Gergerli olmaktan ne anladığınız, biraz da yaşadığınız devir ve yaşadıklarınıza bağlı... Çocukluğumuzdaki Gerger, cidden mahrumiyetler içinde idi; bizden sonraki nesillerin anlamakta zorlanacakları bir mahrumiyet... Şimdi çok mu iyi? Değil şüphesiz... Ama bahsettiğim yıllar, 1970’li yıllar, otuzbeş kırk yıl öncesi...
Yol yok, köylerde su yok, elektrik yok, telefon yok... Bir yağmur yağsa günlerce bir yerden bir yere hareket imkânı kalmıyor, üç beş santimlik kar bile bir kâbus gibi çöküyor. Kaza merkezi yaşlı bir jeneratörün himmetiyle günde sadece bir kaç saat aydınlatma sağlıyor. Televizyonun ismini yeni yeni duyuyoruz... Tek eğlence merkezi, açık sinema... Bir filmi baştan sona seyretmek, en az on sefer kopmasını sineye çekmekle mümkün...
Gerger’de lise mektebi bile yok... Orta mektebde okuyoruz... Hemen bütün muallimlerimiz devletin tehlikeli addedip, mahrumiyet bölgesidir diye cezalandırmak kastıyla Gerger’e dehledikleri: Hemen tamamı solcu... Aralarında tek tük idarî suçlu veya ülkücü var. Büyük şehirleri kasıp kavurmakta olan sağ-sol çatışmasından, ideolojik kamplaşmalardan haberimiz yok. Zaten daha yaşımız ne ki?.. Ama olsun, muallimler sürgün gelmiş olmalarının hıncını bizleri solculaştırmaya çalışarak almanın peşindeler...
Gerger’in stabilize bile olmayan çamurlu yolu gözlerimin önünde uzayıp gidiyor... Her çamurunda, her yokuşunda arabaları itmeye, çamur deryasından çıkarmaya çalıştığımız yol... Araba dediğime bakıp bindiğiniz otomobilleri düşünmeyiniz; koca koca kamyonlardan bahsediyorum. Topu topu da beş on taneler zaten... Yolculuğumuz kamyon sırtında kışın kar ve yağmur altında, yazın toz toprak içinde başlayıp bitiyor.
Yokuşlarda patinaja kalkan, çamurlarda gömülüveren devasa kamyonları itmek için aşağı atlıyoruz... Yağan yağmurda sırıl sıklamız, yahut esmekte olan rüzgârın zemherire çevirdiği havada ellerimiz buz kesilmiş... Ha babam, de babam küçücük cirmimizle kamyona destek veriyoruz... Neresinden tutacağız mereti, boyumuz yetişmiyor... Geri geri kayan kamyonun altında kalmamak için kendimizi zor yana atıyoruz; çamur, kar farketmez: Ölmememiz gerekiyor... Patinaja kalkan tekerleklerin fırlattığı çamurlardan tanınmaz hale gelmişiz, balçıktan insanlar gibiyiz...
Çocukluğumuzun Gerger’i yordu, usandırdı... Büyük şehrin pırıltı ve cãzibesine kanat çırptık; çil yavruları gibi dağıldık... Bugün yaş elliye dayanmış ve çocukluğumun Gerger’ini özlüyorum, sılâ hasreti içimde kor gibi... Yılda bir kaç sefer kendimi çocukluğumun topraklarına atarak hasretimi dindirmeye çalışıyorum... Ve Gerger çok az gelişme ile hâlâ eski Gerger: Sahipsiz ve kimsesiz...
Halbuki Fırat’ın iki yakasını Gerger’de biraraya getirecek küçük bir himmet, basit bir köprü Gerger’in bütün mahrumiyetlerini kısa sürede târihin bağrına tevdi edecek... Ama Gerger sahibsiz, siyasîlerin Gerger’den haberleri yok. Devlet ricãli dehşetli bir vurdum duymazlık içinde. Tayib Erdoğan ise Gerger diye bir kazanın bu memlekette olduğunu bilmez. Kime ne diyelim?
Husrev Kutlu iki dönemdir mecliste, 35 yıllık arkadaşım... Türkiye’nin bütün meselelerini çözdü, ama Gerger’in yerini o da bilmiyor. Bir köprünün Gerger için ne demek olduğunun o bile farkında değil... O farkında değil de, Adıyaman’ın diğer vekilleri farkında mı? Ne gezer!.. Al birini vur ötekisine... Selâm vermeyen kârda... İşin ucunda borçlu çıkmak da var... Bana kalsa, hiçbirisine Kan Boğazı’nı geçirtmem; selâmlarını almam, çayımı ikram etmem... Ama Gergerliler mahcub ve edebli insanlar, kapıları düşmanlarına bile açık... Ve vekiller bu civanmertliği bir türlü anlayamıyorlar. Ne diyeyim!...
www.Gergerliler com hayırlı olsun... Dilerim Gerger’in ve Gergerlilerin sesi olur... Gerger için hayırlı hizmetlerin projelendirildiği bir zemin, Gergerlilerin kaynaştığı sıcak bir sılâ kucağı olur.
Muvaffakıyetler diliyorum...