Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Zâriyât Sûresi 20-23. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
20, 21-Kat‘î olarak îmân edecekler için yerde ve kendi nefislerinizde (Allah’ın kudretine ve birliğine) deliller vardır.(*) Hiç görmez misiniz?
22-Gökte de, rızkınız ve va‘d edilmekte olduğunuz (Cennetler) vardır.(**)
23-İşte göğün ve yerin Rabbine and olsun ki, şübhesiz o, gerçekten sizin konuşmakta olmanız gibi kesin bir gerçektir.
(*)“İnsan, -üç cihetle- esmâ-i İlâhiyeye (Allah’ın isimlerine) bir âyinedir. Birinci vecih: Gecede zulümât (karanlık), nasıl nûru gösterir. Öyle de; insan, za‘f ve acziyle (güçsüzlüğüyle), fakr u hâcâtıyla (ihtiyaçlarıyla), naks (noksanlık) ve kusûru ile, bir Kadîr-i zü’l-Celâl’in kudretini, kuvvetini, gınâsını (zenginliğini), rahmetini bildiriyor. (...) İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen nümûneler nev‘inden cüz’î ilim, kudret, basar (görme), sem‘ (işitme), mâlikiyet (sâhib olma), hâkimiyet gibi cüz’iyât (küçük şeyler) ile kâinât Mâlikinin (sâhibinin) ilmine ve kudretine, sem‘ ve basarına, hâkimiyet ve rubûbiyetine (terbiye ve idâre ediciliğine) âyinedârlık eder. Onları anlar, bildirir. Meselâ: ‘Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idâre ediyorum. Öyle de, şu koca kâinât sarayının bir ustası var, O usta onu bilir, görür, yapar, idâre eder ve hâkezâ (bunlar gibi).’ Üçüncü vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye (Allah’ın isimlerine) âyinedârlık eder.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 341)
(**)Cennet, yedinci göğün üstünde ve arşın altındadır. (Nesefî, c. 4, 269)