Norşin (Güroymak) ilçe merkezini şöyle bir kolaçan ediyoruz. Gerekli resimlerimizi çekip Belediye Başkanlığının önünde arabamızı park ediyoruz. Başkanla görüşme isteğimizi iletmemiz üzerine bina girişinde ilgi ile karşılık buluyoruz. Ancak Sayın Başkanın İl dışında olduğunu belirtip bize izzet-ikramda bulunmak istiyorlar.
Arkadaşımız Harun Akova, o çevrede tanınmış çok kültürlü ve aslen Seyyit olan İbrahim İlcihan’dan bahsedince, tevafuken çay bahçesinde oturduğunu görüp selam vererek yanına yaklaşıyoruz. Kendimizi tanıtıp buyur edilmemiz üzerine, küçük iskemlelere oturuyoruz…Ve sohbetimiz başlıyor.
İbrahim İLCİHAN kimdir?
ibrahim İlcihan, 1959 doğumlu… Ortaokul mezunu, aynı zamanda yöredeki medreselerde azda olsa eğitim gördü. Askerden sonra ticaretle uğraştı. 1989 yılında Bitlis İli’nin Mutki ilçesinden İl genel meclisi üyesi (R.P) seçildi. 2001 yılında Güroymak (Norşin) ilçesinde Ak parti kurucuları arasında yer aldı. 1990 yılından beri Norşin ilçesinde ikâmet etmekte… Çok sayıda Dünya ülkelerine seyahatte bulundu. Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, Rusya, Sibirya, Kanada, İran,Irak, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Afganistan gezdiği ülkeler…
* Son günlerde Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir açılım meselesi var. Buna ister “Demokratik açılım”, ister “Barış ve huzur açımlı” diyelim veya bir başka açılım, fark etmez. Bu bölgenin mayası din hissiyatıyla yoğrulmuş, iman ve Kur’ân merkezli bir hayat tarzıyla ve inancıyla kendini ifade etmiş…Bu açılımın arkasında bir umut, bir ışık var mı? Sizce bu adımlar olumlu mudur, geleceği nasıl görüyorsunuz?
Hocam, Öncelikle memleketimize hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz, şeref verdiniz. Sorunuza gelince; elbette umut ve ışık vardır. Şöyle vardır; mâlumunuz, affınıza sığınarak şuradan başlayalım; bizim kitabımız Kur’ân-ı kerimde, bütün mü’min ve mü’minatın kardeş olduğunu ve bu kardeşlerin arasını sulh etmek, adaletle barıştırmak gerektiği ifade buyrulmaktadır.
* Çok güzel bir yerden girdiniz…
Buradan başladığımızda görürüz ki, Devletlerarası husumet ve anlaşmazlıklar nasıl ki barış ve sulh yoluyla çözülüyorsa, bu bölgenin insanları, aşiretleri ve kabileleri arasındaki niza ve kavgalar da barış yoluyla çözülebilmektedir. Aşiretlerin, Devletlerin küçük bir örneğini teşkil ettiğini düşünelim. Cinayetler oluyor, kavgalar oluyor, insanlar birbiriyle düşman olup küsüyorlar. Buradaki yaygın örf ve adetlerimize göre ne yapıyoruz? Onların arasını bulup barıştırıyoruz değil mi? Ondan sonra ne oluyor? Yan yana yaşıyorlar, komşuluk ilişkilerine ve birbirlerinin haklarına adaletle riayet ederek hayatiyetlerini devam ettiriyorlar. Kimse kimseye demiyor ki, sen burayı terk edip gideceksin…
Biz de yaşanan bu kargaşaya, fitne ve fesat ortamına, tahrip ve yıkımlara bir son verip bu güne kadar yaşadığımız, tek yürek olduğumuz gibi, bundan sonra da huzur ve güven içerisinde yaşayabiliriz. Onun için bu girişimi önemsiyoruz, bu bir. İkincisi; eğer bu meselede samimi iseler, gerek bütün partiler, Devletin tüm kurumları bu sorunun çözümünü gerçekten istiyorlarsa, çözüm çok kolay gerçekleşir. Umudumuz da o yöndedir ki, en yakın zamanda bir çözüm bulunsun, biz de millet olarak huzura erişip yolumuza bakalım.
Şahsen şunu da düşünüyorum; bölünsün, özerklik olsun gibisinden fikirlere katılmıyorum. Halk da buna rağbet göstermiyor.
Üniter devlet yapısı korunsun istiyorsunuz?
ÜLKE BİR VE BÜTÜNDÜR
Kesinlikle… Kardeşçe bir millet olarak tek bayrak altında bin beş yüz yıl nasıl yaşamış isek, bundan böyle de yaşayabiliriz ve yaşamamız da lazım diye düşünüyorum.
Halkın tamamının da böyle düşündüğü kanaatindeyim. Bu ülke bir ve bütündür, ayrılması asla mümkün değildir.
Bunun dışında yine umudumuz vardır, eğer Türkiye Cumhuriyeti bunu başarabilirse, içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılar çözülmüş, çar çur edilen ve teröre harcanan bunca enerji ve heba edilen giderlerle memleketimiz kalkınmasını tamamlar, hatta birkaç yıl zarfında Avrupa’yı geride bırakarak büyük bir hamle yapar. Bu da hem ülkemizin, hem bölgenin yararına olmaz mı? Aklı olan böyle düşünür.
Ben Avrupa’yı gezdim, Afrika, Asya kıtalarını dolaştım, Amerika Bileşik Devletlerini gördüm. Bunlar içinde sefil ve perişan olanları gördüm, mâmur olanları gördüm. İnsanlar düşünmüyorlar mı ki, iş ve sermaye adamları neden savaşan, kargaşa içinde çalkalanan ülkelere yatırım yapmıyorlar da, gidip huzur ve güven ortamı olan ülkelere yatırım yapıyorlar? Oralarda sosyal haklar tam olarak veriliyor. İşte buradan terörün başımıza ne belalar açtığını, nelerin ve hangi değerlerin kaybına sebebiyet verdiğini anlayabiliriz.
Bizde de gerek yeşil kart uygulaması, gerekse sağlık sektöründe yapılan olumlu düzenleme ve çalışmalar Avrupa standartlarına doğru gidişin bir müjdesi, emaresidir.
İfade edildiğine göre 350 milyar dolar her yıl terörle mücadeleye harcanmakta… Bu büyük meblağ memleket kalkınması ve yatırımlar için harcansaydı, ülkenin hali çok daha ileri olacaktı.
Özet halinde sıralamamız gerekirse, bölgenin en önemli sorunları nelerdir sizce?
İşsizlik ve ekonomik kriz başta gelmektedir. Bu sorun sadece günümüzün sorunu değil, yirmi beş yıldır bu krizi yaşıyor bölge halkı. Dünyadaki ekonomik çalkantı İstanbul’u, batıyı vurdu ama bizimki yıllardır var olan ve devam eden bir daralma olarak algılanmalıdır. Şimdi ortaya çıkan bir konu değildir, yılların biriken meseleleridir.
Zengin olanlar bu bölgeye güvenip yatırım yapmıyorlar. Göç ederek başka yerlerde sermayelerini değerlendiriyorlar. Kalanlar fakir ve yoksul kesim. Onlar ne yapıyorlar? Kıt kanaat kendi imkânlarıyla, tarlasıyla, koyunuyla, biraz hayvancılık, ziraat ve tarla işleriyle geçimlerini sürdürmeye çalışıyorlar.
Şayet Devletimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yer altı zenginliklerini harekete geçirebilmiş olsaydı; Egedeki, İç Anadolu’daki yatırımcılar buraya yönelecek, bölgenin kalkınması gerçekleşmiş olacak ve başımıza bela olan bu terör meselesi de olmayacaktı.
Yani Bedizzaman Said Nursî Hazretlerinin yüz sene önce yazdığı reçete uygulansaydı, bu günkü problemler yaşanmayacaktı, öyle mi?
Aynen öyle… Barışın ve sulhun olmadığı, güven ortamının sağlanamadığı yerde yatırımı kim gelip yapar?
Bediüzzaman, bölgenin (ve milletin) üç düşmanından ve hastalığından bahsetmektedir: Cehalet, zaruret ve ihtilaf… Bu üç düşmanın; sanat, marifet ve ittifak silahıyla mağlup edilebileceğini vurgulamaktadır. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
BEDİÜZZAMAN ASRIMIZA DAMGASINI VURAN ÖNEMLİ BİR ŞAHSİYETTİR
Elhak çok yerinde ve doğru bir tespittir. O asrın bedîidir. Kur’ân’dan aldığı hakikatleri asrımıza ve idrakimize sunmuştur. Fakirliğin de, ihtilaf ve ayrılıkların da, cehaletin de çaresi burada yatmaktadır. Şayet bunlar tatbik edilebilmiş olsaydı, Devlet O’nun öneri ve tavsiyelerini görmezlikten gelmeseydi, bütün bunlar yaşanmayacaktı.
Kardeşlik yeşerecek, ihtilaflar olmayacak, birlik ve bütünlük içerisinde huzurlu ve mutlu bir toplum olacaktık.
Üstat bizim medar-ı iftiharımızdır. Küçük yaşlarda Norşin medresesinde kalmıştır. Asrımıza damgasını vuran önemli bir şahsiyettir.
Bediüzzaman olsaydı, durum daha farklı olur muydu, O’nu arıyor musunuz?
Hiç şüphe yok… Bediüzzaman deyince (Kaddese Sirruhû âlî, Allah O’nun sırrını yüce kılsın) diyerek tâzimde bulunmamız şarttır. O’nun gibi birisi ne gelmiş ve ne de bundan sonra gelir. Gelse bile biz olmayacağız. Ben Bediüzzaman (Kaddesallahu Sirrehû âli)’ın Risale-i Nur Külliyatını kendime göre okuyup istifadeye çalışıyorum. Evimde Osmanlıca külliyat var, okuyup takip ediyorum.
O’nun eserleri akıl, kalp ve mantığa hitap etmektedir. Kur’ân’dan aldığı feyizle o güzel hakikatleri bütün dünyanın efkârına yaymaktadır.
Hayatında çok eziyetler çekmiş, zindandan zindana, hapisten hapse, sürgünden sürgüne gönderilmiş müstesna bir şahsiyettir.
O’nun çektiği bu eziyetleri, bu gün saydığımız bu şahısların çoğu göze alamazlar ve almazlar. Dünya hayatlarını, onun tatlı nimetlerini feda etmezler.
Ama bunun yanında O’nu anlayan ve yolunu takip eden âlimlerimiz de çoktur. Hocam, bilmiyorum Tillo’ya hiç gittiniz mi?
Gittim ve bundan sonraki yol güzergâhımız o tarafa inşallah…
Ha, işte orada çok büyük bir âlim var, Molla Burhan… Gidin medresesini, talebelerini görün. Âlim öyle olur. Her hafta talebelerine Risale dersi vermekte, çevreden katılanlarla birlikte Risale dersleri yapmaktadır. Arapça, Hadis, Tefsir, Belagat, Fıkıh, Mantık dersleri okuttuğu gibi; talebelerine Risale-i Nur derslerini de birlikte okutuyor.
Şarkın tamamında eğitim veren medreselerde bahsettiğiniz tarzda Nur Risaleleri de okutulmuş olsaydı, burada yetişen talebeler vasıtasıyla bu hakikatler çevreye yayılmış ve insanlar bu yolla irşad edilmiş olsaydı, bu günkü manzara ortaya çıkar mıydı sizce?
Asla ve kat’a… Zaten yaşanan ızdırap bunun eksikliğidir. Bazıları ilmî enaniyetleri sebebiyle bu mücevherlerin kıymetini idrak edememektedirler.
Bediüzzaman : “Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir (şeyhlik taslayan, Kendini yaşlı gösteren çocuk, büyüklük taslayan küçük.); siz de büyük tanımayınız.” der.
Evet, tam buyurdukları gibi… Ne kadar güzel ifade etmiş. Elbette ki hürmete lâyık çok değerli âlimlerimiz de vardır. Onlar bahsimizin haricindedirler…
Bu bölgenin mânevî dinamikleri var. Şeyhler, mollalar, aşiretler… Acaba nerede bir eksiklik oldu, bu çevreler görevlerini hakkıyla yapamadılar mı sizce?
BAZILARI BİR NEVİ ERGENEKONDUR
Önceki zatları tenzih ederek ifade edebilirim ki, şu andaki saydığınız çevrenin ekseriyeti için söylüyorum. Problemin bir parçası da onlardır. Onlar da bir nevi ergenekondurlar.
Bir çoğu misyonerlere göz yumdu, İngilizlerin, Amerika’nın güdümüne girdiler. Maalesef günümüzde dünya karşılığında din, rüşvet olarak kolaylıkla verilebiliyor. Bunun neticesinde de, konuşmaları halka tesir etmiyor. Yani nümûne-i imtisal, güzel örnek olamıyorlar. Bu feodal yapı, bölgenin önemli sorunlarındandır.
Bilerek veya bilmeyerek…
Hayır, bilerek… Maddî bir takım çıkarlar söz konusudur.
Şimdi siyasî mülahazaları bir kenara bırakarak soruyorum. Ortada bir realite var, sonuç var. Bu halk dindar, mânevî değerlerine bağlı… Nasıl oluyor da, örf, âdet ve inançlarına, ahlâkî anlayışına ters tutum sergileyen, ideoloji olarak Marksizme dayanan, yaşantı ve söylemleri Kürt halkının inançlarıyla hiç de bağdaşmayan bir siyasî oluşuma destek veriyorlar?
Sayın Hocam şöyle… Destekleri o tarafa kaymış değil. Norşin için konuşacak olursak, sekiz bin küsur oy kullanılmış. Bunun kahir ekseriyetini mevcut iktidar alıp başarı elde edebilirdi. Velev ki bir kediyi dahi aday bırakmış olsaydı bile…
Nemrut ve Firavun’u delâlete sürükleyen neydi? Kibir ve enaniyet değil miydi?
Bu milletin önüne çıkarılanlar da kibir ve enaniyetlerinden kaybettiler. Halk tepki gösterdi, vermedi. Halk baktı ki, yılladır biz bunlara o mübarek insanların hatırına, Seyda’nın hatırına oy veriyoruz, bize tepeden kuşbakışı bakıyorlar. İlim yok, liyakat yok. Sülaleden geçme bir ünvanla halkı sömürmeye devam ediyorlar. Başka türlü güçleri yetmedi, oylarıyla bunları tokatladılar. (İbrahim Bey, burada bölgenin sosyolojik bir tahlilini ortaya koymuş oluyor. Sosyologların incelemesi gereken bir konuyu seslendiriyor…)
Hocam şuraya bakar mısınız, adam falan şeyhin oğlu veya torunudur. O mübarek insanların ruhundan eser yok. Hal ve davranışlarıyla örnek olma yok, ilim/irfan yok, e..bana destek verin, benim elimi öpün diyor. Çıkan sonuç, halkın bu durumlara tepkisidir.
ŞARK ERGENEKONU
Aşiret veya şeyhe bağlı olanlar arasında her partiden adam var. İş birliği yapmışlar, hangisi gelirse gelsin, işleri yürüyor. Bu yapının adı ve oluşumu, şark ergenekonudur.
Bu krallık mıdır ki, babadan oğla geçsin. Seyda’nın ismi üzerinden saltanat sürüyorlar.
Halbuki bir kavmin efendisi o kavme, topluma hizmet edendir. Bunlar kendilerine hizmet ettiriyorlar.
Âlim kimdir? İlmiyle amel eden, tavırları ve ahvaliyle bunu etrafına yansıtan, muhlisîn ve muhlesînden olandır.
Şeyh olmak öyle kolay mıdır? Diz çökecek, tasavvuf ve diğer ilimleri tedris edecek, dirsek çürütecek, ondan sonra makama oturacak.
Sa’di-i Şîrâzî, Bostan ve Gülistanında bir benzetme yapmaktadır: tavuğun pisliğinin siyah ve beyaz olarak iki renkli bir şekilde kıvrılarak çıktığını… O ilim ve mârifetten yoksun olup da başına sarık saranların durumunun buna benzediğini mânidar bir teşbihle karşılaştırır.
Bizde bir darb-ı mesel vardır. Afedersiniz, köpek yığınının gölgesinde yatarmış, kalktığı zaman da, “bu gölge kuyruğumun gölgesiydi” dermiş. Şimdi bunların vaziyeti de bunu andırıyor.
Halk da dedi ki, sen gölgene güveniyorsan, işte ben yığınımı kaldırdım.
Bir de yapılan yanlışlılar, baskı ve istismarlar da bu noktaya gelinmesinde etkili oldu.
Devletin eli şefkatli ve merhametli olmalıydı halka karşı… Onun da farklı yansımaları ve etkileri oldu ve bu sonuca gelinmiş oldu.
( Daha sonra İbrahim Beyin ifade ettiğine göre; mevcut Belediye başkanını yirmi beş yıldır tanıdığını, bir tek vakit farz namazının kazaya kaldığını görmediğini ifade etmesi, bana da çok anlamlı ve ilginç gelmişti. Bölgenin ve insanlarının yapısını tespit ve mevcut durumu daha iyi anlayabilme adına ehl-i ferasete tefekkür ve tezekkür çağrışımları yaptırabilecek ve çözüme katkı sunabilecek bir manzara ile karşı karşıya oduğumuzun da bir resmidir.)
Bu sohbetten de anlaşıldı ki, bölgenin Kur’ânî reçetelere ihtiyacı var. Bunu, asrın temsilcisi Üstad Said Nursî yazdığına göre, size ve hepimize düşen, bu isabetli ve faydalı reçeteyi insanlara, özellikle gençlere ulaştırmak görevimiz olsa gerek…
Çok haklısınız hocam. Elbetteki iletmemiz, duyurmamız lazım. Daha önce de konuştuğumuz gibi halkın aydınlatılmaya çok ihtiyacı var. Hani bir Arap ata sözü vardır: “Küllü şey’in şey’ün, hatta reûsün şey’ün. El cahilü lâ şey’ün” Yani: her şey bir şeydir, bir değerdir. Tezek (hayvan dışkısı) de bir şeydir, cahil hiçbir şeydir “. Maalesef halk cahil bırakılmış, Bediüzzaman’ın üzerinde durduğu zaten budur.
Geçmişte bir İngiliz Misyoneri’nin kiliseye verdiği rapor da bu istikamettedir. Diyor ki; ‘onlara ne söylesem, “ Hele bir müftüye, hocaya soralım ondan sonra…” diyorlar. Onlara bir şey söylemeye gerek yok. O sebeple ben bir şey yapmadım. Sadece, madde ile aldatmak ve taraftar yapmak mümkün olabilir.’
Evet hocam, maalesef paranın satın alamayacağı bir şey yok. Ne yazık ki, bu gerçeklerle karşı karşıyayız.
Said Nursî Hazretlerine canımız feda… O izzetli duruşu ve imân dâvasından taviz vermeyen hali, hepimize örnek teşkil etmelidir.