O gün heyecan dolu bir merak ve iç sorgu ile işe başlamıştı. Patronun bir gün önce söylediklerini de düşünerek “istikbal ve insan” kavramlarına adeta odaklanmıştı. Kendi istikbalini ve insani varlığını fazla hissetmediğine inandığı bir kurumda çalıştığını, geçte olsa fark etmişti. Yılların emeğinin ve insana duyarlı yapının sistematik bir dönüşümle sağlanamamasının verdiği hayal kırıklığı ile değerlendiriyordu bu iki kavramı.
İş hassasiyeti ve görev bilincini sonuna kadar korumasına rağmen, adanmışlık derecesinde bir aidiyetle istikbalini paylaşacağı bir zeminde olmadığını, kendinde yaşadığı gelişim sürecinde daha iyi anlamıştı.
Bu değerlendirmelerin hakim olduğu bir iş gününün mesai bitimine yakın son baharın başında bütün tazeliğiyle güneş batımının yüklediği anlamlar veya kendisinin gönderdiği mesajların yansımasıyla oluşan görüntüsüne baktı. Uzun süre seyretti. Çok enteresan bulmuştu. Yanındaki arkadaşına bu keyifli, ancak batışın hüznünü barındıran gidişi, güneşin ikinci günün aydınlığıyla telafi olacağı ümidiyle yorumladı. Gün boyu gidiş-dönüş yaşayan düşüncelerine ilham yaptı. Dönüşe giden gidişlerden korkmamak gerektiğini anladı.
Kendi kendine, "Enteresan bir tablo var. Güneşin battığı yere bakar mısınız?” dedi.
Güneş,doğuşun müjdecisi olan, bir kayboluşun öyküsüydü.
Hakikati, gök gürültüleri onaylar gibi.Ne güzel!
Yağmurun da etkilediği bu 'an'a, pencereden nazar eden bir ruh haliyle içerdeki işlerden iş ortamından sıyrılmış bir akşam paydosunun rahatlatıcı duygularıyla öylesine dalmıştı ki, ses armonisinin kendine özgü şimşek çakmaları gök gürültüsüne bir titreşim ve kaygı katmıştı. Ancak bütün bu hareketlerin bir düzen ve ahenk içinde kuralları ile işlediğini düşününce de endişelerinden sıyrılıp “ne güzel” deme ihtiyacı hissetmişti.
Gökkuşağında buluşmak, açılımın bütünlüğü
Bitmeyen gökyüzü cümbüşü, yeni bir serüvene tanıklık ediyordu. Seslerin yankılanan ve çınlayan duyarlılığına ve raks eden yıldızların alkışlarını andıran bu gök gürültüsüne/gürlemesine nazire olsun diye renklerin armonisi de sırasını almıştı.
Gökkuşağının, yarım ay gibi, yerden yükselircesine ip atlayan çocukların altında zıpladıkları ipin daire şeklinde konveks haline dala kalmıştı. Ana renklerin bir arada ve birden açılmaya yüz tutan atmosferin ebemkuşağı ile verdiği göz ikramına, zevkli ve estetik duruşuna hayran kaldı.
İçindeki gök gürültülerini ve açmazlarını hemencecik düşünmeye başladı, onları toparlamaya ve iç atmosferinin aydınlığına doğru yönlendirmeye çalıştı. Kendi gök kuşağını inşaya o da başladı hemen. Yedi ana rengini buldu ve onları hayalin ışık hızını aşan çabukluğunda bir araya getirdi: Ruh, kalp, akıl, vicdan, irade, beden ve tasarım.
Emre, hayalin hayalinde bir yüksek arzuyla bunları bir arada görme ve gök kuşağını kendinde şu anda yaşatma kararlılığına ve elde edilen sonuca o kadar çok şaşırmıştı ki, böylesi bir mutluluğu ve sevinci yakalayacağını hiç tahmin etmemişti. Böylece arayışın geciken buluşmalarına ve ertelenmiş isteklerin doğru adresteki oluşumlarına şahit oluyordu.
Gökkuşağı, açılımın yedi ana rengini birlikte, bir arada sunuyordu.
Sonunda kendine soramadan edemiyordu: Gökkuşağın var mı? Bir arada mı? Ahenkli mi? Seyredebiliyor musun?
Birliğe, gelecek bahara, doğacak güneşe ait olmak
Kalbi, bütünlüğün iç ahengi ve atmosferin davet ettiği bu hoş resmî geçidin hafifleten huzuru ile birlikte gelecek ve bahara yetişecek tohumlara filizlenme suyu verecek bu bereket akşının istikbali anlamasına kattığı mesajı anlamaya koyuldu. Kısa bir dalgınlıkla döndü.
Tıpkı batan güneşin sabahleyin bizi karşılaması gibi bu sonbaharın kışa emanet edeceği yer altındaki bütün varlıklar baharın müjdeleyici davetiyle resmi geçitlerine yetişmek üzere dirilecekler, açılacaklar, süslenecekler ve arz-ı endam edecekler arzlıların dikkatine takdim edilmek üzere…
Doğacak güneş, içinde alevleri yükselen ateşinin ısısını da dengeleyecek bir güneş olmalıydı. Karanlığı aydınlatacak, cisimleri okutturacak bir güneş... Kalpleri ve ruhları da aydınlatmalıydı. Huzur muştusu, birliğin tevhidî kodlarına, baharın kışı yaşamış müktesebatına ve doğacak güneşin fecr-i sadıkına o kadar hemhal idi ki…
Denize yağan yağmur birleştikçe muhteşem olacak. Duaların ruhani okyanusta birliği gibi…
Yağmurların sele dönüşen birikimleri su havzalarına akarken, yeryüzünün kirini alıyordu. Tıpkı insanların iç daralmalarını ve negatif düşüncelerini de aldığı gibi. Toprağın emdiği ve döllenmeye namzet tarlalara verdiği suyun doyum noktasından sonra… Ve yeryüzünü teslim alacak şiddette yağan yağmur, kanal gibi haznelere akıtır potansiyelini.
Azalarak ve durularak sonunda nehirlere ve denizlere akan rahmet, yer altı su seviyesini de yükselttiği için baraj ve göllere yer altı kaynak temin ettiğinden dolayı da su hacminin hayata taşınacak enerji santrallerine ve evimize varan kaynak suları ile sanayi sularına kadar bir bolluğun ve ihtiyacını karşılanmasını temin eder.
Birleşen su damlaları, ister yerin altında ister yerin üstünde olsun, buluşmaya giden yolda birbirlerine kavuşmanın yolculuğuna çıkarlar. Birleşirler, muhteşem beraberliğin dokusunu tıpkı gök kuşağı gibi yerin suyuna ve suyun yerine işlerler.
Buradan kendine yeni mesajlar aldı. Enerji kanallarını bir birine açması gerektiğini, farklı noktalarda ve yerlerde olsalar bile tamamlayıcı bir karakterde hayat enerjisinin vücut sistemindeki ayrı uçlarını ve dağılımını dengeleyecek bir bütünlüğe kendini hazırlamaya karar verdi.
Sonunda her şey birliğe, bir olana ve tevhide uzanıp gidiyordu...
Beklenmedik şartlar, gelişmeci sürprizlerdir. Yine de yağmur çok güzel
Sürpriz konulara ve yeni fikirlere açılan bu yağmur ve gökyüzü içinde kendine bir renkler bütünlüğü ve enerji birliği yakalamaya çalışmıştı. Bunları hayal etmek bile güzeldi. Devamının geleceğinden emindi.
Hayatın beklenmedik şartları içinde sürprizlerin davet ettiği olaylar, bizi pozitif düşünce yolculuğunda farklı gelişmelere ve aydınlatıcı düşüncelere sürükleyebilir.
Yağmurun bunları düşündüren varlığına ve bizlere ulaşan sevgi damlalarının bizi sırılsıklam eden okşayıcı ve rahatlatıcı rahmet oluşuna yöneldi yine. Yağmurun ne kadar güzel sonuçlara ev sahipliği yaptığını hiç bu kadar düşünememenin şu anı ayrıcalıklı kılan sevinci ile gülümsemişti. Gözleri yıkanan bütün bitki desenlerine, vücutları yıkanan hayvanlara ve yerin öptüğü suların temizlikçi kimyasına gülümsemişti...