Mesut Ak’ın yazısı:
Görsel Sanatlar (Resim-Sanat) Eğitimi ve Ben (Ene-Ego) Duygusu
Okullarda gördüğümüz her dersin kendine ait gerçekleştirmeyi düşündüğü birtakım amaçları-hedefleri vardır. Tüm derslerin kendine ait amaçlarının birleşmesinden ise aslında bir gaye ortaya çıkmaktadır. O da; içinde bulunduğumuz şu kainatın, doğanın, evrenin ne anlama geldiğinin anlaşılmasıdır. Yani bizim de içinde bulunduğumuz bu doğa, tabiat ve evren aslında ne anlam ifade etmektedir? Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye Gidiyoruz? Bizim bu dünyadaki işimiz nedir? gibi sorulara aslında bu dersler ve bu derslerin arka planına bulunan bilim ve sanat alanları ile cevaplar arıyoruz.
İşte görsel sanatlar dersinde de kendimizi, çevremizi, diğer varlıkları ve evreni tanımaya dönük etkinlikler düzenlenmektedir. İnsan sadece etten-kemikten yani sadece maddeden yapılmış bir varlık değildir. İnsanın içinde insan olmasını sağlayan bir ruh ve bu ruhla bağlantılı birçok duygu vardır. Bu duygulardan birisi de “ben” duygusudur. Yunus Emre “bir ben vardır bende, benden içeru” diyerek bu “ben” duygusuna göndermede bulunmaktadır. Kendimize ait şeyleri ifade ederken de ben kelimesini çok kullanırız. Örneğin; benim arabam, benim evim, benim annem, benim kardeşim, benim eserim… gibi. İnsanı insan yapan birtakım özellikler vardır. Bu özellikler insana emaneten verilmiştir. Yani aslında gerçek olan birtakım şeyleri anlamak üzere geçici ya da izafi olarak emaneten verilmiştir. Bunlara örnekler verecek olursak; düşünme (akıl), bilme (bilim-ilim), irade (isteme-tercihte bulunabilme), şuur (farkındalık), sanatsal özellikler vb. sayılabilir. Örneğin insan birtakım şeyleri bilmektedir ve bunun farkındadır. İnsanoğlu birçok şeyi bildiğini iddia ederek “ben biliyorum” diyebilir. Ancak bildiği bu şeyler kainatta, evrende ve doğada var olan sonsuz bilginin yanında o kadar küçüktür ki aslında insanoğlunun hiçbir şey bilmediğini düşünebilirsiniz. Yine de insandaki bu bilme-bilim-ilim özelliği sonsuz olan o bilgiyi anlamak için bir ölçü aracı olarak farkında olunsun diye emaneten insana verilmiştir. Bu emanet özellikleriyle ve ben biliyorum duygusuyla birçok bilim dalı geliştirmiştir. Sadece tıp alanında adını bile sayamayacağımız kadar bilim dalları geliştirmiştir. Yine de insanı ve vücudunu tam anlamıyla keşfedememiştir. İşte bu bilme serüveni devam etmekte bu emanet özellik ve duygu da sürekli kullanılmaktadır ki sonsuz ilim-bilginin ne olduğu anlaşılabilsin.
Keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen özelliklerden birisi de yaratıcılıktır. Ancak burada yanlış anlaşılmayı önlemek için buna açıklık getirmek gerekir. Öncelikle yaratıcılık ikiye ayrılır. Biri ibda ile yani yoktan hiçten yaratmak, ikincisi inşa ile yani var olan birtakım elementlerden, atomlardan yeni bir şey yapmak, ortaya koymaktır. İnsanoğlunun hiç varlığı yokken ilk kez ortaya çıkarılması ibda ile yani yoktan yaratmaya, anne karnında ise bir damla sudan, atom, element, hücre vb. ile inşa edilerek ete, kemiğe büründürülmesi ise inşa ile yaratmaya örnek olarak verilebilir.
Birinci özellik yani yoktan yaratma insanda olmayan bir özelliktir. İnşa ile var olan atom, element vb. ile bir şeyler yapma özelliği ise kainatta, doğada, evrende var olan sonsuz yaratma faaliyetini farkında olsun ve ne olduğunu anlasın diye çok küçük bir şekilde ve ölçü aracı olarak insana emanet olarak verilmiştir. Örneğin; içinde bulunduğumuz binalar çimento, kum, demir, tuğla vb. ile inşa edildi diyoruz. Bu özellik ile insan binalar inşa etmekte, arabalar, hızlı trenler, uzay araçları, uydular, cep telefonları, bilgisayarlar vb. yapmakta ve birçok sanat eseri ortaya koymaktadır. Böylece kainatta var olan sonsuz yaratmanın ve yaratıcının farkına varmak üzere bir ölçü aracı olarak emaneten verilen bu duygu ile insan bazı eser ortaya koymaktadır. Ancak ortaya konulan bu eserler kainattaki sonsuz yaratmanın yanında bir hiç hükmündedir. Zaten insanın kendisi de o Büyük Yaratıcı tarafından tasarlanmamış mıdır?
Bu özelliği sanatsal açıdan ele alacak olursak; insan birtakım sanat eserleri ortaya koymakta ve bu eserleri “ben yaptım” diyerek diğer insanlardan övgü beklemektedir. Bir sanatçı eserini ortaya koyarken yine doğada var olan hazır malzemeleri kullanmakta veya mevcut atom ve elementleri bir araya getirmektedir. Şekil-biçim ve renk olarak da yine doğadan yola çıkmakta, ya doğayı taklit etmekte ya da doğadaki şekil ve renklerden yola çıkarak hayaline yine doğadan yansıyan şeylerden bir takım yeni şekiller ortaya koymaktadır. Bu özelliği ile aslında kainatta, doğada var olan sonsuz sanatı ve sanat eserlerini ve sanatkarlığı anlamaya, keşfetmeye çalışmakta, bir ölçü olarak kendisindeki sanatkarlık özelliğini kullanarak gerçek sanatçıyı bulmaya çalışmaktadır. Gerçek sanatçının özelliklerini keşfetmek üzere diğer varlıklardan farklı olarak bu sanatçı kimlik emaneten verilmiştir insana.
Bazılarımız bu tür konularla ilgilenmeyebilir. “Bana ne bunlardan, ben yerim, içerim, gezerim, yatarım, keyfime bakarım. Böyle ince şeyleri düşünmek istemiyorum” vs. diyebilir. Belki kendilerince haklılardır. Ancak böyle düşündüğümüz zaman diğer varlıklardan faklı olduğumuz iddiası geçersiz olmaktadır. Bu durumda insanın bir hayvandan –hakaret etmek anlamında söylemiyorum-, bir bitkiden, cansız bir varlıktan ne farkı olabilir. Her varlığın bir yaratılış amacı vardır; doğada, evrende, ekosistem içerisinde bir işlevi vardır. İnsanın bu doğada, evrendeki işlevi ve yaratılış amacı nedir o zaman? İşte yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi insana emanet olarak verilmiş çeşitli özellikler, başta ben duygusu olmak üzere insani yanımızın doğru bir şekilde keşfedilmesi ve çalıştırılması yönünde kullanılmalıdır. Hayvan gibi yaşamak yolunda kullanılmamalıdır. Etrafımıza baktığımızda hakikaten bazen hayvan gibi hatta hayvandan da daha aşağı bir şekilde yaşayan; insanları hunharca katleden, kan döken, masum insanlara zulmeden, işkence yapan, doğayı ve hayvanları acımasızca yok eden adına insan dediğimiz insan görünümünde varlıklar gezmektedir.
İnsana emaneten verilmiş özellikler ve başta ben duygusu olmak üzere; sevgi, güzellik, estetik haz, sanatkarlık, gibi çok değişik duygular doğru kullanıldıklarında insan gerçek insan olmakta, yoksa benliğini ve kendini kaybetmektedir.