Yine Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde yedi kat semâdan bahsetmektedir. Yukarıda zikrettiklerimiz birinci kat semâ ise diğer katları insanoğlunun akıl ve idrâki nasıl kaldırabilir ki?!
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “O ki birbiri ile âhenktar yedi semâ yaratmıştır. Rahmân olan Allâh’ın yaratışında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bir bak; herhangi bir çatlak, bir kusur görebilir misin? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir. Andolsun ki Biz, (dünyaya) en yakın olan semâyı kandillerle donattık…”(el-Mülk, 3-5)
Şimdi başını kaldır da semâya ibretle bir bak! Bu sayıya gelmez ecrâm-ı semâviyyenin bir saniye bile şaşmadan büyük bir nizâm içinde dönüşünü tefekkür et! Hepsi de pek çok sır ve hikmet taşımaktadır.
Dünya kendi etrafında dönmeseydi, devamlı olarak bir kısmı karanlık, bir kısmı da aydınlık olurdu. Dolayısıyla çalışma vakti, istirahat vaktinden ayırt edilemezdi. Dünya’nın kendi çevresindeki bir dönüşünün saatlik bir süre olarak takdir edilmesinde de büyük hikmetler vardır. Eğer bu dönüş süresi çok daha uzun olsaydı Dünya, gecesi ile gündüzü arasındaki ısı farkı 1000 dereceyi bulan Merkür gibi olurdu. Uzun gündüzlerde her yer daha fazla ısınır; uzun gecelerde de soğuk çok daha şiddetli olur, her yer donardı.
İşte bu gerçekler ışığında Allah Teâlâ’nın, geceyi gündüzün üstüne nasıl örttüğüne, uykuyu istirahat ve gündüzü de geçim vasıtası kıldığına dikkat et! Bunların, hiç şaşmadan birbirini tâkip edişindeki ilâhî kudret ve rahmet tecellîlerini düşün!
Yine Dünya, Güneş etrafında dönmeseydi; 23 derece 27 dakikalık bir meyil ile eğri durmasaydı; yaz, kış, bahar ve güz mevsimleri meydana gelmezdi. Eğer dünyaya böyle bir meyil verilmeseydi, okyanuslardan yükselen buharlar kuzey ve güneye akın eder, kıtalar birer buz parçası hâline gelirdi.
Ay da dünyaya şimdiki mesafede olacağına, meselâ sadece 50.000 mil ötede olsaydı, yeryüzündeki med ve cezirler öyle müthiş olurdu ki bütün kıtalar günde iki defa sular altında kalırdı. Dağlar bile kısa bir zamanda aşına aşına ortadan silinirdi.
O hâlde, sadece hacminin büyüklüğüne, yıldızlarının çokluğuna rağmen bu semâya takılıp kalma da onun Yaratan’ına bak ki bütün bunları nasıl yaratıp tanzim etmiş! O devâsâ yıldızları gözle görülen bir direk veya askı olmadan nasıl durduruyor?!
Düşün ki, hiç Güneş veya Ay, bir ârıza yapıyor mu? Beşerin tamirhâneleri gibi bir tamirhâneye gittiği oluyor mu?.. Onca semâvî varlıklar, kendilerine tayin edilmiş yörüngede yüzüp dururken hiçbiri ilâhî plân ve programın dışına çıkıp bir trafik kazâsı yapıyor mu?..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları, İstanbul, 2010