Nur Okur
Yeni bir güne, güneşli güne uyanan bizler. Güneş her zamanki gibi parlak ve sıcak. Peki ya bulutlar?. Bir ahenkle birbirlerini takip ediyorlardı. İnsanlar mı?. Onlar da hızlı adımlarla yetişmeye çalışıyorlardı ulaşmak istediklere yere. Bazen farketmeden güneşin doğduğunu hızlı hareketlerle uzaklaşıyorlardı benliklerinden. Görmek gerekiyordu aslında gökyüzündeki güzelliği, ruhumuza canlılık veren ihtişamını, kalbimizde uyandırdığı hikmeti. Bir göz uzaklığı kadardı, maviliğe açılan bir güzellikle hüznümüze eşlik ediyordu çoğu zaman.
İmam-ı Gazâlî Hazretleri’nin de dediği gibi gökyüzüne bakmanın 10 faydası vardır:
1) Üzüntüyü eksiltir.
2) Vesveseyi azaltır.
3) Evham korkusunu giderir.
4) Allah'ı hatırlatır.
5) Kalbinde Allah'a karşı saygıyı yeşertir.
6) Olumsuz fikirleri siler.
7) Sevd (Karamsarlık) hastalığına fayda verir.
8) Müştak olanları teselli eder.
9) Birbirini sevenlere ünsiyet verir.
10) O sema ki dua edenlerin kıblesidir. (İmam-ı Gazâlî, Gökyüzüne Bakmanın Faydaları, s. 17)
Gökyüzüne bakmanın bu faydalarına bakınca anlıyoruz ki sadece bakmak yetmiyor, görmek de gerekiyor. Tefekkürle yoğrulup kalbimizdeki, ruhumuzdaki bize elem veren şeylerden kurtulmamıza vesile oluyor belki de. O ihtişamı, yaratılıştaki muhteşemliği görmek insan için çok da zor olmasa gerek. Bu kâinattaki o yaratılış intizamıyla aslında Rabbimizi bildiriyor bize. Nurlarda bu mevzû güzel bir şekilde ifade edilmiş: "Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanattan hiçbir tanesi yoktur ki, san'at-ı acibesiyle ve latif zînetiyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamıyla ve mevzuniyetiyle seni bildirmesin; ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mu'cizeleri; mahdud ve maddeleri bir ve müteşabih olan yumurta ve yumurtacıklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden; yanlışsız, mükemmel, süslü, alâmet-i farikalı olarak yaratılışları, Sâni'-i Hakîm'lerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir şehadettir ki, ziyanın Güneş'e şehadetinden daha kuvvetli ve parlaktır." (Lem'alar, s. 361) Kaf Sûresi'nde de Cenâb-ı Hak (cc) meâlen "Üstlerindeki göğe hiç bakmadılar mı? Biz onu nasıl bina ettik (kurduk) ve onu nasıl süsledik, onun hiçbir çatlağı yoktur." (Kaf Sûresi, 6. Âyet-i Kerîme Meâli) buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde Risale-i Nur'dan Sözler eserinde şu ifadeler geçmektedir: "Âyet-i kerîme nazar-ı dikkati semanın zînetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkat-i nazar ile, semanın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak'ın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa eğer başıboş olsa idiler, birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet sür'atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzım idi ki, kâinatın kulağını sağır edecekti. Hem öyle bir zelzele-i herc ü merc içinde karışıklık olacaktı ki, kâinatı dağıtacaktı. (...) İşte sükûnet içindeki sükût-u ecramdan, Sâni'-i Zülcelal'in ve Kadîr-i Zülkemal'in derece-i kudret ve teshirini ve nücumun ona derece-i inkıyad ve itaatini anla." (Sözler, s. 601 - 602)
İnsan hep zamanının olmadığından şikayet eder. Oysa kafasını bir kaldırsa mavi gök orada. Şairinde dediği gibi "İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. Yapamadım, yetiştiremedim hiçbir zaman bitmez. Hiçbir devirde de bitmemiştir." (Saadettin Ökten). Hep bir bahanemiz var. Bitmek bilmeyen işler, uğraşlar arasında zamanımızın yetişmediğine kanaat getirerek yaşamaya çalışıyoruz. Bir baksak ki yaratılışlarında hepsi nizamlı bir şekilde insan için yaratılmıştı. Bunu düşünmek bile insanın ne kadar değerli bir varlık olduğunu gösteriyor. Cenâb-ı Hak (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen: "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra göğü (yaratmayı) kasdedip onları yedi (kat) semâ olarak tanzîm eden O'dur. Ve O (Allah), her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara Sûresi, 29. Âyet-i Kerîme Meâli) buyurmaktadır. Anlıyoruz ki ; Yeryüzünde her şey insanın kendini idame etmesi için yaratılmıştır ve Yeryüzü insan için bir nimettir. Hepsinin ayrı ayrı hikmeti vardır görebilirsek. Nurlar'da da: "Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvâd-ı Kerîm'in misafirine fakr û ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir?" (Sözler, s. 32) denilmektedir. Yeryüzü bizim için bir nimet sofrası. Art arda gelen mevsimlerle, çiçeğin tohumlanıp, açması, yaprağını dökmesi ve ölmesi, güneşin doğması ve batması... Her şey bir döngü içerisinde süregelmektedir. İnsanlar da aynı şekilde doğmakta, büyümekte ve bu dünya misafirhanesinden gitmektedirler asıl yurdumuz olan âhiret yurduna.
Sonuç olarak yaratılanlardaki hikmeti görmemiz ve Allahu Teâlâ'nın (cc) yeryüzünü o kadar çok nimetle donatması, insanın şükretmesi için bir sebeptir. Bu dünyada misafir olduğumuzu unutmamalıyız ve şükrümüzü her daim diri tutmalıyız.