Osmanlının dindeki zayıflık ve lakaytlığı Osmanlının yıkılmasını netice verdiği gibi, evlad-ı fatihan dediğimiz Balkanlar ve Avrupa’daki Müslümanların durumları da Anadolu ve İslam ülkelerindeki Müslümanlardan farklı olmayarak onları inhidama ve yerlerinden yurtlarından etmeye sebep olmuştur.
Evladı fatihan dediğimiz Balkan ve Rumeli Müslümanları, bu umumi ric’at neticesi çokları düşman silahları altında, bir çokları da yollarda aç ve sefalet içerisinde çokları da yokluk ve imkansızlıklar içerisinde hastalıktan kırılıp gitmişlerdir.
Trakya ve Ege köy ve kasabaları göçmen kardeşlerimiz diye bağrını açmış ve hemen her beldeye göçmenler yerleştirilmiştir. Zaten aç ve yoksul olan Anadolu insanı bu muhaceretler neticesi sefalete düşmüş iş ve aş bulamaz olmuştur.
“Üzüm üzüme baka baka kararır” misali, Avrupa insanı ile içli dışlı olan Balkan ve Avrupa’daki Müslümanlar, Osmanlının maalesef son iki yüz yılında adeta kendilerini Avrupa’ya yerleştiren ve Avrupa’yı vatan ettiren kimliği unutmuş ve Avrupa insanı gibi inanmaya, gezip tozmaya ve yaşamaya başlamıştır.
1990’lı yıllarda Bulgaristan’dan zorla göç ettirilen göçmenlerden yüz kişilik aileleri Manisa’daki Vakıf öğrenci yurduna yerleştirmişlerdi. Bunların içinde üç beş yaşlıdan maada orta yaşlılar ve özellikle gençler İslami bilgilerden tamamen mahrum idiler.
Peygamberimizin (ASM) adını bile bilmediklerini, Kur’an okumayı bilmedikleri, namaz kılmayıp orucu tutmadıklarını içki, kumar, faizin, tesettürsüzlüğün haram olduğunu anlamakta zorlandıklarını üzülerek görmüştük. İçkiyi bir çeşit su biliyorlarmış.
Vakıf öğrenci yurdu Caminin avlusuna bakıyordu. Namaz vakitleri namaz kılan cemaate alık alık bakışları garipsemeleri cemaati hayrete düşürüyordu.
İslamiyet namına çocuklarına sadece Müslüman adı bırakmak ve erkek çocuklarını sünnet etmekten maada kendilerinde başka bir belirti yoktu.
Avrupa Müslümanlarını adeta bu iki şeair, yani İslamî isim koymak ve erkek çocuklarını sünnet etmek adetleri muhafaza etmişti.
Diğer her şeyleri Avrupa insanını andırıyordu. Sanki Müslüman göçmen değil de Yunan halkını misafir ediyorduk.
Kader burada da cilvesini göstermiş, İslam’ın özünden ve ahlakından gevşemiş ve yozlaşmada ve dinde lakaytlıkta Avrupalıları bile geçmeğe, kimliğini kaybetmeye başlamış sureta Müslüman evladı fatihanı, taklit edip benzemek istedikleri Avrupalılar eliyle kolayca silip süpürüp Anadolu’ya sürmüştür.
Adeta Avrupa insanı gibi oldunuz, Avrupa mukallitliği yapıyorsunuz, mevcudiyetinizin sebebi, manevi kuvvetinizi ve kıymetinizi ve kimliğinizi kaybettiniz, şükrü filiniz bitti haydi geriye, marş marş.
Müslümanlara kötü örnek oluyorsunuz, gidiniz buraya ilk gelişinizdeki gerçek imanı yüksek hasletleri ve yeniden İslamî kimliği kazanınız, hüsnü misal olacak hale geliniz, düzeliniz.
Belki bu sefer evlad-ı Fatihan olarak Avrupa’ya gelişiniz bir başka vecihle ve kalıcı olacak şekilde ve Avrupa’nın gerçek sahipleri olarak olacaktır.
Göçmenler evveliyatlarını, başlarından geçenleri ve şimdiki hallerini ne olduklarını, ne olacaklarını ellerini şakaklarına koyup düşünüyorlardır her halde.
Bana bu yazıyı yazdıran bir göçmen mahallesinde oturmam ve bu günlerde sık sık göçmen düğünlerine şahit olup onların maalesef hala Avrupa insanı gibi kadınlı erkekli sokak ortasında birlikte dans edip oynamalarına, biribirleriyle, viski şişelerini patlatıp kadınlı erkekli, çocuk yaştaki gençlerine sırayla aleni olarak içki içirmeyi marifet telakki eden ve ehli-i İmanı ağlatan ve maalesef maziden hiç ders almadıklarını gösteren halleri yazdırdı.
Bu ne haldir. Ne hale gelmişsiniz, ne oluyoruz, Avrupalı Osmanlı’yı nasıl yıktı, evladı fatihan nasıl Avrupa’dan sürüldü? Niçin geri kaldık, niye bu hallere düştük? hiç ibret alıp düşünmez misiniz?
Yahu Avrupa’nın ettiği hadsiz zulüm ve adavetten sonra hala onların sefih ahlaklarına ittiba etmek hangi akıl ve fikirledir. Bu şekilde körü körüne ittiba ve taklitçilik Milliyetinizle, Millet-İslamiye ile alay etmek ,hafife almak anlamına gelmez mi?
Mevt-alut hadiseler dahi kimilerini uyandırmamış, aklını başına aldırtmamış.
Evet Avrupanın sefih medeniyeti ve dinsiz felsefe taunu, dinde lakayt ve laubali İslam milletlerini sari hastalık gibi çok feci bir şekilde sarmıştır.
Sefahete müsait yerlerimizi sefih ve ahlaksızlığa ve serseriliğe, nim-medeni yerlerdekileri insanlarımızı bilhassa gençleri de eşkiyalığa, anarşi ve teröre sürüklemiştir.
Avrupa menşeli bu taundan kurtuluşumuzun reçetesini asrın İmamından işitiyoruz. “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur'ân'dır.(B. S. N. Mektubat 452), “Azametli, bahtsız bir kıt'anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.” (Age)“Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-i dinle olur, şu milletin ihyâsı.” (Sözler Lemaat 656)“Milletin kalb hastalığı, zaaf-ı diyanettir; bunu takviye ile sıhhat bulabilir.” (BSN Tarihçe-i Hayatı sh.51)
İslamı seven, Osmanlının torunları olmakla iftihar eden, Ecdadın mazideki gibi mefahirine hasret duyan, hamiyet ehli, ehl-i vatana duyrulur. Yoksa mezar-ı müteharrik ruhluları kabristan bekliyor.