ta 2000 senesinde Birleşmiş Milletler’de yapılan bir toplantı sırasında tanışmıştık. Sonraki yıllarda birlikte Kanada ve İspanya seyahatlerimiz de oldu.
İlginç bir hikayesi vardır Amina’nın. Her şey bir bilgisayar hatasıyla başladı derdi İslam’la nasıl şereflendiğini anlatırken. Koyu baptist ve kuvvetli bir feministmiş üniversiteye başladığı yıllarda Amina. 1975 yılında bir gün okulunda alacağı yeni derslerin kaydını yapıyor internet üzerinden.
Sonra bir işi çıkıyor, Oklahoma’ya gidiyor. Orada işleri uzayınca ancak iki hafta gibi geç bir süre sonra oturduğu eyalete, Texas’a geri dönebiliyor. Döner dönmez de okulun yolunu tutuyor. Giriyor sınıfa. Bir süre sonra bu dersin kayıt yaptırdığı zannettiği ders olmadığını, yanlışlıkla tiyatro dersine kaydedildiğini fark ediyor. Amina o güne kadar hiç kimsenin önünde konuşma yapmamış, rol için de olsa sahneye çıkmamış, kısacası çekingen bir yapıya sahipmiş. Ders sonrası hocasıyla konuşup durumunu izah ediyor ve onu tiyatroda rol oynamak yerine başka bir alternatif ödevle değerlendirmesini istiyor. Amina’nın teklifini kabul eden hocası, Ortadoğu kültürünün kıyafetlerini tanıtmasını istiyor ve onu Arap öğrencilerin dolu olduğu bir başka sınıfa yolluyor. Amina ilk anda bu kadar Müslüman Arap öğrenciyi bir arada görünce “Ben kesinlikle bunlarla çalışmam, asla bu sınıfta oturmam” diyor. Diyor demesine de iki gün boyunca kocasının “Ne yapacaksın, dönem içinde çok geç kaldın, şimdi bu dersi bırakamazsın, girmeyip dersten de kalamazsın, burslu okuyorsun, zira bu sefer de bursunu keserler, o zaman ne yapıp edip bu dersten geçer not almalısın” demesiyle Amina sonunda derse girmekten başka çaresinin olmadığını idrak ediyor.
“Bu” diyor, “Yaratan’ın bir işareti olabilir benim için, bu Arapların hepsini hıristiyanlaştırmam için O beni bu sınıfa gönderdi,” diye de kendi kendine telkinde bulunuyor. Böylece kolları sıvar, Amina. Derse her girdiğinde, her fırsatta arkadaşlarına Hıristiyanlığı anlatır, onların anlattıklarından etkilenmesini bekler, kafalarında oluşan sorulara cevap vermek istermiş. Ancak her seferinde de sakin sakin onu dinleyen Müslüman çocuklar, Hz. İsa’yı ne kadar sevdiklerini tekrar eder, ama sonunda ona saygısızlık etmeksizin yaptıkları işe devam ederlermiş. Duruma iyice canı sıkılan Amina bakmış ki böyle olmayacak. Başka bir yöntem bulmam lazım demiş ve en iyisi ben onların dinini iyice bir öğreneyim ve onlarla, tabiri caizse kendi sahalarında karşılaşayım, demiş. Olanlar da zaten bundan sonra olmuş, Amina Qur’an’ı okudukça değişmeye başlamış. Ama bunu farkeden kendisi değil, ilk önce kocası olmuş. Gece hayatına düşkün çift bir süre sonra Amina’nın karşı çıkması, içki içmek istememesi, domuz etini ister istemez yiyemez olması sebebiyle çatışmaya düşmüşler.
Kocası Amina’nın yeni halinden çok rahatsız olmuş ve iyice problem çıkartmaya başlamış. Amina sonunda evini terk etmiş. Ancak İslam’la ilgili araştırmasına da ara vermemiş. Gel zaman git zaman bir gün kapısı çalınmış, karşısında civar bölgedeki camiden gelen üç tane Müslüman adam peyda olmuş Amina’nın. Demişler ki “Sizinle İslam’ı konuşmaya geldik.” “Benim buna ihtiyacım yok zira koyu bir hıristiyanım” diye cevap veren Amina eklemiş: “Ama vaktiniz varsa bazı sorularım var, size sormak isterim dininizle ilgili,” demiş. O günün akşamında 21 Mayıs 1977’de Amina evinin oturma odasında bu üç müslümanın şahitliğinde kelime-i şahadet getirmiş.
Hayatı bundan sonra çok zorlaşmış Amina’nın. Başını örttüğü için zaman geçmeden işinden atılmış. Annesi geçici bir hevestir bu diye düşünerek aldırmamışsa da babası eline geçirdiği tüfekle Amina’nın evinin yolunu tutmuş: “Böyle kızım olacağına, hiç olmasın,” diye feryat figan ederken yakınları zor tutmuşlar, babayı. Kız kardeşi aklını oynattı düşüncesiyle akıl hastanesine yatırmaya kalkışmış. Asıl imtihanıysa çocuklarıyla vermiş Amina. “On sene görmedim çocuklarımı” diyor, “neden” diye sorduğumuzda da anlatıyor: “Kocamdan boşanınca çocuklarımı mahkeme ben müslüman olduğum için babalarına verdi.” O zamanlar Amerika şimdiki gibi değildi ki. İyileşmeler çok zaman aldı. O yıllarda korkunç bir önyargı vardı İslam’a karşı, diyor ve o günün acısını şöyle paylaşıyordu: “Hakim, karar vermem için tam yirmi dakika verdi, düşün taşın, İslamdan vazgeçersen çocuklarının velayetini sana vereceğim, dedi. Benim için hayatımın en ızdıraplı yirmi dakikasıydı, maalesef. O gün oradan iki küçük evladımdan ayrı olarak ayrıldım” derken gözlerinden de yaşlar boşanıyordu.
Bir süre sonra birbir İslam’la şereflenen aile bireylerinden ilki Amina’nın yüz yaşındaki anneannesiydi. Daha sonra onu silahıyla öldürmek isteyen babası ve sırayla onu akıl hastanesine yatırmak isteyen kız kardeşi ve dört yıl kadar sonra da annesi ve üvey babası da ümmete katılmışlar. Amina’nın müslüman oluşundan tam on altı sene sonraysa eski eşi de İslam’ı kabul etmiş. Geçtiğimiz Cuma günü, ilk karşılaşmamızdan tam da on sene sonra, onunla tanışmamıza vesile olan bir Birleşmiş Milletler toplantısında konuşma yapmak üzere tekrar New York’ta bulunurken bu sefer de ölüm haberini aldım onun. Kaybettiği hiç şüphesiz dünya hayatıydı Amina’nın. Ahiretse asıl ebediyetti. Onu kazandı hiç şüphesiz. İnna lillah ve inna ileyhir-raciğun. Entum lena selef ve inşhaallahu bikum lahikun...
Vakit