Önceki yazımızda Nurşin ve Nurşin’de yetişen tanınmış ilim/irfan ve gönül adamlarından bahsetmiştik.
Kürtçe ve Arapça eğitim yapılan bu tür medreselerde eğitim, bugün itibariyle yaklaşık on yıl sürmektedir.
(Nurşin Medresesinde eğitim gören talebelerden bir gurup)
Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve fen bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz -Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiş, daha sonra Birinci Meclise de bu projeyi sunarak bu konuda büyük gayretler sarf etmiştir.
Engin bir ferasetle doğunun eğitim meselesine ve dolayısıyla milletin başına bela olacak olan terör ve anarşi illetine yüz yıl önce neşter vurmuş, yaşanan ızdırabı o günden sezerek âdeta çırpınmıştır.
"Câmiü'l-Ezher Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfî ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile 'Mü'minler kardeştirler' (Hucurât Sûresi, 49:10.) Kur'ân'ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin…" (Emirdağ Lâhikası s. 437, yeni tanzimde s. 841)
Ve gerekçesini de şu ifadeleriyle ortaya koymuştur:
“Vicdanın ziyası, ulûm-i dîniyedir. Aklın nuru, fünun-i medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. (Münazarat, İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret)
Bu bağlamda sekiz şarttan bahisle onlardan birinin; “Fünun-i cedideyi, ulûm-i medaris (medrese ilimleri) ile mezç ve derç ve lisan-ı Arabî (Arap dili ve Edebiyatı) vacip, kürdî (Kürtçe) caiz, Türkî (Türkçe) lâzım kılmak” (Münazarat) olduğunu vurgulamıştır.
(Nurşin Medresesi Talebeleri ve eğitimleriyle ilgili olarak Müderris Hocamız bilgi veriyor)
Gezi notlarımızın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı sunacağımız eğitim tarzı ve okutulan derslere baktığımızda; Kur’ân ilimlerinin tamamı, tefekkür ve mantık silsilesinin de yer aldığı her iki hayatı kuşatan ilimlerin detaylı bir şekilde öğretildiği ve müzakere edildiği (az da olsa bendeniz de o eğitimi çocukluğumda/gençliğimde tattım) görülmekle birlikte; pedagojik açıdan ve müsbet ilimler bağlamında konunun araştırılmaya, tahlil ve analize muhtaç olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Bediüzzaman’ın tespitlerinde; yıllardır süregelen bir ilim/irfan açılımını görüyoruz. Bu açılım ve bakış açısı anlaşılmış ve yeterince kavranabilmiş olsaydı, bu günkü açılımlara gerek kalmadan problem temelden çözülmüş olurdu. Zaten Devletin çıkmazı ve kusuru da, biriken ve bu güne kadar sümen altı edilen işin bu noktasında başlıyor.
Laikliğin yanlış uygulanması, cumhuriyetin resim ve isimden ibaret bir sistem olarak algılanması, adaletin yerine getirilmemesi, halka ve özelllikle inanan kesimlere tepeden bakılması, ihtilaller döneminde demokrasinin rafa kaldırılarak keyfî idare yöntemlerinin halkı baskı altına alması gibi yüzlerce gayr-ı kanuni ve gayr-ı insanî uygulamaların denenmesi; çarpık, güvenden yoksun, sevgi ve şefkat özlemi duyan bir kitlenin oluşumunu hazırladı...
Bu günkü Nurşin medresesine gelecek olursak;
Ünlü diplomat ve politikacı Kamuran İnan'ın dedeleri Şeyh Şehabettin ve kardeşi Seyit Ali’nin de bu medrese çıkışlı olduğunu ifade etmiş olalım.
Yani Norşin; İslam kültürünün, unutulmaz derin izler bırakan önemli bir kavşak noktası durumunda…
Şu anda, Nurşin’in ilk yerleşim merkezi olan ve Güroymak ilçesi olarak ovaya dağılmasından sonra Nurtepe mahallesi ismiyle tarihî dokusunu; medresesi, türbeleri, camisi ve feyiz merkezi olmasıyla devam ettiren bu önemli mekânın başında Abdurrahman-ı Tağî (K.S) Hazretleri’nin torunlarından Şeyh Mâsûm’un oğlu, aynı medreseden icazetli meşhur âlim ve Nur hizmetlerinde isim yapmış merhum Sadreddin Yüksel Hocaefendi’nin kayınbiraderi de olan Şeyh Nureddin Mutlu Efendi bulunmaktadır.
ÜÇ DİL BİR ARADA: Girişte Risale Haber'i ve kendimizi Arapça tanıtıyoruz. Büyük bir alaka ile karşılıyor bizi. Daha sonra Arapça kitaplardan müzakere ile sohbetimize Türkçe olarak devam ediyoruz… Orada bulunan ve daha sonra gelen ziyaretçilerle ise Kürtçe konuşuyor. Böylece üç dille yaptığımız sohbetimizle Üstadın kulaklarını bir kez daha çınlatmış oluyoruz.
Mübarek bir silsilenin mekânında nöbetdarlık vazifesini ifa ediyorsunuz. Burası ilim ve feyiz kaynağı bir mekân.. Sizi tebrik ediyoruz. İman ve Kur’ân hizmetlerini devam ettirmeniz tebrike şâyandır. Malumunuz olduğu üzere Bediüzzaman Hazretlerinin de çok hatıraları var burada. Neler söyleyeceksiniz bu konuda ?
İNSANLIĞIN NUR TALEBELERİNE İHTİYACI VAR
Estağfirullah…Biz âciz bir kuluz. Şeref onlara aittir. Sizleri buralarda görmekten mutlu oldum. Hoş geldiniz, şeref verdiniz. Nur talebelerini görünce çok seviniyorum ve müferreh oluyorum. Yaptığımız muhabetten iman kokusu geliyor. Sizleri her zaman bekliyoruz, sizlere çok ihtiyaç var. Gelin gidin, bizi bırakmayın. İnsanlığın size ihtiyacı var.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri önce Tağ köyüne gidiyor. Bakıyor orada alimler ilmî müzaker ve münazaralar yapıyorlar, kendilerinde mânevî bir güç ve kuvvet hissediyorlar. Üstad Hazretleri malumunuz Emirdağ Lâhikasında şöyle diyor : “ Eski meşhur ulema ve evliyalar ve allameler ve kutublar-onların medar-ı bahsi oldukça ben de dokuz on yaşındayken dinliyordum, kalbime geliyordu ki, bu talebeler, alimler, ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmışlar gibi vaziyet alıyorlardı. Bir talebenin bir parça ziyade zekaveti olsaydı, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münazarada, bir meselede birisi galebe çalsa büyük bir iftihar alırdı. Ben de hayret ediyordum, o hissiyat bende de vardı. Hatta tarikat şeyhleri ve dairelerinde medar-ı hayret bir müsabaka, hem nahiye, hem kaza, hem vilayetimizde vardı. O haletleri başka memleketlerde o derece göremedim.
Şimdi bir ihtar ile kat i kanaatim geldi: O talebe arkadaşlarım, o üstadlar hükmünde hocalarım, o mürşidlerim, evliya ve şeyhlerim, bir hiss-i kablelvuku ile ruhu hissedip akıl bilmeyerek-ki en lüzumlu bir zamanda-o talebeler içinde ve o hocaların şakirtleri içinde ve o mürşidlerin müridleri içinde parlak bir nur çıkacak, ehl-i imanın imdadına gelecek..” (Emirdağ Lahikası, Denizli tüccarı aslı Burdur’lu Hafız Mustafa’ya Hitaptır)
Daha sonra buraya geliyor, burada geçirdiği hayat safahatı “Essîretü’z- Zatiye” sinde teferruatıyla yazılıdır.(Pencere rafında bulunan Arapça ve Türkçe Külliyat arasından aldığı “ Essîretü’z Zatiye “ adlı kitabın İhsan Kasım Abinin Arapça tercümesi olan “Tarihçe-i Hayat” olduğunu anlıyorum. Oradan konu ile alakalı bazı bölümleri Arapça olarak bizimle paylaşıyor.)
Üstad şu anda oturduğumuz binanın altında ders okumuştur. O zaman talebeler burada tedrisat yapıyorlardı.
Abisi Abdullah ile bir de muhaveresi vardır. O da burada geçmiştir. Hazret Ziyaeddîn (Kuddîse Sirruhu) konusunda abisi ile konuşmaları vardır bildiğiniz gibi… Kutbü’l Ârifîn Ziyâeddîn Hazretlerinin büyük bir Gavs olduğunu, mânevî makamının çok yüksek olduğunu, O’na intisap etmesini, O’nun tarikatına girmesini istiyor.
“Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (rahmetullahi aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum.
O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin'nin (k.s.) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki:
"Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi her şeye ıttılâı var." Beni onunla raptetmek için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin. Yani o ünvanla bağlısın, muhabbet edersin.
Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübareği senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünkü, Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." (Tarihçe-i Hayat, Dördüncü Kısım: Kastamonu Hayatı; Kastamonu Lâhikas, Birden İhtar Edilen Bir Mesele)
( Bu arada pek çok ziyaretçi gelip görüşüp gidiyorlar. Bazı hocalar, âlimler de bu konuşmalarımızı aynı mekânda dikkatle takip ediyorlar.)
Hükümet tarafından başlatılan açılım meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz Efendim?
BU MİLLETİ DAĞDAKİLER TEMSİL EDEMEZ
Çok geç kalınmış bir teşebbüs olarak görüyoruz. Şimdiye kadar böyle bir açılım hiç olmadı. Hükümetin ve Cumhurbaşkanımızın mesajlarını müspet karşılıyoruz. Bediüzzaman’ın gösterdiği çare ortadadır. O’nun fikirlerini yaydığım ve taviz vermediğim için çok sıkıntılara maruz kaldım, çok ızdırap çektim. Bölücü PKK’ya taviz vermedim. Tehditler aldım, üç ay vaktin kaldı dediler, ama hamdolsun boyun eğmedim. Ruhum feda olsun…
Bu meselede ve çözümünde Devletin muhatap alacağı bir merci yok. Kanaat önderleri bu meselede dinlenmelidir, görüşleri önem arz etmektedir. Bu milleti dağdakiler temsil edemez.
Tavsiye ve teklifleriniz nelerdir bu konu ile alakalı?
Artan suç ve terör olaylarını önlemenin yolu insanlara Allah sevgisini aşılamaktan geçer… Eğitime gereken önemin verilmesi, mülkî idare amirlerinin (Kaymakam, Vali, Belediye Başkanı v.s) halkla iç içe olmaları, onların arasına katılmaları gerekmektedir. Bu halka güven verir, karşı tarafın tuzaklarını bozar.
Fertlerin birliğini, devletin dirliğini istemeyen mihrakların kışkırtmasıyla meydana gelen olaylar sağduyulu vatandaşları müteessir etmiştir.
TERÖR VE İSLÂMİYET BİR ARADA OLMAZ
Daha önceleri de benzer olaylarla bu ülke karşılaştı. İnsanlarımız birlik ve beraberlik içerisinde olurlarsa, bu terör olayını da atlatırız. Tarih boyunca Kürtler değişik mecralara taşınmak istendi... Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da şimdilerde her şey bozulmak isteniyor… Terör ve İslamiyet bir arada olamaz.
Kürtler üzerinden bir oyun mu oynanmak isteniyor?
Yezidî olanlar haricinde Kürtler Müslüman’dır. Sadece Müslüman olarak kalmamış aynı zamanda dinin yayılmasında ve korunmasında öncü olmuşlardır. Doğu'da açılan medreseler ve burada yetişen âlimler çok büyük bir vazifeyi yerine getirdi. Benim dedem bunu yaptı, babam bunu yaptı, şimdi de ben yapmaya gayret ediyorum.. Onlara başka dinler sunuldu, ancak onlar hep İslamiyet'in hizmetkârı olarak kalmayı tercih etti. Huzuru bozanlar bugün dinimizi de bozmak istiyor. Yeni yetişen nesil ne yazık ki çok bilinçli ve duyarlı değil. Bu konuda devlete büyük görevler düşüyor. Oyunlara gelinmemeli, dikkatli olunmalı… Milletin inançlarına, kültürüne, kılık-kıyafetine karışılmamalı. Tesettür Kur’ân’ın emridir.
Çok teşekkür ederiz bu değerli açıklamalarınız için. Bu mübarek hizmetinizin ilelebet kıyamete kadar devam etmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz eder, hürmetlerimizi arz ederiz.
Allah razı olsun. Ben teşekkür ederim. Hoş safa geldiniz.
(Vedalaştıktan sonra isimleri geçen Zevât-ı kiramın makberlerini ziyaret ederek, girişte kokusu her tarafa yayılan ve özel olarak talebe ve misafirler için pişirilen özlü esmer ekmekten payımıza düşeni teberrüken alıp oradan kemal-i edep ve sürurla ayrılıyoruz.)
Gezi notlarımızla yine Nurşin’den bir ‘röportaj’la siz değerli okuyucularımızla birlikte olacağız inşallah…