Bediüzzaman Kur’an’daki kıssaların zamanımız ile irtibatlarını kurmak için onları güncelleyen bir yorum dili ile izah eder. Asırlardan beri anlatılan ve mesajları sabitlenmiş hakikatleri genişlendirir ve benzer kıssalara buradaki ölçü ve yaklaşım dahilinde bakılmasını önerir.
İkinci Lema’da Allah’ın kahramanları olan, onun insanlık üzerindeki mesajını insanlara ileten araçlar durumundaki peygamberlerinden Eyyüb Aleyhisselamın kıssasını yorumlar. Burada da Kur’ani hikayenin özetini verir, özet vermek onun yorum düzeninde vazgeçilmezdir. Kuran’daki kıssaları yorumlamakla görevli olanlara da bu şablonu teklif etmiş olur. Kur’an’daki bütün peygamber kıssalarını bu tarz yorumlarla bir çalışma haline getirebilecek gayretli insanlar lazımdır, çünkü bu örnekler bu tür gayretli insanları harekete geçirmek içindir.
Kıssanın hülasasını Bediüzzaman yapar. “Pek çok yara bere içinde epey müdded kaldığı halde o hastalığın azim mükafatını düşünerek kemal-ı sabırla tahammül edip kalmış. Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i ilahiyenin mahalleri olan kalp ve lisanına iliştikleri için o vazie-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil belki ubudiyet-i ilahiye için demiş; Ya Rab! Zarar bana dokundu lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor, diye münacaat edip Cenab-ı Hak o halis ve safi, garazsız ve lillah için o münacaatı gayet harika bir surette kabul etmiş. Kemal-i afiyetini ihsan edip enva-ı merhametine mazhar eylemiş.”
Bediüzzaman, Hazreti Eyyüb Aleyhisselamın bu olayına beş değişik perspektiften bakar. Onunla beş değişik noktadan empati kurar.
Birincisinde peygamberin yerine her insanın kendini koyması esası üzerine yorum düzeni kurmuştur. Hasta olan peygamberdir ama biz de hastayız. Hükmü bir geçmiş hikaye kalıbında değil güncellemek ve insanla irtibat kurmak tarzında yorumlar. Burada belli bir zamana sıkışmış mesajı bütün zamanlara ve bütün insanlara uzanan bir yapıya kavuşturur. Zaten evrensel olan Kur’an‘ın mesajı bu şekilde asıl planına uygun yorumlanır. “Hazreti Eyyüb Aleyhisselamın zahiri yara hastalıklarının mukabili bizim batıni ve ruhi ve kalbi hastalıklarımız vardır. Biz daha ciddi hastayız. Çünkü onunki zahiri bizimki üç yönlü hastalıktır. Batıni, ruhi ve kalbi.”
Şu cümle bir edebiyat ve söylem harikasıdır. “İç dışa dış içe bir çevrilsek Hazreti Eyyübden daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.”
Bir peygamberden daha hastayım, o halde bu umursamazlık, gaflet neden? Bu kadar ciddi hasta olan bir insanın, hayır her insanın ne yapması gerekir? Demek hakikati hali bilmiyoruz, Bediüzzaman bu hali ortaya koymuş oluyor.
Bahsi ikili mukayeselerle götürür. “Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe kalp ve ruhumuzda yaralar açar. Hazreti Eyyüb Aleyhisselamın yaraları kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevi yaralarımız pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacaat-ı Eyyübiyeye o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.”
Mukayeseye bakın;
Kısacık hayat-ı dünyeviye
Pek uzun olan hayat-ı ebediye…
Peygamberinki kısa da değil kısacık, bizimki ise pek uzun.
Onunki dünya hayatı bizimki ebedi hayat.
Bu kadar büyük bir hastalığı yaşayan bir insan, hasta olan bir insan ne kadar hastalığının tedavisi için gayret göstermeli, vermek istenilen bu.
Hastalığı doğuran iki belalı şey var, biri günahlar biri de şüphe. “İşlediğimiz her bir günah, kalbimize giren her bir şüphe…” Yüzyılımız insanının maruz kaldığı iki şey günah ve şüphe. Bu asır bu iki kelime ile özetlenebilir, günah ve şüphe asrı.
Bediüzzaman burada üç yüz yıldır insanlığın başına bela olmuş olan bir şüphe kelimesinin kaynağını verir. Neymiş o, günah. Günah, şüphe ve inkar birbirini takib eden ve gittikçe hızlanan buzdan ve aşağıya yüzü dönük bir yol. Bediüzzaman‘da şüphenin kullanılış ve izale ediliş şekli bütün ilim adamlarına, din adamlarına ve filozoflara verilecek bir derstir.
Dekart’ın metodik şüphesi hakikati bulmak için şüphedir ama Fikret’in içinden çıkamadığı bir gayya kuyusu olan şüphe onu nihilizme götürür. Niçe’de artık şüphe değil inkar ve nihilizm vardır. Marks şüphe ile uğraşmaz o açıktan açığa kabullenmiştir inkarı. Bediüzzaman’ın büyüklüğü felsefe tarihinin inişli çıkışlı, çukurlu irtifalı yapısı ile bağlantılıdır.
Bediüzzaman şüpheye karşı savaş açmıştır, onun muhatapları içinde şüphe edenler, inkar edenler, kabul etmeyenler vardır. O konuşurken her birini muhatap alır ve ona göre düşünür ve konuşur. Şu koca kainat içinde insanın varlığı iyi yorumlaması gereken bir harika muhatab olarak düşünür, insanı bu evreni yorumlayamayan zavallı topal ayaklı insan gibi görmek istemez, çünkü iki gözü, iki kulağı, ve onların arkasında nesneleri ve olayları yorumlayan bir aklı varsa bu insan yanlış yorumlama yapamaz. Yanlış olan bir şey yok iki göz, iki kulak ve bir yorumlayan akıl. Bunda yanlış yok. O zaman evren ve olaylar ve akıl bunları mantıklı yorumlamak zorundadır. Yanlış yorumlayan görme ve düşünme özürlüdür. Kaçamaz. Bediüzzaman insan ile evren arasında bir yol açıcı iyi yorumlama eksersizleri yapan bir insandır. Onun bütün eserleri insana doğru yorumla telkininde bulunan büyük eserlerdir. Bu eserler çok büyük yorumcular ve büyük yorum mekanları ister, o kadar muhtaç ki insanlar buna ama bizim elimiz kısa ihtilaflar ve çekişmelerle zayi edilen kabiliyetler, kendi içinde kavgalı insanlar. Ah Allah’ım…
Kur’an’da da şüphe bir meseledir. “Bir vakit de İbrahim “Ya Rabbi ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti. Allah “Ne o yoksa buna inanmadın mı?” dedi. İbrahim şöyle cevap verdi “Elbette inandım, lakin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.”
Allah ona “Dört kuş tut, onları kendine alıştır, sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bilki Allah azizdir, hakimdir, üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara 260)
Hazreti İbrahim’in inancı tam ama kalbi tatmin olmak ister. Tatmin olmasaydı inancı tam,o zaman şüphe ederdi. Günümüzün insanı şüphe ediyor, onu tatmin etmek gerekir.
Bediüzzaman Haşir risalesinde işte şüphe eden insanı tatmin eder. Marks’ın haşir akıl ile çözülmez dediği gibi, İbni Sina da haşrin çözülemez olduğunu söylüyor. Biri diğerini yetiştirmiş. Bediüzzaman Haşir risalesinde ikisini de ikna eder. “Gözle görür gibi haşri görmezsen gel elini gözüme sok” der.
Bahis nerden başladı nerede bitti. Devamı olur inşallah…