Gönül huzuruyla hesabını vereceğimiz amellere ihtiyacımız vardır aslında. Ama ne yazık ki ihtiyacımız olmayan bir çok amellere de imza atmaktayız. Gururumuz arttıkça kendimizde büyük güçler vehmetmekteyiz. Sonra geçmişimizde zaafımızı gösteren bir çok hayat safhalarımıza perde çeker yolumuza devam ederiz. Zaman gelir bir çok velinimetimizi bile inkâr eder dururuz. Artık ağzımızdan en çok ben kelimesi çıkar. Bize göre o ben neler neler yapmış... Ondan sonra ne oldum delisi olur çıkarız. Artık havalara bakmaktan önümüzü görmez oluruz.
Bu dünya hayatında sergerdan olan yani başını kafasına göre alıp hayat meydanında at koşturan nice insan vardır ki, öyleleri çok doğru hareket ettiklerini sanmaktadırlar. Hatta çoğu zaman ikaz ediciler bile onların uyanmasına yol açamamaktadır. Çünkü kalın gaflet perdesi onların gözlerini karartmıştır. Onlar burunlarının dikine gitmekle doğru yaptıklarını sanmaktadırlar. Onları pohpohlayanlar da onlara gaz vermeye devam etmektedirler. Artık kimse tutamaz onları. Hamasî duygularla coşup dururlar. Arkalarında elini ovuşturan şeytanlar ise bu eserleriyle oldukça iftihar etmektedirler şüphesiz...
Ne yazık ki dünyanın şan ve şerefi, makam ve mevkileri bir yere kadardır. Bazen daha çabuk şöhretler sönmektedir. Bazen de ölüme kadar devam etmektedir. Ama bu tür haletler için ölüm son noktadır. Kabir kapısı dünyevî hiçbir büyüklüğü ve güzelliği kabul etmiyor. İşte o zaman dünyayı bir şey bilenler sukut-u hayale uğramaktadırlar. Hiçbir faydası olmayan pişmanlıkların başladığı andır o zamanlar.
İnsan gibi bir değerin değersiz dünya hayatına fedâ edilmesi mutlaka çok büyük kayıpları beraberinde getirecektir. Aklı başında olan uyanık kalpliler binbir güzellikler ve değerlerle donatılmış insanın sadece bu dünya hayatı için yaratılmadığını bildikleri için sadece Rabb-i Rahimin rızasını kazanmak için uğraşırlar. Onlar dünyanın zahiren yüce ve güzel olan değerlerine kulak asmazlar.
Ârif olanlar Kurânın hakikatlerine göre hareket etmekten, Peygamberimiz Aleyhisselâtu Vesselâmın yoluna baş koymaktan başka hiçbir hareket tarzı bilmezler. Bütün âlemlerin yaratıcısı olan Rabbimizin bize vermiş olduğu kabiliyetleri, dünyalıların veya dünyaperestlerin isteği doğrultusunda kullanmanın doğru olmadığını bilenler ve hayatlarını buna göre sürdürenler elbette kazançlı çıkacaklardır.
Bütün gerçekler ortada iken, güç ve kuvvet sahibi insanların hoşuna gitsin diye ortaya koyduğumuz marifetlerimizin bize neler kazandırıp veya kaybettireceğini iyi düşünmemiz gerekmez mi? Yaptıklarımıza, imza attıklarımıza yeniden bir bakalım isterseniz. Belki de başlarımızın göğe değdiğini sandığımız durumlar bizim için çok acı bir düşüştür. Belki de yaptıklarımızın çok azı ebedî hayatımız için azık olmuştur.
Dünya hayatı, dünyanın şan ve şerefi oldukça çekicidir, öyle değil mi? İsimlerimizin tarihe makam ve mevkilerle geçmesi, bilmem kaç tane esere imza atmamız hadisesi ne kadar da göğsümüzü kabartıyor, değil mi? Tanınmamızın, itibar görmemizin, dünyanın birçok imkânlarından faydalanmamızın sonucu nereye varır acaba? Bunun için hiç düşünme melekemizi faaliyete geçirdik mi sahi? Tarihlerin yâd ettiği insanların hepsinin akıbeti iyi mi yoksa? Adına günler tertiplenenlerin, kitapları harıl harıl okunanların hepsi, acaba şimdi bulundukları ölümden sonraki hayatlarından memnun mudurlar? Bunları düşünmek ve yaptıklarımızın veya yapmak istediklerimizin bizleri nelerle karşılaştıracağını düşünmemiz gerekmez mi?
Gençliğin sarhoşluğu insanı olmadık badirelerle karşılaştırdığı gibi, orta yaşlılığın gururu da bazen insanı semeresiz yollara sürüklemektedir. İnsanlar bu dönemlerinde biraz sarhoş olmaktadırlar nedense. Bu yıllarda nefis insana ölümü oldukça uzak göstermekte ve hatta göstermemektedir. Sanki verilen bütün insânî duygular sadece bu dünyayı kazanmak için verilmiştir bize. Gözlerimizin feri azaldığında, ayaklarımızın takatı kesildiğinde yavaş yavaş gerçekleri hatırlamaya başlıyoruz belki. Ama çoğu zaman geç kalıyoruz. Geçmişimize ağlamaktan başka elimizden bir şey gelmemektedir. İhtiyarlığın ölümü hatırlatan hâletleri de olmasaydı ne kadar gafil olacaktık değil mi?
Yeni Asya