Prof. Dr. Adem Tatlı-Zafer Dergisi
Soru:
Bir arkadaşım bana karanlık bir mağarada yaşayan gözsüz balıklardan bahsetti. Bunların evrimin kanıtı olarak gösterildiğinden bahsetti. Bunun açıklaması ve cevabı ne olmalı?
Cevap:
Bilimlerin de tespit ve ifade ettiği gibi, kâinatta herşey belli kanunlara tâbidir. Bir atom ya da bir yıldız olsun, bir damla su ya da bir canlı olsun her şey belirlenmiş prensiplere göre hareket eder. Bu ise her akıl sahibinin söyleyeceği gibi, bu kanunları koyan birisini gösterir.
Madem herşey belli prensiplere itaat ediyor ve bir amaca sevkediliyor, öyleyse bütün varlıkları koyduğu kanunlarına itaat ettiren, belli amaçlara sevkeden birisi gereklidir ve şarttır; yani varlığı zorunludur. Bütün kâinatı yaratıp, herşeyi emirleri doğrultusunda hareket ettiren ilim ve kudret sahibi zât ise, ancak ve ancak kendisini insanlara Kur’an’la bildiren ve tanıtan Allah (cc) olabilir.
Öyleyse kâinatta cereyan eden bütün olaylar, Allah’ın tasarruf ve kontrolündedir. Atomdan galaksilere kadar her şey Allah’ın ilim, irade ve kudretinin eseridir. Nasıl ki, bilgisayarınızda bir dosya içerisine bir cümle yazmak isteseniz, program haricinde o cümleyi yazamazsınız. Hatta programdan bağımsız olarak bir noktayı dahi koymak mümkün değildir. Bir nokta koysanız, dosyayı kapatırken, program, bu değişikliği kaydedip etmeyeceğinizi sorar. İşte evren de tıpkı böyle bilgisayardaki bir dosya gibidir. Bu kâinatta bir atom dahi başıboş değildir. Halı veya kumaş dokuyan bir fabrikanın her bir şekil ve deseninin, o fabrikanın bilgisayarında kayıtlı olduğu gibi, kâinattaki her bir atomun nerede, ne zaman ve ne şekilde görev alacağı Allah tarafından kader dosyasında kaydedilmiştir.
Biz düşündüğümüz bir şeyi, alfabenin 29 harfini uygun şekilde kullanarak yazarız. Sözgelimi “Balık” kelimesini yazdık. Şimdi “Kurbağa” kelimesini yazmak istiyoruz. Bunu yazmak için, mutlaka “Balık” kelimesindeki harfleri kullanmamız gerektiğini söyleseler, biz deriz ki, “Ben madem istediğim her şeyi yazabiliyorum. O zaman 29 harfi kullanarak istediğimi, istediğim şekilde yazarım.”
Allah da, kâinattaki 114 elementi kullanarak istediğini istediği şekilde yazar. Biz nasıl, “Balık”, “Kurbağa” ve “At” gibi kelimeleri istediğimiz şekilde yazabiliyoruz. Allah da bunları istediği şekilde ayrı ayrı yaratır.
Canlıların mutlaka birbirinden tesadüfen meydana geldiği iddiası, bir yaratıcıyı kabul etmeyen materyalist ve ateist evrimcilerin görüşüdür.
Şimdi, her canlı gibi, balıklar da tek hücreden meydana geliyor. O tek balık hücresinde ne bir göz ve ne de bir ağız var. Ama Allah o hücreyi açıyor, gözü de, ağzı da, dişi de, başı da yerli yerine yerleştiriyor. Gözlü balık yarattığı gibi, gözsüz balık da yaratıyor.
Aslında bizim gözsüz balıklara değil, gözlü balıklara şaşmamız lâzım. Tek hücreden nasıl oluyor da, bütün balığın organları yapılıyor ve yerli yerine konuyor. Hiçbir balıkta bu organların yeri karışmıyor, şaşmıyor. Sadece balıkta mı? Hayır. Bütün canlılarda böyle. Koyun da, inek de, sinek de tek hücreden yaratılıyor ve her birisinin organları tam yerli yerine konuluyor.
İnsan da tek hücreden yaratılıyor. Yeryüzünün en akıllı ve en şuurlu varlığı insan. Yani biziz. Ama bak bizim de hiçbir organımızın ne yapısında, ne şeklinde ve ne de vücudun neresinde görev alacağı ve ne gibi vazifeler yapacağı hususunda hiçbir katkımız yok. Biz anne karnında tek hücre iken, Allah o hücreden gözümüzü, dişimizi, başımızı, kaşımızı, kalbimizi, beynimizi yapıyor ve çalıştırıyor. Her birimize aynı bu vücut nimetini ve organlarını yerli yerinde veriyor. Bizim buna bakmamız ve bizi böyle terbiye eden Rabbimize şükretmemiz gerekir.
Madem bize akıl verilmiş, biz de bunun karşılığında kâinatta gördüğümüz ve hikmetini bilmediğimiz canlıları ve organları tesadüfe ve sebeplere vermek yerine, Allah’ın, herşeye ihtiyaç duyduğu şeyleri nasıl verdiğini görmeliyiz. Ve kâinatta gördüğümüz gibi, Hakîm (abes iş yapmayan) ve Âdil (bütün işleri adaletli) olan Allah hiçbir şeyi eksik yaratmadığı gibi, fazla da yaratmıyor. Zaten varlıkların gelişigüzel ve tesadüfen olmadığının en görünür şahidi kâinattır.
Öyleyse dünyayı aklın ve bilimin verileriyle, bir sanat sergisindeki eserleri inceleme hassasiyetiyle görüp, o eserleri dilediği gibi yaratan, senaya en lâyık Sani’ye (sanatkâra) muhatap olmalıyız.
Bize bu aklı ve duyguları bahşeden Rabbimiz, onları kullanarak hakkı ve hakikati bulmamız için vermiştir. Yoksa birilerinin keyfî düşüncelerinin peşine takılmamız için değil. Aslında dünya imtihanının özü de bu: Ya Rabbinin hak kelamını ve elçisini dinleyecek insan; ya da geçimsiz ve huysuz çocuklar gibi sürekli insanların kafalarını karıştırmaya çalışanları.