Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Mücadele Sûresi 11-13. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
11-Ey îmân edenler! Size: “Meclislerde yer açın!” denildiği zaman hemen yer açın ki, Allah da size genişlik versin! (Size:) “Kalkın!” denildiği zaman da hemen kalkın ki, Allah sizden îmân edenleri ve (husûsan) o kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin! Çünki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdâr olandır.
12-Ey îmân edenler! Peygamberle gizli olarak konuşacağınız zaman, bu gizli konuşmanızdan önce (fakirlere) bir sadaka takdîm edin! Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Fakat (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, artık şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir. (*)
13-Gizli konuşmanızdan önce sadakalar takdîm etmekten korktunuz mu? Mâdem ki yapmadınız, Allah da sizi affetti (sadaka vermeden konuşmanıza izin verdi); o hâlde namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin, (**) Allah’a ve Resûlüne itâat edin! Allah, ne yaparsanız (hepsinden) haberdâr olandır.
(*)Burada, Peygamber (asm)’la gizli konuşmak isteyenlere emredilen sadaka verme mecbûriyeti, bundan sonraki âyetle neshedilmiş, hükmü kaldırılmıştır. (Râzî, c. 15/29, 272)
(**)“Evet nasıl ki Fâtiha Kur’ân’a, insan kâinâta fihristedir; namaz da hasenâta (iyiliklere) fihristedir. Çünki namaz; savm (oruç), hac, zekât ve sâir hakīkatleri hâvî olduğu (içine aldığı) gibi, idrâkli ve idrâksiz (anlayışlı ve anlayışsız) mahlûkātın (yaratılmışların) ihtiyârî ve fıtrî (irâdeyle ve yaratılışları îcâbı olan) ibâdetlerinin nümûnelerine de şâmildir (onları da içine alır). Meselâ: Secdede, rükû‘da, kıyamda olan melâikenin ibâdetlerini, hem taş ve ağaç ve hayvanların o ibâdetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibâdettir.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 38)
“Namaz, عِماَدُ الدّ۪ينِ [Dînin direği] hadîs-i şerîfi mûcibince (gereğince) dînin direği ve kıvâmı (en olgun hâli) olduğu gibi, zekât da İslâm’ın kantarası, yani köprüsüdür. Demek birisi dîni, diğeri âsâyişi muhâfaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 39)