Sizin de işaret ettiğiniz gibi, gizli yapılmasının çok faziletli olduğu bildirilen amellerin başında sadaka gelir. Sağ elin verdiğini sol elin fark etmeyecek şekilde gizli olması...
Farz namazların gizlilik tarafı olmaz. Cemaatle kılınması emredilen ve yirmi yedi kat sevap kazandıracağı bildirilen böyle bir namazın, açıktan kılınmasından başka bir şansı yoktur. Ancak, kuşluk, evvabin, abdest sünneti, teheccüd gibi nafile namazların gizli kılınması, nafile oruçların gizli tutulması riya virüsüne bulaşmamaları bakımından çok büyük önem arz etmektedir.
Keza, kişinin günde okuyacağı Kur’an’ı, okuma miktarını, yaptığı zikirleri gizlemeleri riyadan uzak olacağından çok daha sevaplıdır.
Keza, kişinin hastaları ziyaret etmesi, hastaneleri dolaşması, mağdurlara teselli vermek amacıyla hapishanelerdeki mahpusları ziyaret etmesini gizli tutması, rastgele yerlerde bunları seslendirmemesi de bu tür nafile ibadetler türündendir.
Tabii ki bu tür hayırlı işlerin bir kısmının tamamen gizlenmesi mümkün olmayabilir; fakat niyet önemlidir. Kişi, ister istemez kendisini görenler dışındaki bazı kimselere, bilerek ve isteyerek yaptıklarını bildirmemektir, “SÜM’A” kavramıyla ifade edilen, riyakar bir tavırla başkasına duyurmamaktır.
Amellerin gizli veya açıktan yapılmasının değeri, şartlara ve kişinin niyetine göre de değişir. Mesela: ”Bir insanın, yerine göre -başkalarını teşvik etmek maksadıyla- sadakayı açıktan vermesi gizli vermekten daha sevaplıdır. Savaş için sahabenin verdiklerini açıktan vermeleri, hatta Hz. Peygamber (asm)'in özellikle Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın verdikleri sadakaları açıklamalarını sağlaması böyle bir teşvike yöneliktir.
"Vazife-i diniye itibariyle, nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler, hodfüruşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı. Meğer o adam, o vazifeyi kendi enaniyetine tâbi' edip istimal ede. Evet bir imam imamet vazifesinde tesbihatları izhar eder, isma' eder; hiç bir cihetle riya olamaz. Fakat vazife haricinde, o tesbihatları aşikâre halklara işittirmeye riya girebildiği için, gizlisi daha sevablıdır.” (Kastamonu Lahikası, s.185)
Prensip olarak farz ve vaciplere riya girmez. Çünkü herkes aynı işi yapmaktadır. Riyakârlığa sevkeden bir “meziyet, ayrıcalık” özelliği söz konusu olmuyor. Onun için farz namazlara bağlı olarak kılınan ratip sünnetlerde de riyakarlık olmaz, olmamalıdır. Fakat fazladan ayrı kılınan nafileler öyle değildir. Şeytan o noktadan bir fitne, bir gösteriş damarını uyandırabilir.
Son olarak, bu konudaki prensibe işaret eden Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadelerine yer vermekte fayda vardır:
“Farz ve vâciblerde ve şeair-i İslâmiyede ve Sünnet-i Seniyenin ittibaında ve haramların terkinde riya giremez. İzharı riya olamaz. Meğer gayet za'f-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki şeair-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfasından çok derece daha sevablı olduğunu, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi zâtlar beyan ediyorlar. Sair nevafilin ihfası çok sevablı olduğu halde; şeaire temas eden, hususan böyle bid'alar zamanında ittiba-ı Sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebair içinde haramların terkindeki takvayı izhar etmek, değil riya belki ihfasından pek çok derece daha sevablı ve hâlistir.” (Kastamonu Lahikası, s. 184)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet