Aynı gemide seyahat ettiğimiz şu toplumun haline bakıyorum. Ailede şiddet, sokakta şiddet, ülkede şiddet ve dünyada şiddet başını alıp gidiyor.
En son olarak Mazıdağı ilçesinin Bilge Köyünde insan kanını donduracak bir katliam yaşandı. Asrımızın son müceddidi Bediüzzaman Hz.‘nin şefkat kahramanı olarak vasıflandırmış olduğu annelerin o yürek paralayıcı görüntüleri uzun bir müddet hafızalardan silinmeyecektir.
TV‘de izlediğimde şahsım olarak çocuklar gibi ağladığımı itiraf edebilirim. Bu zavallı insanlar annelik içgüdüsü ile çocuklarının üzerine kapandıkları için en çok kurşun onlara isabet etmişti.
Anne ve Çocuk!
Türkü ile Kürdü ile törelerimizde düşman bile olsa dokunulmayacak iki sınıf insan. Atalarımız bu bereketli topraklara asırlar önce yerleştiğinde önce Diyar-ı Rum dediler, sonra en çok değer verdikleri Ana ismini vererek bu diyarları “Anadolu” yaptılar.
Acaba diyorum, Anadolu’nun bu saf ve temiz insanlarını çocuklarını biz ne yaptıkta bu tür vahşetleri yapabilecek duruma getirdik?
Artık, samimi olarak bunu sorgulamanın zamanı gelmedi mi?, yoksa düşünen insanlar olarak hep böyle ağlamak ile mi vaktimizi geçireceğiz?
Her hadisenin ardında olduğu gibi etkili ve yetkili zevatlar, konu ile ilgili uzmanlar ve köşe yazarları bu konu ile ilgili tartışıp, birçok fikir beyan ettiler. Dikkatimi çeken nokta, birçoklarının vardıkları ortak görüş “eğitimsizliğin ve cahilliğin” bu tür vahşetlere sebep olduğu idi.
Ancak, dikkatten kaçan başka bir hususu diyanet işleri başkanı sayın Prof. Dr. Ali Bardakoğlu dile getirirken; “eğitimli insanların da birçok suçlara karıştığını görmekteyiz. Bu gösteriyor ki toplumun şefkat ve merhamet eğitimine ihtiyacı var.” diye benzer ifadeler beyan etmişti.
Doğrusu bu çok önemli bir tespitti, ülkeyi idare edenler bu konu üzerinde bence önemle durmalıdır diye düşünüyorum. Konunun artık eğilir bükülür yanı kalmamıştır, Tüm bu hadiseler gösteriyor ki verilen eğitimde bir eksiklik var.
Ayrıca, bir hastayı iyileştirmek için sadece teşhis koymakla da iş bitmiyor. O teşhise uygun bir reçete de en az onun kadar önemlidir.
İşte burada iftiharla söylüyorum ki, Anadolu’muzun öz be öz evladı, asrımızın Mevlana’sı, son müceddidi üstad Bediüzzaman Hz. yüzyıl öncesinden asrımızın manevi hastalıklarını teşhis etmiş ve Kurân-ı Âzimüşşân‘dan süzülen reçetesini insanlığın istifadesine sunmuştur.
Bize düşen, doğru İslamiyeti ihtiva eden Risale-i Nur adını vermiş olduğu eserlerini toplum hayatına yansıtmak olmalıdır bence.
Eğer şefkat ve merhamet eğitiminden söz edilecekse Bediüzzaman ve talebelerini görmezden gelmek ülke idarecileri için vahim bir hata olacaktır. Şefkati Risale-i Nur mesleğinin esaslarından biri olarak gören bu aziz üstadın Tarihçe-i Hayat adlı eseri lütfedilip okunulursa; “Milletimizin İmanını selamette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” diyen bu zatın nasıl bir şefkat ve merhamet timsali olduğu görülecektir.
Ne yazık ki, zamanın despot idarecileri onu anlamamış veya onu anlamak istememiş. Mahkemeden mahkemeye süründürmüş, her türlü eziyet ve cefa ona reva görülmüştür.
Kendisine en çok eziyet çektiren bir savcıya bile, elini kaldırıp beddua edecekken yanında küçük çocuğunu görünce beddua etmekten vazgeçmiştir.
İşte böyle bir zatı hapse atıyorlar kasten azılı katil ve canilerin bulunduğu bir koğuşa koyuyorlar, içlerinde birkaç kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüş bir mahkûm vardır. Bu adam, üstad ile tanıştıktan kısa bir süre sonra adeta kuzu gibi uysallaşmış, tahtakurusunu bile bilerek öldürmenin caiz olup olmadığını, hoca efendi olarak bildiği Bediüzzaman’a sormaktadır.
Eğer bundan daha etkili bir şefkat ve merhamet eğitimini bilen varsa lütfen ortaya çıksın göstersin. Yoksa Bediüzzaman’ın hakkı teslim edilsin.
Çünkü görüyoruz ki halen bürokratlarımızda Bediüzzaman ismine karşı tek parti zihniyetinden kalma bir çekingenlik devam etmektedir. Oysa Risale-i Nur’lar dünyanın her yerinde milyonlarca eğitimli insanlar ve özellikle akademisyenler tarafından büyük bir ilgi ile okunmaktadır.
Durum böyle iken, bundan asırlar önce yaşamış olan Mevlana, Yunus Emre, Hacı Beştaş Veli gibi zatlardan sık sık örnekler veren bürokratlar ve siyaset adamları Bediüzzaman ismine gelince bu kadar ürkmesi anlaşılır gibi değil.
Bunlara sormak lazım, her biri kendi devrinin güneşi olan bu zatlar bugün hayatta olsaydı Bediüzzaman’dan farklı mı düşüneceklerdi?
Asrımızın manevi sultanı olan bu zatın herbir cümlesi ders alınması gereken sözlerdir. Bunca yıldır yaşadığımız olaylar onun ne kadar haklı olduğunu ve sözlerinin altın harfler ile yazılmasını hak ettiğini göstermiştir.
Sözün kısası, terör ve şiddet, yalnız ülkemizin değil tüm dünyanın ortak sorunudur.En güçlü ülkeler bile bu sorunu çözmekte aciz kamaktadır.Bediüzzaman’ın ifadesi ile “ Dünya manevi bir buhran geçiriyor.” Batının şimdilerde kurtulmak istediği kokmuş çürümüş felsefesi ile şiddetin bitirelemeyeceği aşikardır.
Ancak ve ancak, şefkati ve kardeşliği esas alan Risale-i Nur metodu insanlığı huzura kavuşturabilir.Ayrıca, Risale-i Nur’un bize de ihtiyacı yoktur, o gider kendisini okuyacakları bulur ve okutturur. Fakat bizlerin bu eserlere hava ve su kadar ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bence, muhalefeti ile, iktidarı ile ülkeyi idare etmeye talip olanlar iyi düşünüp, samimi karar versinler. Gerçekten temiz bir toplum istiyor muyuz ?