ESKADER’in Babıali Toplantılarında bizi bir araya getirdiği Vehip Sinan’ı anma programında ilginç analizler ve bir takım projeler akla geldi.
Bunlardan en önceliklisi –bana göre- Vehip Sinan adına bir karikatür yarışması fikriydi.
Konuşmalardan çıkardığım bir diğer husus, çizer ve yayıncı ilişkisi.
Bu konuda özeleştiri yapan yılların çizeri Yurdagün Göker, kanayan yaraya tuz bastı.
Çünkü yıllardır çizerleri kullanan “simsar yayıncılar,” sanki onların iaşelerini temin etmek gibi bir yükümlülüğü yokmuş gibi, sömürdüler.
Bu Türkiye’nin ayıbıdır aynı zamanda. Yeşilçam aktörleri veya emekçileri bile yıllardır kendilerini sömüren patronları hakkında en demokratik hakkını kullanıp yürüyüş yaptılar, seslerini duyurdular.
Ama bizim gariban çizerlerin böyle bir lüksü bile yok.
Göker: “Vehip Sinan tamam bir ustaydı. Ama aynı zamanda bakmakta olduğu kız kardeşleri vardı. Parasını alamayıp, evine ekmek götüremediği zaman bile olmuştu” diyordu.
*
Gürbüz Azak usta ise eli kalem tutan çizerlerin bu dünyaya “iyi niyet elçileri” olarak geldiğini hatırlattı. Hatta bu sözlerin sahibinin Vehip Sinan usta olduğunu da...
Karikatürist İbrahim Özdabak ise yıllardır birlikte çalıştığı Vehip Sinan’la ilgili hatıralarını aktarırken onu çağın Nasreddin Hoca’sı diye tarif etti. Can Alpgüvenç ise, onunla ilgili hoş anılarını anlatarak herkesi tebessüme getirdi.
Vehip Sinan’ın “zıpır çocuk” diye takıldığı Ümit Şimşek de bir iki hatırasını naklederek onu yâd etti.
Yavuz Bahadıroğlu, “Vehip Sinan hassas bir insandı. Belki de çizgi karekterleri ‘Topuz ve Tamer’ kıskanmasın diye hiç evlenmedi.”
Yurdagün Göker, mizahın bir tiryakilik olduğunu, gün geçtikçe dozun arttırılması gerektiğini söyledi. Vehip Sinan öfkesini çok iyi bir şekilde kontrol etmesini bilen ve insanları kırmadan eleştiren biriydi diyerek onun “beyefendi” yanını hatırlattı.
Kültür Daire Başkanı Nevzat Baylan ilginç bir tesbitte bulundu, “Maalesef bizler toplum olarak cenaze cami avlusundayken kalabalık oluyoruz da mezarı başına gelince yalnız bırakıyoruz. Marifet iltifata tabiidir. Bazı değerlerimizi hayattayken sahiplenmeliyiz. Yaşarken insanlara saygı göstermeliyiz. Biz de gerçek sanatçı çok yetişmiyor.”
*
Halbuki hemen yanında Bab-ı Ali terbiyesi görmüş, yazar-çizer Gürbüz Azak oturuyordu.
Ona bakınca, “Onun da değerini öldükten sonra mı anlayacağız” diye iç geçirdim.
Evet, “gidenleri anarken” hiç olmazsa buradakilerin kıymetini bilelim.
Onları ölmeden öldürmeyelim!