(Korona günlüğü-XVIII)
Merhaba Şahin kardeşim. Mektubunuzu aldım ve büyük bir sevinçle okudum. Eminim yazımızı bilseydin çok daha kolay gelirdi sana. Ve belki onunla çok daha güzel yazardın. Ruhen ve zihnen seni o kadar kendime yakın hissettim ki anlatamam. Aynı kumaştan yapılmış gibiyiz sanki. Senin zihnini kurcalayan şeyler yıllardır benim de zihnimi kurcalıyor. Bahsini ettiğin bir ikindi vaktindeki o derin düşünceler yedi bitirdi beni.
Sahiden on bir bin yıl mı geçti aradan? Buna inanmıyorum. Yani şimdi elimde tuttuğum bu mektup on bir yıl sonrasına ait öyle mi? Tüylerim diken diken oldu şu an kardeşim. Ben insanlığın en fazla birkaç yüz, hadi bilemedin bin yıl daha yaşayabileceğine ihtimal vermiştim. Çünkü her gün okuduğumuz ve artık ezberlediğimiz bize öğretilen kutsal metinlerde dünyanın sonunun pek yakında olduğu söyleniyordu. Ama aradan bir o kadar zaman geçtiği halde gelmemesi ve sizin hala yaşıyor olmanız inanılır gibi değil.
Yaşadığım yerin nasıl olduğunu, ne olduğunu, nasıl yapıldığını, buradaki kocaman dikili taşları ve üzerlerindeki resimleri sormuşsun. İnan ki mabed olması dışında bu konuda senden daha fazla bilgi sahibi değilim. Ben ve bana hocalık eden ulular da bilmiyor. Onlara da onlardan öncekiler söylemiş. Burası bize anlatılanlara göre çok amaçlı kullanılan bir mabed. Belli günlerde dini toplantılarımız olur ve hepimiz burada toplanıp tanrılarımıza dua ederiz. Bizim tanrımız ayrı çevre mabetlerdeki tanrılar ayrı. Yakın çevremizde buraya benzer çok yer var. Hepsinin tanrısı farklı.
Herkes kendi tanrısına dua eder, diğer tanrılara karşı saygılıdır. Ara sıra tanrılarımız birbirine girse de, birbirinden kızsa da bu çok kısa sürer. Tanrılarımız bizi yaratırlar, beslerler, düşmanlarımıza karşı korurlar, öldükten sonra davranışlarımıza göre ödüllendirir veya cezalandırırlar. Sorduğun “T” biçimli dikili taşlar tanrılarımızın büyüklüğünü ve üzerlerindeki motifler ise tanrılarımızın bize hizmet etmek için verdiği bazı hayvanları simgeler. Öyle diyor bizim ulular. Doğarken anne babalarımız bize böyle anlattı, biz de çoğunluğumuz çaresiz olarak böyle kabul ettik, böyle inandık. Kabul etmeyenlerimiz dışlandı, horlandı, sürüldü.
Dediğin gibi kardeşim düşünmek çok ağır bir yük! Düşününce bütün mutluluğunu kaybediyorsun. Meğer bizden sonra neler neler olmuş! İmparatorluk diyorsun, şehir diyorsun, para diyorsun bunların hiçbirini bilmiyorum ama kıskançlık, birbirini öldürme, kan dökme, hastalıklar, afetler anlattığından burada daha fazla. Çoğumuz nedenini bilmediğimiz dertlerden erken yaşlarda ölüyoruz. İçimizde kırkını bulan az insan var. Bir sel baskınında veya kurak geçen bir yaz mevsiminde toptan telef olup gidiyoruz. Anlayacağınız biz sizden çok daha fazla sıkıntı çekiyoruz kardeşim. İyi ki bu devri görmedin, iyi ki bu devirde yaşamadın!
Bilgisayar, telefon, araba, televizyon, elektrik gibi keşiflerimiz bizi korona denen belaya karşı koruyamıyor diyorsun. Bunlar nedir bilmiyorum ama ölüme ve hastalığa çare yok be kardeşim.
Biz de en az sizin kadar geçmişimiz konusunda cahiliz. Geçmişimizde neler yaşandığını, dedelerimizin nasıl bir hayat sürdüğünü gerçekten bilmiyoruz. Ulularımız bu konuda ne anlattı ise öyle inanıyoruz. Buranın Adem ve Havva’nın buluştuğu ilk yer olduğu meselesine gelince öyle bir söylenti yıllardır dolaşıyor ama işin aslını bilen hiç kimse yok.
Biliyor musun kardeşim şu karşıdaki tepelerin ardını yıllardır merak ediyorum ama gidip bakmaya bir türlü cesaret edemiyorum. Biraz yerimizden uzaklaşınca başımıza nelerin geleceğini bilmiyoruz. Her gece yatarken yarına sağ kalkacak mıyız korkusu çekiyoruz. Bazen çevre yörelerdeki güçlü birkaç kişi saldırır bize, elimizde avucumuzda ne varsa alıp götürür hepsini. Her an başımıza bir şeylerin gelebileceği korkusu içinde yaşıyoruz. Yani anlayacağın adalet bizim buralara da hiç uğramadı kardeşim.
Kocaman geniş dünya diyorsun, bilmiyorum dünya gerçekten öyle mi, o kadar geniş mi, mesela bizim bu alanın kırk-elli katı kadar falan var mı? Yine başa geleceğim kardeşim çünkü hala inanamıyorum on bir bin yıl geçtiğine ve dünyanın sonunun gelmediğine. Halbuki bizim ulular dünyanın sonunun çok yakın olduğunu söylüyordu, bu nasıl bir yakınlık? İnan dehşete düşürdün beni, ne güzel inanmıştım! Umarım kendinden on bir bin yıl sonra bir mektup alıp benim gibi dehşete kapılmazsın. Mektubuna en çok bu açıdan üzüldüm.
Klaus Schmidt ile görüştüm çok iyi bir insan. Bizi bulmak için yaptığı yorucu çalışmaları anlattı uzun uzun. Mektubunuzu ona da okudum çok sevindi, gülümsedi ama tanımadı sizi. Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa kitabını da gönderseydin keşke! Neler yazmışsın çok merak ediyorum. Daha uzun yazmayı ben de isterdim ama bu kadar yazabildiğime şükrediyorum. Çünkü burada böyle boş bir zaman bulmak nerdeyse imkansız. Tekrar yazabilmek umuduyla hoşçakal.
Göbeklitepe’deki kardeşin.